Hayal Perdesi Dergisi, Kasım – Aralık 2012 Sayısı Yayında

Hayal Perdesi Dergisi’nin vizyon sayfalarında bu sayıda, Wachowski Kardeşler’in Tom Tykwer’la birlikte çektiği Bulut Atlası, Orhan Eskiköy ve Zeynel Doğan ikilisinin yönettiği Babamın Sesi, Bahman Ghobadi’nin Türkiye’de çektiği yeni filmi Gergedan Mevsimi, James Bond serisinin son halkası Skyfall ve Osman Sınav’ın Uzun Hikâye’si yer alıyor. Hayal Perdesi Dergisi’nin bu sayıdaki kapak konusu ise Zeynep Gemuhluoğlu’nun Yedinci Sanat ve Yedinci Gün Üzerine: Son ve Başlangıç Arasında Tarr, Trier ve Haneke başlıklı çok kapsamlı makalesi.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Hayal Perdesi Dergisi, Kasım – Aralık 2012 Sayısı Yayında yazısına devam et
  • Bedel Ödeyenlere Dair Bir Film: Simurg

    Cezaevlerinde 12 Eylül’den bu yana sürdürülen ölüm orucu eylemlerinin henüz sonlandırıldığı bugünlerde, ölüm oruçlarına ve acı sonuçlarına değinen çarpıcı bir film vizyona giriyor: Simurg. 30 Kasım’da vizyona girecek olan film, yakın geçmişimizde cezaevlerinde yaşanan eylemleri konu ediniyor. Yönetmen ve yapımcı olarak Ruhi Karadağ’ın imzasını taşıyan film, 1996′daki ölüm orucu ve süresiz açlık grevi eyleminde sakat kalan altı eski direnişçinin, 2000 yılındaki ölüm orucunda tekrar bir araya gelmesini anlatıyor. Simurg, 2000 yılındaki Hayata Dönüş adlı katliamı da sorguluyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Bağımsız Sinema Atölyesi 01 Aralık’ta Başlıyor

    Bağımsız Sinema Merkezi film yapmak isteyen herkesi bağımsız film atölyesine çağırıyor. Bu atölyede lâf kalabalığına ve boşa geçen saatlere yer yok. Katılımcılar ilk günlerinden itibaren projelere dahil olup istekleri doğrultusunda hangi alanda uzmanlaşacaklarını seçerek ilgili çalışma grubuna katılacaklar. Herkes hem bir filmin ortaya çıkış süreçlerine tanık olma şansına, hem de ilgilendikleri alanda uzmanlaşarak çalışma fırsatına sahip olacak.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü görsele haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Bağımsız Sinema Atölyesi 01 Aralık’ta Başlıyor yazısına devam et
  • Bir Kadın Cinayeti Belgeseli Hani Meral, 25 Kasım’da Feriye Sineması’nda Gösterime Giriyor

    Yönetmenliğini Melek Özman’ın yaptığı Hani Meral, her gün beş kadını kaybettiğimiz kadın cinayetlerinden birini, 22 Haziran 2011 tarihinde eski kocasının 9 bıçak darbesiyle kaybettiğimiz Meral’in hikâyesini anlatıyor. Meral’in yakınlarının tanıklıkları ve kadın şarkıcıların Meral için, kadın cinayetlerine karşı söyledikleri şarkılarıyla belgesel, kadın cinayetlerine karşı sözler ve sesleri birleştiriyor. Belgeselde Aynur Doğan, Feryal Öney, Fulya Özlem, Neslihan Engin, Rojin, Sezen Aksu Şarkılarını Kadın Cinayetlerine Karşı Söylüyor. Belgesel 25 Kasım – 09 Aralık arası her gün 12:30’da, Feriye Sineması’nda izleyici ile buluşacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Alper Kul, Kanal D Cinemania’da

