Sınıf Mücadelesinin Kış Uykusu

1995 yılında Cannes’de “Türkiye Film Standı” açmıştık. Getirdiğimiz film afişleri ile standı süsleyip yorgunluk çayını içmek üzere kapı önüne oturduk. Hemen karşımızda yarışmaya katılan ülke bayraklarının dalgalandığı direkler vardı. Bizim bayrak bu direklerde ne zaman dalgalanacak kıskançlığı içinde bakınırken aniden heyecanlandım. Yanımda oturan rahmetli Kadri YURDATAP’a “Kadri” diye haykırdım, “Yedinci direkteki bayrak bizimki değil mi?” Fırladık ve direklere yaklaşınca yanılmadığımızı anladık. O bayrağı oraya BİLGE NURİ CEYLAN, “KOZA” isimli kısa filmi ile astırmıştı. Yirmi yıl içinde; ayni bayrağı, aynı yere, aynı adam, beş kere daha astırdı.

İki yıl sonra siyah-beyaz olarak çektiği ilk uzun metrajı “KASABA” tek kopya olarak gösterime girdiğinde, salondaki üç kişi ile birlikte filmi seyrettim. Bu güzelim filmi sinemada yedi bin kişi izledi. DVD izlenmesi de bu sayının en fazla iki katı olmuştur. Seyirci adına hayıflanıyorum, çünkü Nuri’nin sinemasının şifrelerini ve yaptığı bütün filmlerinin ana temasını ve köklerini bu filmde bulmak mümkündür.

Bir konuşmamızda bana kasaba insanı karşısında utandığını söylemişti. Çünkü kendisi hem kasabalıydı hem de Boğaziçi Üniversitesi’nde okumuş bir aydındı. Kültürel genlerindeki bu iki kişiliğin çatışmasını, yalın bir gerçeklik ve içtenlikle ifade ediyordu.

Kasabalı’nın hüznü karşısında kentli’nin yalnızlığı, yoksulluk karşısında aydının çaresizliği, işte Nuri’nin vazgeçilmez temaları bu kadar sadedir. Bu sadelik ve samimiyet O’nu dünya sinemasının kalbine taşımıştır.

“Kasaba”yı görenlerin unutamadığı bir sahne vardır. Sınıfın buğulu camından karlara bata çıka koşan küçük öğrencisini seyreden öğretmenin vicdanında fırtınalar kopmaktadır. Sınıfa giren çocuk, delik pabucunun ıslattığı çoraplarını yanan sobanın çengeline asar. Çoraplardan damlayan kar sularının kızgın sobada cızıldaması, öğretmenin yüreğini de cızlatmaktadır. Bunu anlarsınız. Yoksulluk karşısında aydının zavallı yalnızlığı ve çaresizliği başka nasıl anlatılsın?

Nuri siyasetten hem anlamaz hem de hoşlanmaz. Ama ben filmlerinin tümünün seyirciyi siyasi olarak çok daha fazla etkilediğini düşünüyorum. “ÜÇ MAYMUN”da ailenin üç üyesinin yoksulluk ve çaresizlik içinde işledikleri suça, hepimizi ortak ettiğini nasıl unutabilirim. Yani salondan çıkarken üç maymunu değil, yetmiş dört milyon maymunu oynadık.

Artık günümüzde siyasetin binbir yolu ve binbir içeriği karşısında klasik “siyaset” kavramının içinin boşaltılıp tüketildiğini düşünüyorum. Geçtiğimiz iki asır içinde yaşadığımız dünyanın siyasetçiler yüzünden bir cehenneme döndüğünü iddia eden çok sayıda düşünce adamı var. Yeni Marx olarak anılan Thomas PİKETTY, geçtiğimiz iki yüz yıl içinde üretilen servet ve zenginliğin nüfusun onbinde birinde toplandığını, geri kalanların konu mankeni olarak yaşadığını söylüyor. Kapitalizmin, gelişmesini ve emeğin üzerindeki baskısını kurumlaştıran yol ve yöntemler, “klasik siyasetçi”ler sayesinde sağlanıyor. Kapitalizmin sınıf mücadelesinde her zaman üstün gelmesini sağlayan “sağ”lı “sol”lu siyaset esnafının anladığı dilden uzak durduğu için, Nuri’nin kurduğu cümle; “güzel ve yalnız ülkem” akıllarda kalabiliyor.

UZAK’ın CANNES’de gösterimi sırasında, kırmızı halı listesine beni de yazmıştı. Yüzlerce gazetecinin flaşları arasında gururla yürümüştük. Ödülünü alırken yaptığı konuşmada, 1982’de “Altın Palmiye” kazanan “YOL”un yönetmeni ŞERİF GÖREN’in ve oyuncularının faşist cuntanın baskısı nedeni ile CANNES’e gelemediklerinin altını çizerken yine siyasi bir cümle kurmuştu. Bu yıl ise “Gezi”ye ve Soma’ya yaptığı atıf, açık bir siyasi tavırdı.

Yıllar önce, sanırım UZAK’ın CANNES’deki başarısından sonra Antalya’da bir otelde Nuri ile sohbet ediyorduk. Nuri’ye “artık bu ülkenin ‘vicdanı’nı temsil ediyorsun, siyasi teması daha belirgin konulara yönelmelisin.” demiştim. Şimdi bu anımı, klasik siyasetçilerden hiç bir farkım olmadığını üzülerek hatırlıyorum. Çünkü O ne yaptığını çok iyi biliyor. Zaten bana da öyle cevap vermişti.

“KIŞ UYKUSU”nu boykot edenler kış uykusunda.

“Kış Uykusu”ndan uyanmaya çalışan Aydın rolünü üstlenen Haluk BİLGİNER’in, “Kemalizm” konusunda söylediklerinden yola çıkarak filmi boykot etmek isteyenler olduğunu okuyunca çok şaşırdım. Demek ki bizim toplumumuzun bir kesimi bırakın “kış uykusu”nu, doksan yıllık uykuya yatmışlar ve uyanacakları da yok. Seçilecek cumhurbaşkanında bile “Kemalist” olmayı birinci ön koşul olarak ileri sürülmesi patalojik bir durum değil mi? Böyle bir toplum da “KIŞ UYKUSU“ filmindeki Aydın’ın değil, Türkiye’li gerçek aydınların yalnızlığını ve çaresizliğini anlamak çok zor değil.

Ancak karamsarlığa gerek yok. “KIŞ UYKUSU”nun seyirci profilini görmek için birkaç sinemayı dolaştım. Gençlerin, hem de 90’lar gençliğinin ağırlıklı olarak filmi izlediğini gördüm. “Gezi siyasetini” yaratanların, bizim “yorgun sınıf mücadelesi siyasetçilerimizi” de “kış uykusu”ndan uyandıracağına inandım. Çünkü onlar da Nuri gibi “klasik siyaseti” sevmiyorlar. Kendilerine dikte ettirilen sloganları redderek, “Mustafa Keser’in askeriyiz” diye ironi yapabiliyorlar. Egemenleri kahreden öldürücü mizahları ile “kış uykusu”ndan uyandıklarını haykırıyorlar. Bu yaz çok sıcak geçecek.

(23 Haziran 2014)

Sabahattin Çetin

[email protected]