15 – 26 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek olan 66. Cannes Film Festivali, yarın akşam Türkiye saatiyle 19:25’ten itibaren NTV’den canlı yayınlanacak açılış töreni ile başlıyor. Ardından açılış filmi olarak davetlilere sunulacak olan Baz Luhrmann imzalı ‘Muhteşem Gatsby / The Great Gatsby’ filminin gösterimi var.
Avustralyalı yönetmenin punk ‘Romeo Juliet’ uyarlaması ve alabildiğine barok ‘Moulin Rouge’unun ardından, bu kez, ekonomik refahla birlikte sınıf ilişkilerinin giderek keskinleştiği 1920’ler Amerikasının çılgın caz yıllarını, klasikleşmiş F. Scott Fitzgerald metninden yola çıkarak kendine has üslûbuyla nasıl yorumladığı merak konusu.
Cannes’da yarışma dışı olarak gösterilecek olan ‘Muhteşem Gatsby’, dünya sinemalarıyla birlikte bu haftasonu bizde de gösterime girecek. Filmin Cannes açılışı öncesinde gerçekleştirilecek olan ülkemizdeki basın gösterimini takiben yorumlarımızı bir diğer yazıda aktarmak üzere festivalin Altın Palmiye için yarışan filmlerine geçelim dilerseniz.
Yarışmalı bölüm bu yıl 20 filmden oluşuyor. 10 gün sürecek olan festivalde her gün iki yarışma filmi gösteriliyor. Biz de günlük programı takip ederek bu sütunlarda yarışmalı seçkiyi gün bazında tanıtmaya başlıyoruz.
16 Mayıs Perşembe sabahı basına gösterilecek ilk yarışma filmi François Ozon imzalı ‘Jeune & Jolie (Genç ve Güzel). Bir kez daha aile ilişkilerini sorguladığı San Sebastian şenliği büyük ödüllü hınzır kara mizah denemesi ‘Evde / Dans La Maison’u yakında sinemalarda izleyeceğimiz Fransız yönetmen, senaryosunu da yazmış olduğu bu son filminde, 17 yaşında bir genç kızın kadınlığa geçiş hikâyesini dört mevsime eşlik eden dört popüler şarkı aracılığıyla anlatmayı denemiş. Film bu bilgiler dışında şimdilik kapalı kutu. Yine Cannes’ın gediklisi Fransız sinemacı Christophe Honoré’nin gözde tarzı olan bu tarz müzikal drama (bkz. ‘Aşk Şarkıları / Chansons D’amour; iki yıl öncesinin kapanış filmi ‘Sevgililer / Les Bien-Aimées’) Ozon için de yabancı sayılmaz. 2002 yapımı ‘8 Kadın / 8 Femmes’da Robert Thomas’ın polisiye metnini Fransız sinemasının sekiz ünlü oyuncusunun şarkı ve dansları eşliğinde anlatmışlığı var. Bakalım bu defa neler yapmış.
Aynı gün yarışma mönüsünde yer alan ikinci yapım, Amat Escalante imzalı ‘Heli’. Bizler Meksikalı yönetmeni, İstanbul Festivali’ndeki gösteriminde hayran olduğumuz 2005 yapımı ‘Kan / Sangre’ adlı çalışmasından hatırlıyoruz. Aynı yıl Cannes şenliğinin ‘Un Certain Regard’ bölümünde gösterilmiş ve eleştirmenler ödülünü almış olan film, küresel kapitalizmin dayatmaları ve Meksika varoşlarındaki dehşetengiz yozlaşma üzerine çarpıcı bir otopsi niteliğindedir. Yönetmenin yine Cannes’da aynı program seçkisi altında gösterilmiş 2008 tarihli ikinci filmi ‘Piçler / Los Bastardos’, Los Angeles’ta kaçak olarak günlük işlerde çalışan iki işçinin kanlı bir çatışmaya dönüşen hikâyelerini anlatır.
Escalante’nin bu defa Cannes’ın yarışmalı ana seçkisine kabul edilmiş olan bu üçüncü çalışması, yönetmenin yetiştiği, Mexico City’ye 5 saat uzaklıktaki Guanajuato’ya benzer bir yerleşim bölgesinde geçmekte. General Motors’un bir otomobil fabrikası kurduğu, dolayısıyla işçilerin sıkışık ve düzensiz bir şekilde fabrika çevresinde oluşturduğu yeni ve sevimsiz yerleşim birimlerinden birinde.
İnsanların yüzünde sürekli bir endişenin hüküm sürdüğü, şiddetin günlük hayatın gerçeği olduğu bu ortamda, küçük ‘Estela’ gencecik bir polis okulu öğrencisine delicesine tutulur. İki genç sevdalı buralardan kaçıp evlenmek isterler. Lâkin genç polisin bulaşmış olduğu bir uyuşturucu operasyonu, kızın suçsuz ailesinin kör şiddetle yüzyüze gelmesine neden olacaktır.
Film, köprü üzerinde asılmış bir adamın görüntüsü ile açılıyor ve uzun bir geri dönüşle yoluna devam ediyor. İlk kez dijital kamera kullanan Escalante’nin filmi şiddet yüklü sahneler, seyri zor bir işkence sahnesi içeriyor. Escalante sert üslubunun gerekçesini ’bu Meksika’nın günlük gerçeği, gazete sayfaları benzer vahşet olaylarıyla dolu’ şeklinde yanıtlamış. Filmin nasıl karşılanacağını biz de merak ediyoruz.
(14 Mayıs 2013)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com