    Ömür Gedik’in hazırlayıp sunduğu Kanal D Cinemania’da bu haftanın stüdyo konuğu Adem Kılıç’ın yönettiği Moskova’nın Şifresi: Temel filminin başrol oyuncusu Alper Kul. Sevilen oyuncu çekimler sırasında Trabzon ve Moskova’da neler yaşadı? Alper Kul’a göre Karadeniz insanının günlük yaşam davranışları nasıl? Filmdeki Karadeniz halk oyunlarına nasıl hazırlanıldı? Ünlü oyuncunun yeni projeleri neler? Editörlüğünü Fırat Sayıcı’nın yaptığı programda vizyona giren yeni filmler, haberler, vs. yer alıyor. Cinemania Programı her Cumartesi Kanal D’de.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Alper Kul, Kanal D Cinemania’da yazısına devam et
  • Ustalara Saygı’da Kemal Sunal Anılıyor

    Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen Ustalara Saygı toplantıları, sekizinci sezonuna Kemal Sunal’a Saygı gecesi ile başlıyor. Faruk Şüyün tarafından hazırlanan etkinlik, 26 Kasım 2012 Pazartesi akşamı, saat 20:00’de Akatlar Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek. Sunuculuğunu Halit Kıvanç’ın üstleneceği anma gecesinin konuşmacıları arasında Ahmet Gülhan, Cem Yılmaz, Fatma Girik, Halil Ergün, Hülya Koçyiğit, Necip Sarıcı, Nevra Serezli, Perihan Savaş, Perran Kutman, Şener Şen, Şevket Altuğ, Yavuz Bingöl, Yıldız Kenter, Zeki Alasya gibi isimler var. Gecede Son Gülen Adam belgeselinden bölümler de gösterilecek.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Ustalara Saygı’da Kemal Sunal Anılıyor yazısına devam et
  • Küllerinden Yeniden Doğmak

    Simurg’u nasıl anlatmalı. Söze nereden başlamalı. 1995 yılında siyasi nedenlerle tutuklanan, çocuğunu hapiste dünyaya getiren, F- tipi cezaevi uygulamasına karşı çıkmak için ölüm orucuna yatan Çiğdem Kazan’ın sözleriyle belki. ‘Kolay değil hücre hücre ölüyorsun, ama etkili. Sömürüsüz bir dünya kurmak için’.

    Ruhi Karadağ’ın on yıllık çalışmasının ürünü olan ‘Simurg’ belgesel öğeleri taşıyan bir kurmaca. Kahramanları gerçek kişiler. 1996 yılında cezaevlerinde ölüm orucuna katılmış ve Wernicke Korsakoff hastalığı nedeniyle şartlı tahliye edilmiş altı mahkûm ve yakınları 2000 yılında daha geniş çaplı olarak birçok cezaevinde yaşanan ölüm oruçlarına ilişkin görüntüleri izliyor, eyleme dışarıdan destek verenleri ziyaret ediyor ve hastalık nedeniyle zayıflamış hafızalarının yettiği ölçüde yaşananları değerlendiriyor.

    Filmin 2010 yılında tamamlanan son bölümünde ise altı kahramanın bugünkü yaşantılarından sahneler izliyoruz. Yalnız başlarına hareket etmekte zorlanıyorlar, yakınlarının yardımına ihtiyaçları var ve halen üçü Avrupa ülkelerinde yaşıyor.

    Kaf dağında yaşayan ve her ölümüyle birlikte kendi küllerinden doğan efsanevi kuş ‘Simurg’ mitolojide ölümsüzlüğün sembolüdür. Öleceği zaman bir tür ateş olup kendini yakan ve kendisinden yeniden doğan ‘Simurg’ özgürlük ve eşitlik özlemleri için kendi bedenlerini ölüme yatıran insanların soylu hikâyesinin de simgesi. Ruhi Karadağ’ın yakın geçmişin acıları üzerine bu son derece saygıdeğer çabası yeni acılar yaşanmaması için sessiz bir çığlık, hâlâ açık ve tedavi edilmeyi bekleyen yaraların şifası için tüm topluma bir çağrı niteliğinde.

    Karadağ’ın açtığı yolda yarım kalmış öyküler de ülkemiz sinemacıları tarafından tamamlanmayı bekliyor. Birbuçuk aylık ceninken annesiyle birlikte cezaevine düşen, 45 gün işkenceye rağmen hayatta kalmayı başarmış, cezaevinde sünnet olmuş, şimdilerde İsviçre’de sürgünde annesine küçükken söylediği ezgiyle destek olan Çiğdem Kazan’ın artık delikanlılık yaşına gelmiş oğlu Cihan Suphi’nin öyküsü örneğin.

