‘Sadece Tanrı Affeder / Only God Forgives’, 66. Cannes Film Şenliği yarışma seçkisinin sıcağı sıcağına sinemalarımıza uğrayan ilk örneği. Festivalin öne çıkmış filmlerinden biri değil (onlar için Filmekimi’ni beklemek gerekecek) ancak yetenekli sinemacı Nicolas Winding Refn’in parlak kariyerinin son halkası olarak izlenmeye değer.
Danimarka asıllı sinemacı, ilk bölümünü yirmili yaşlarının ortasında yazıp yönettiği ‘Pusher’ üçlemesiyle uluslararası bir fenomen haline gelmiştir. Londra’nın arka sokaklarından Kopenhag batakhanelerine marjinal hayatların, çıkışsız bireylerin öyküleridir anlattığı. İpin ucundaki uyuşturucu tacirlerinin dünyasını alabildiğine gerçekçi bir anlatımla verirken şiddetin dozu hep yüksektir filmlerinde. İlk uluslararası ticari başarısını, bizde ‘Sürücü’ adıyla gösterilmiş olan ‘Drive’ (2011) ile kazanır. Film aynı yıl Cannes Film Şenliği’nde prestijli en iyi yönetmen ödülünü getirir genç sinemacıya. Yönetmenin çağımızın en yetenekli aktörlerinden Ryan Gosling ile işbirliğinin de başlangıcıdır bu film. Los Angeles’ı mekan almış ‘Sürücü’nün sessiz, kimsesiz karakteridir Gosling. Soygunculara sürücülük hizmeti verir, tehlikeli aksiyon filmlerinde dublörlük yapar. Şiddet ve adrenalin yüklü mekanik dünyası aşık olduğu komşu kadın ve küçük oğluyla anlam kazanacak lâkin başı büyük derde girecektir.
Winding Refn’in yeni filminde benzer bir karakteri canlandırıyor Gosling. Bu defa Bangkok’da görünürde bir boks kulübü işleten, geride ağabeyi ile birlikte uyuşturucu işi döndüren Julian çok daha sorunlu, yaralı bir karakter. Pusher serisinin ikincisinde, Danimarkalı müthiş oyuncu Mads Mikkelsen’in hayat vermiş olduğu Tonny karakteri gibi baba ile sorunları olmuş. Tonny gibi babasını öldürdükten sonra Thailand’a kaçmış. Lâkin buyurgan annesiyle ödipal ilişkisi hep sorunlu kalmış. Ağabey Billy annenin gözde oğlu olarak hep daha çok sevilmiş. Psikopat ağabeyin Bangkok batakhanesinde gencecik bir fahişeyi vahşice katlettikten sonra intikam için öldürülmesi üzerine anne Crystal şehre geliyor ve Julian’dan büyük oğlunun katilini cezalandırmasını istiyor. Bu belki de anne ile yeniden kucaklaşmak için son fırsattır Julian için. Ancak rakibi güçlüdür. Bir Tanrı figürü gibi adaleti sağlamayı seçmiş, hakim/yargıç/cellat konumundaki efsanevi polis müfettişi Chang, hesaplaşması gereken yeni bir baba figürü olarak çıkacaktır karşısına bu kez.
‘Sürücü’ ile Amerikan ‘Film Noir’ı ziyaret eden Danimarkalı yönetmen, bu kez dövüş sanatları filmlerine göz kırpıyor. Uzak Doğu etkisiyle şiddetin dozu alabildiğine yükselmiş haliyle. Görsellik açısından eski filmlerine kıyasla daha stilize bir film bu. Ejderha benzeri figürler, ışık-gölge oyunları, kan kırmızı ya da mavi / sarı tonların hakim olduğu halüsinatif görüntüler, özellikle salaş çekilmiş bölümler Tarantino ve takipçilerinin Uzak Doğu kült sinemasına hayranlığını anımsatıyor.
Uzak Doğulu aktör Vithaya Pansringarm’ın canlandırdığı ‘Ölüm Meleği’ lâkaplı gizemli kanun adamı ile hastalıklı bir ilişkiyi sürdüren otoriter anne ile itaatkâr oğlunun eski Yunan tragedyalarından kopup gelmiş hikâyesi, Thailand’da hayli mütevazi bir bütçeyle çekilmiş. Yırtıcı buyurgan annede, yönetmenin Lady Macbeth ile Donatella Versace karışımı olarak şekillendirdiğini açıkladığı Kristin Scott Thomas’ı kariyerinin en farklı kompozisyonlarından birinde izliyoruz. Kanın oluk oluk aktığı şiddet sahneleri belki herkese göre değil ancak, yaralı oğlun anneyle vedalaştığı o altüst edici final bölümü, antolojilere geçecek cinsten.
(16 Temmuz 2013)
Ferhan Baran