Bir kaç yıldan beri, kesilen bilet sayısı bakımından Türkiye Sineması diğer rakiplerini sollamış durum da… Sektörün ekonomik olarak büyümesi ve yeni sermaye gruplarının bu alana yönelmesi elbette olumlu bir gelişmedir. Sabancı Grubu’nun bir üyesi olan Esas Holding’de bu alana girdi. Ancak grup, film yapımı ve pazarlamasına değil, daha kazançlı gözüken sinema salonu işletmeciliğine girdi.
Önce AFM’ye ait sinema salonlarını satın aldılar. Bu satın alma işi Rekabet Kurulu’nun onayını almakta biraz zorlanmakla birlikte sonuçta gerçekleşti. Kendisini genç yaşında Akbank Beyoğlu Şubesi’nde çalışırken tanıdığım Ali Sabancı, havacılık sektöründe gerçekleştirdiği inanılmaz başarısını sinema salonu işletmeciliğinde de göstermiş olmalı ki bugün bu sektörün tek hakimidir.
Sinema seyircilerinin özellikle rağbet ettiği AVM’lerdeki salonların önemli bir kesimini işleten Cinemaximum Grubu, Ali Sabancı’nın AFM’si ile birleşince sinema salonları işletmeciliğinin tekelleşmesi gerçekleşmiş oldu. Kesilen biletlerin % 60’ı bu salonlara aittir. Ayrıca diğer salonlarda nispeten ucuz olan sinema biletleri AVM salonlarında % 20 daha pahalı olduğu için toplam sinema bileti hasılatının % 70’i bu salonların gişesine akmaktadır.
Elbette seyircinin çok nezih bir ortamda iyi bir ses ve görüntü sağlayan bir sinema salonunda sinema keyfi yaşaması çok önemli olmakla birlikte, tekel olmanın sektöre dayatmalarını ve nasıl kötülükler yapabildiğini de bilmemiz gerekiyor.
Sermayenin temel derdi kâr elde etmektir. Bunun için tekel olmuş bir işletme, gösterime girecek filmlerde “seçicilik” hakkını kullanmayı bir “hak” olarak görür. Bu durumda sadece gişe filmlerini gösterme isteği ağır basar. Fazla sayıda kopya ve büyük reklâm bütçeleri olmayan birçok değerli film kıyıda köşede kalmış salonlarda kendisine yer bulur. Kimseden bir ses çıkmayınca bu durum göstereceği “filmi seçme” hakkı giderek tekel’in “kural”ı haline gelir.
Türkiye’de henüz sinema sanatının korunması ve seyirciye ulaştırılması konusunda teşvikler ve salonların uyması gereken yasal bir düzenleme olmadığı için, uluslararası ödüller kazanmış ve ülkesinin yüz akı olmuş bir filmin seyirciye ulaşması, sinema salonu tekeli oluşturmuş işletmecinin iki dudağı arasına sıkışır.
Salon tekelinin, ticari sinemanın patronlarını ağırlarken yaratıcı sinemanın emekçilerine kapıyı gösterme hakkı vardır. Canının istediği filme şans tanır, canı istemezse tanımaz. Amacı para kazanmak olan bir işletmeyi koruyan yasalar da vardır.
Ancak bu durum, yani “salon tekeli” sinemamızın enine doğru çarpık biçimde büyümesine hizmet eder. Son yıllarda dünya sinemasında yakaladığımız derinleşmeye hiçbir katkısı olamaz. Tam tersine, Rekabet Kurulu veya Kültür Bakanlığı tarafından bir önlem alınmazsa, uzun vadede zararlı olduğu anlaşılacaktır.
Türkiye’de toplam iki yüz yirmi bin sinema koltuğu vardır. Bu koltukların seksen bini belediyelerin ve çeşitli kamu kurumlarının ticari değer taşımayan koltuklarıdır. Kent merkezlerinde şahıslara ait sinema salonlarındaki otuz bin civarında koltuk neredeyse can çekişmektedir. Modern teknolojiye sahip olmadığı için, sermaye yapıları yenilenmeye uygun olmadığı için, her gün birisi kapısına kilit vurmaktadır.
Ticari değer taşıyan yüz on bin sinema koltuğu ise şu şekilde dağılmaktadır.
Cinemaximum Grubu: 55 Bina, 450 Perde, 70.000 Koltuk, % 63,6
Avşar Grubu: 23 Bina, 155 Perde, 21.000, Koltuk, % 19,9
Cinema Pink Grubu: 15 Bina, 100 Perde, 9.000 Koltuk, % 08,18
Prestige Grubu: 11 Bina, 100 Perde, 10.000 Koltuk, % 09,09
Sinema Salonları Dijital Sisteme Geçerken
Dünya artık 35 mm ile yapım ve gösterim sisteminden hızla vazgeçiyor. Ünlü Kodak firması tarihe karıştı. Dünya sinemaları salonlarını dijital teknoloji ile yeniliyor. Bu akım ülkemize de hızla ulaştı. Türkiye de film dağıtımı yapan UIP ve Warner Bros. işletmeleri artık 35 mm kopya ile gösterim yapmayacaklarını ilân ettiler.
Salonların bu teknolojiye geçmeleri için yaklaşık yüz bin USD yatırım yapmaları gerekiyor. Lising sistemi ile temin edilen bu cihazların bedelini film sahiplerine ödetecekler. Çünkü dijital kopya ucuza temin edildiği için, salon sahipleri “35 mm için yaptığın masrafı bana öde, ben de Lising taksitimi ödeyeyim” diyecekler. Avrupa sinema salonları da böyle yaptı. Ancak onlar Lising taksitleri bitince artık gösterim bedeli almıyorlar. Aralarında yaptıkları centilmenlik antlaşması böyle. Sonuç olarak yeni teknoloji, sinema salonuna bir dayanışma sonucu kazandırıldığı için film sahibinin salona “hisse” dışında başka bir bedel ödemesi gerekmiyor.
Film yapanlar ve film ithal edenler henüz bu konuda uyanmış değil. Sinema salonu tekeli bu konuda bir dayatma yapmadan bir uzlaşmaya varmaları için sektör örgütlerinin devreye girmesi, toplantılar düzenlemesi, kamuoyu oluşturması, Kültür Bakanlığı’nın gözetiminde bir centilmenlik anlaşması sağlaması gerekir.
(13 Nisan 2013)
Sabahattin Çetin
Merhabalar. Sabahattin Çetin, gözden kaçan ama aslında çok önemli bir noktaya parmak basmış. Meslek birlikleri (aslında bir çatı altında birleşmesi gerekir, nedir bu enflasyon -ayrı konu) gündemine almalı ve salonlar konusunda önerilerde bulunmalı. Zaman kaybetmek bazı hakların tümden elden gitmesi anlamına gelebilir; tıpkı Emek Sineması’nda olduğu gibi… İçtenlikle…