    (30 Kasım 2012)

    Ferhan Baran

    ferhan@ferhanbaran.com

    Gezici Festival’de Türkiye Sineması 2012

    Gezici Festival, Türkiye Sineması 2012 bölümünde, ülkemizde bu yıl çekilen uzun metrajlı filmlerden derlenen zengin bir seçki sunuyor. Türkiye’de kadın olma durumu, yakın tarihimizle hesaplaşma ve Anadolu’nun öteki yüzüne bakan filmlerin yönetmen ve senaristleri Gezici Festival’in Ankara galalarında izleyicilerle bir araya gelecek. Festivalin ilk konukları 30 Kasım Cuma günü Zerre filminin senarist ve yönetmeni Erdem Tepegöz ve yapımcısı Kağan Daldal olacak. Ankara galalarına Reis Çelik, Ali Aydın, Orhan Eskiköy, Yeşim Ustaoğlu, Derviş Zaim, Belmin Söylemez ve Zeki Demirkubuz da katılacak.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Bölüm kapsamında gösterilecek filmler hakkında geniş bilgilere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Gezici Festival’de Türkiye Sineması 2012 yazısına devam et
  • Mavi Ring’in Çekimleri Bitti

    Mahkûmların açlık grevinin 35. gününde yaşadıklarını anlatan film Mavi Ring’in çekimleri sona erdi. Filmle, muhalefet tarihinden dramatik bir hikâye daha beyaz perdeye aktarılmış oldu. Türkiye’den Fer Film Prodüksiyon ve Almanya’dan Proserv Productions ortak yapımcılığı ile gerçekleştirilen filmin yönetmenliğini Ömer Leventoğlu yapıyor. İlk uzun metraj sinema filmi kapsamında Kültür Bakanlığı tarafından desteklenen Mavi Ring’in senaryosu Fuat Kav tarafından, 1989 yılındaki Eskişehir’den Aydın Hapishanesi’ne mahkûm sevkini anlatan aynı adlı kitaptan esinlenilerek yazıldı.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Argo Ya da Ben Affleck’in Önlenemez Yükselişi

    Yönetmenliğe soyunan Hollywood starlarının son örneklerinden Ben Affleck. 1997 yılında henüz 25 yaşındayken Matt Damon ile ortaklaşa yazdıkları ‘Can Dostum / Good Will Hunting’ filmiyle özgün senaryo dalında Oscar ödülünü kucakladıktan sonra gösterişli fiziğiyle genç starlar arasında öne çıkmış, ancak sinema tarihinin büyük fiyaskolarından 2003 yapımı Jennifer Lopez’li ‘Gigli’ şöhretini büyük ölçüde gölgelemişti. Yönetmenliğe soyunduğu 2007 yapımı ilk filmi -kardeşi muhteşem oyuncu Casey Affleck’e başrolü verdiği- ‘Kızımı Kurtarın / Gone Baby Gone’ ve oyuncu olarak yer aldığı ikinci yönetmenlik denemesi ‘Hırsızlar Şehri / The Town’ mekân olarak Boston’ı seçen iyi anlatılmış suç öyküleridir. Ancak kariyeri iniş çıkışlarla dolu olan Affleck’in yeniden doğuşu için ABD’de büyük ilgi gören ve bu hafta ülkemizde de gösterime giren üçüncü yönetmenlik denemesi ‘Argo’yu beklemesi gerekecektir.

    Bizde başına ‘Operasyon’ ibaresi eklenerek, açıklamalı ismiyle vizyona sokulan ‘Argo’, İslam Devrimi günleri İran’ında geçen gerçek bir hikâyeden yola çıkmış. Devrik Şah Rıza Pehlevi’nin ABD’ye sığınması üzerine 4 Kasım 1979 günü Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği devrim muhafızlarınca basılır ve 52 konsolosluk görevlisi rehine alınır. Ancak o kaotik ortamda altı kişi kaçarak, kendilerini kabul eden Kanada Büyükelçiliği’ne sığınırlar. Bu kişilerin güvenli bir şekilde İran’dan çıkarılması işi için CIA bünyesindeki ‘kurtarma’ uzmanı Tony Mendez görevlendirilir.

