Festivalde İlk Günün Filmleri ve Bir Başyapıt

Film festivallerinde ilk günden taze bir başyapıtla karşılaşmak her zaman rastlanan şeylerden değildir. Sergei Loznitsa’nın bir önceki Cannes şenliği seçkisinde de yer almış filmi ‘Sislerin İçinde / V Tumane’ bu yıl bizlere böylesine bir keyfi yaşattı. Ukraynalı yönetmen bundan iki yıl önce yine İstanbul Film Festivali’nde gösterilen bir önceki filmi ‘Mutluluğum / Schastye Moe’ ile sinefilleri darmadağın etmişti. Bu yıl festivalin ‘Edebiyattan Beyazperdeye’ bölümünde yer alan yeni filmiyle kendisine bağlanan umutların boşuna olmadığını göstermiş oldu.

Belarus ya da Beyaz Rusya’nın tanınmış yazarlarından Vasil Bykov’un İkinci Dünya Savaşı anılarına dayanan anıt romanından uyarlanan ‘Sislerin İçinde’ 1942 yılında Alman işgali altındaki Batı Sovyet topraklarında, Nazilerle işbirliği yaptığı ve direniş davasına ihanet ettiği öne sürülen demiryolu işçisi Sushenya’nın, infazı için gelen biri çocukluk arkadaşı iki direnişçi ile dostluk, sadakat, insan onuru üzerine fırtınalı hesaplaşmasının hikâyesi. Bykov’un benzersiz metniyle Loznitsa’nın insanlığın genel durumu üzerine kapkaranlık, umutsuz bakışı birebir örtüşmüş. Üç uzun geriye dönüşle ilerleyen filmde, yönetmenin önceki çalışmasından tescilli uzun plân sekansları bir kez daha benzersiz görüntü sihirbazı Oleg Mutu’nun ellerine teslim edilmiş. Filmin satın alındığı söyleniyor ancak kaç sinemada ve daha önemlisi ne zaman gösterilir bilemem. Siz en iyisi festivaldeki son iki gösterimini (Kadıköy Reks / 4 Nisan Perşembe, 13.30; Beyoğlu Atlas / 7 Nisan Pazar, 11.00) kaçırmamaya çalışın.

İlk günün sürprizlerinden bir diğeri Güney Kore’li yönetmen Jeon Kyu-Hwan’ın ‘Yük / Mu-Ge’ adlı filmiydi. Çağdaş bir metropolde dışlanmış, bir kenara itilmiş, filmde geçen tabirle ucube ya da haşarat gibi görülerek ötekileştirilmiş insanların hikâyesi bu. Ölüleri temizlediği ve tören için hazırladığı levazımatçıda yaşamını sürdüren doğuştan kambur Jung ana karakter, trans üvey erkek kardeş, morgda çalışan temizlikçi kadın ya da sokaklarda yaşayan yarı deli fahişe kız bu kaybetmişler ordusunun diğer üyeleri. Güney Kore sinemasına has bir sertlik ve hüzün taşıyan film yönetmenin kendi sözleriyle ‘insanların bir yük gibi taşıdıkları yaşamın ağırlığı üzerine’. Festivalde iki kez daha gösterilecek (Nişantaşı Citylife / 3 Nisan Çarşamba, 16.00; Nişantaşı Citylife / 12 Nisan Cuma, 21.30)

Günün izleme fırsatını bulduğum bir diğer filmi Norveç yapımı ‘Kon-Tiki’ gerçek bir öyküden yola çıkmış. İkinci Dünya Savaşı ertesinde efsanevi gezgin yazar Thor Heyerdal’in, Polinezya takımadaları yerlilerinin atalarının Güney Amerika (Peru) kökenli olduğunun ispatı için giriştiği akıl almaz macera, başarılı CGI (bilgisayar destekli görüntü) kullanımıyla benzer Amerikan yapımlarından aşağı kalmayan bir süper prodüksiyon. 1.500 yıl öncesinin imkânlarıyla tahtadan yapılmış bir sal ve altı mürettebat ile gerçekleştirilen ve Jules Verne romanlarını anımsatan 8.000 kilometrelik bu akıl almaz yolculuğun hikâyesi, Avrupa sinema endüstrisinin Danimarka kökenli tarihi yapım şirketi Nordisk öncülüğünde kotarılmış. Bu yıl en iyi yabancı film Oscar adaylarından biri olan ‘Kon-Tiki’yi beyazperdede izlemek gerçekten keyifli bir deneyim. İki kez daha gösteriliyor. (Ortaköy Feriye / 5 Nisan Cuma, 16.00; Kadıköy Reks / 6 Nisan Cumartesi, 11.00)

(31 Mart 2013)

Ferhan Baran

[email protected]