Muhsin Ertuğrul, 1940 yılında Şehvet Kurbanı diye bir film yapar. Film, Victor Fleming’in The Way of all Flesh filminin uyarlamasıdır. Film çok daha sonra (1972 yılında) aynı isimle Nejat Saydam tarafından çekilecektir. Fakat daha önce 1953 yılında Muharrem Gürses tarafından, İhtiras Kurbanları adı ile ve 1957 yılında Memduh Ün tarafından Bir Serseri adı ile diğer çekimleri yapılacaktır.
Muhsin Ertuğrul’un filminde başrolleri Cahide Sonku ile Muhsin Ertğrul, Saydam’ın filminde Sevda Ferdağ ile Yıldırım Önal, Gürses’in filminde Hümaşah Hiçan (?) ile Atıf Kaptan, Ün’ün filminde ise Neriman Köksal ile Talât Artemel oynar. Mazbut bir memurun, hafif meşrep bir kadın tarafından baştan çıkarılması, bir yuvanın dağılması, pişmanlık, sefalet ve dağılmış yuvanın (ailenin) -baba hariç-, yeniden toplanmış haline imreniş, fakat kendini onlara (özellikle çocuklara) tanıtamama… öyküsüdür.
Buraya kadar diyecek hiç bir sözümüz yoktur. Yalnız Ün’ün yaptığı Bir Serseri’de yuvasını dağıtan baba rolünü oynayan Talât Artemel, 1957’de Osman F. Seden yönetiminde çekilen Bir Avuç Toprak filminin çekimleri sırasında Bolu’da geçirdiği kalp krizi sonunda vefat etmiştir. Dolayısı ile Bir Serseri, Bir Avuç Toprak’tan önce (belki de hemen önce) çevirdiği film olmalıdır. Bir Avuç Toprak 1957 yılının filmi olduğuna göre Bir Serseri de o yıl içinde çekilmiş olmalıdır ama sn. Özgüç gerek “sözlük”ünde gerek “yönetmenler sözlüğü”ünde filmin (Bir Serseri) 1960 yılı yapımı olduğunu yazıyor. Burçak Evren de filmler için aynı tarihleri veriyor.
Özgüç’ün, filmlerin yapıldıkları yıl değil, “gösterime çıkarıldıkları yıl” ile anılmaları gerektiği gibi bir görüşü var. Bir Serseri’nin neden 1960 yılı filmleri içinde yer aldığını bu görüşle -belki- izah edebiliriz ama gösteriminin neden üç yıl geciktirildiğinin de açıklaması olmalı.
Yurt dışından (Çekoslavakya) gelen Adolf Körner’e de “büyük yönetmen” payesi ile verilerek peşpeşe üç film çektirilir (1942). Yönetmenliğinin hiç de ciddiye alınmayacak düzeyde olduğu anlaşır (bu arada çektiği filmlerde kendisine yardım da edilir). Diğer iki filmden (“Kerem ile Aslı” ve “Sürtük”) sonra üçüncüsü Duvaksız Gelin (Hülleci) gösterime çıkarılmaz. Bunda bürokrasinin de katkısı vardır, Cumhuriyet daha yeni kurulmuş ve Medeni Kanun ile evlilik kurumu yeni bir şekil almıştır, bu düzende “hülle” öyküsü anlatmak -ancak- tarihi bir kurum ile söz konusu olur. Filme sonradan yapılan ilâvelerle, bu durumun -hülle- değiştiğinin gösterilmesi ile filme izin verilir, böylece film başrol oyuncusu Naşit Özcan’ın ölümünden üç yıl sonra, 1945 yılında gösterime çıkabilir. Birinci olayda bazı sorulara cevap bulamazken, ikinci olay nisbeten aydınlanmış durumda…
Son zamanlarda film yapma biçimi, hayli değiştiğinden, bazı filmlerin hiç gösterime çıkamaması olayları çokça yaşanıyor. Bunların, nedenleri ile belirlenmesi ise, bambaşka sonuçlarla karşılaşılacak, apayrı bir sorun. Pek benzemese de, bir filmin farklı bir yıla yazılmasına ilişkin bir diğer örneğe kısaca değinelim. Yaşar Kemal’in -sinema için yazılmış?- bir öyküsünden yapılan Urfa-İstanbul filminin finali (filmin sonu değil!) başrol oyuncuları Ahmet Mekin ve Hülya Aşan’ın birbirlerine sarılması ve fotoğrafın donması ile biter (SON). Beşikteki Miras ise, bu donmuş fotoğrafın üzerinde yazan jeneriğin bitmesi ve fotoğrafın açılması ile aynı mekânda ve kaldığı yerden devam ederek başlar. Yani, diğer bir deyişle film hiç duraksamamış gibi devam eder. (Bu filmin iki bölüme ayrılmış bir film olduğunu gösterir.)
Buraya kadar her şey tamamdır. Fakat kaynaklarımızda Urfa-İstanbul, 1968 yılı, Beşikteki Miras 1969 yılı yapımı olarak gösterilir. Yukarıda söylediğimiz gibi aslında tek film olan yapımın -sırf- uzunluğu nedeni ile (farklı isimlerle) iki film olarak gösterime çıkarılmasını anlayabiliriz fakat -bir bütünlük taşıyan öykünün ve “filmin”- iki ayrı (birbirini izlese de) yıla ait olarak gösterilmesini anlayamıyoruz. Sinemamız kaynaklarında filmlerin yapım yıllarının bir önceki veya bir sonraki yıl olarak gösterildiği çok örnek vardır. Bunları tek tek belirlemek, bilgi, sabır ve araştırma ister. Biz bariz olarak ortaya, bir iki tanesine değindik, ama bu son değil…
(01 Nisan 2014)
Orhan Ünser