    Yaklaşık 20 yıl sonra Clinton döneminde kamuya açıklanacak olan operasyonun gerçek hikâyesi değme macera filmlerine taş çıkartacak nitelikte. Kanada büyükelçisinin evinde mahsur kalmış altı görevli, dönemin olay filmi ‘Yıldız Savaşları / Star Wars’ taklidi bir uzay serüveni için egzotik mekân aramaya Orta Doğu’ya gelmiş film ekibi üyeleri olarak tanıtılacak ve bizzat büyükelçi tarafından hazırlanmış sahte pasaportlarla Tahran’dan kaçırılacaktır.

    ‘ARGO’, operasyona konu olan çakma uzay filminin adı –raslantı bu ya Cem Yılmaz’ın uzay ve taş devri fantezileri ‘G.O.R.A. ya da A.R.O.G. filmleriyle fena halde isim benzerliği taşıyor-. Bu sahte yapım, İranlı yetkilileri şüphelendirmemek için Hollywood’da gerçek bir yapım ve oyuncu ekibi oluşturulmak suretiyle medyaya tanıtılıyor ve adım adım kurtarma plânı uygulanmaya başlıyor.

    ‘Argo’ öykünün geçtiği 70’li yılların atmosferini yaratmada son derece başarılı. Bu açıdan dönemin Sidney Pollack ya da Alan J. Pakula gibi gözde yönetmenlerinin ‘Three Days of the Condor’ veya ‘The Parallax View’ benzeri politik gerilimleriyle akrabalığı söz konusu. Ancak dönemin politik atmosferinin ayrıntılarını giriş bölümünde açıklayan Affleck’in seçimi politik bir filmden ziyade heyecanlı bir serüvenden yana. İran petrolünü millileştiren seçilmiş başbakan Muhammed Musaddık 1953’te ABD ve İngiltere’nin komplosuyla devrilmiş, sürgünden dönerek yerine ikame edilen Şah Pehlevi’nin zulüm ve işkence diktatörlüğü Ayetullah Humeyni’nin İslam Devrimi’ni hazırlamıştır. Kaotik bir devrim sonrası dönemidir. Amerikalı üst düzey yetkilisinin ağzından belirtildiği üzere ‘İranlıların Şah Rıza’yı başlarına belâ eden ABD’den intikam alma, karşılık verme dönemidir bu’. ‘Şah oğlumu Amerikan silâhıyla öldürdü’ diye feryat eden sokaktaki adamın öfkesi tüm ülkeyi sarmıştır. 35 milyon insanın devrim şehidi olma arzusuyla sokaklara taştığı böylesine bir ortamda silâha başvurmadan bir kurtarma operasyonuna soyunmak gerçekten yürek istemektedir. Affleck işin bu cephesine ağırlık vermiş, tıkır tıkır işleyen bir serüvene imza atmış.

    Hazırlanan plân gereği operasyonun Hollywood’la ilişkisi filmin iki farklı tondan yürümesini sağlamış. Bu açıdan son dönemin en başarılı senaryolarından biri var karşımızda. Tahran’daki ölüm kalım savaşının gerilimi ile dönemin Hollywood’uyla ince ince dalgasını geçen komik ton çok iyi dengelenmiş. Burada çakma filmin yönetmen ve makyaj ustasını canlandıran Alan Arkin ve John Goodman’ın nefis yorumları ile senaryo yazarı Chris Terrio’nun benzersiz diyaloglarının büyük katkısından söz etmeden geçmeyelim. Bir de filmin medya’ya tanıtıldığı Beverly Hilton’daki çakma basın toplantısıyla, İran zindanlarındaki sahte infaz töreninin koşut kurguyla verildiği o güzelim sekanstan.

    Barry Gibb tarzı saç modeli ve sakalıyla yetmişlerin kurtarma ajanını bizzat canlandıran Ben Affleck’in bugünlerde keyfi epeyce yerinde. Jimmy Fallon’ın ‘Late Night’ı benzeri şovlardaki neşeli esprilerine yansıyan memnuniyetinde seyircinin büyük ilgisi kadar Amerikalı ve Fransız eleştirmenlerin övgü dolu yazılarının da payı var kuşkusuz. Yeni bir Clint Eastwood olup olamayacağını ise bundan sonra çekeceği filmler gösterecek.

    (30 Kasım 2012)

    Ferhan Baran

    ferhan@ferhanbaran.com

    Alper Çağlar ve Cengiz Coşkun, Klak Sinema Programı’nda

    Bugün TV, Klak Sinema Programı’nın bu haftaki stüdyo konukları, Dağ’ın yönetmeni Alper Çağlar ve oyuncusu Cengiz Coşkun. Çekimler sırasında nasıl zorluklarla karşılaştılar? Nefes: Vatan Sağolsun filmi ile karşılaştırılmalarına ne diyorlar? Sinema yazarlarından gelen eleştirilere ne cevap verdiler? Seyircilerden nasıl yorumlar aldılar? Favori filmleri hangileri? Dağ’ın devamı gelebilir mi? Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 2’nin özel görüntüleri, yıldızları ve çok daha fazlası Klak’ta. Gizem Ertürk’ün hazırladığı Klak Sinema Programı, 24 Kasım Cumartesi günü 13:20’de Bugün TV ekranında.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Alper Çağlar ve Cengiz Coşkun, Klak Sinema Programı’nda yazısına devam et
  • Hayat Sahnesinde Kendimizi Nerede Konumlandırıyoruz?

    Bu röportaj, özellikle üniversite öğrencilerini, işimiz de sinema olduğu için özellikle Sinema-TV öğrencilerini merkez alan bir sohbet oldu. Peki, neden mi? Bildiğiniz gibi yalnızca İstanbul’da değil Anadolu’nun her köşesinde iletişim fakülteleri ve buralarda okuyan binlerce öğrenci var. Peki, sinema ve televizyonun merkezi neredeyse tek bir şehirken ve orada da tüm köşeler kapılmışken bu öğrenciler nasıl kendilerini ispat edebilecekler? Her şeyden önemlisi ne yapmak istediklerini biliyorlar mı? Bilgi Üniversitesi Sosyal Girişimcilik Adaylık Kurul Üyesi Remzi Durmuş yanıtladı…

    Öncelikle eğitim sistemimizin bireyi yetiştirmekte çok eksik kaldığı aşikâr. Peki bu noktada birey üniversite hayatı boyunca kendisini yetiştirmek, geliştirmek adına neler yapmalı?

    Sizin vesilenizle bütün okurlarınızı sevgiyle selâmlıyorum. Gittiğim üniversitelerde öğrencilerde şu tabloyu görüyorum. Ben okulu bitirince ne iş yapacağım? Düşünün ki, bir öğrenci ömrünün 20 – 25 yılını eğitime adıyor da daha ne iş yapacağını bilmiyor. Yani bilgiyi nasıl maddi bir değere dönüştüreceği hakkında bir fikri yok.

    Bu bağlamdailk önce bireyi ele alalım. Birey önce kendini tanımakla işe başlamalı, güçlü yönlerim, zayıf yönlerim neler, hangi alanda daha başarılıyım, o alanın geleceği nasıl, hedeflerim neler, oraya erişmek için hangi süreçlerden geçmem gerekir, şu an bu süreçlerin neresindeyim? Kendini doğru tanımlayan öğrenci yolunu daha rahat bulur. Ve belirli bir plân dahilinde yolunda ilerler. Girişimcilikte bu plânlardan birisidir.

    Üniversitelere gelecek olursak. Bir kere tek tip ezberci eğitimden vazgeçmeleri gerekmektedir. Akademisyenler sadece bilgi veren değil aynı zamanda fikir ve proje üreten olmalıdır. Üniversiteler sanayi ve ticaret odaları ile işbirliklerini arttırmalıdır. Öğrencileri tüketiciliğe değil, üreticiliğe sevk eden sistemleri olmalıdır. Bakınız bugün öğrenciler okumaktan sıkılıyor. Bir an önce okulu bitirip şu diplomayı alıp gideyim diyor. Bunun en önemli nedeni bu sistemdir. Üniversitelerde uygulamalı girişimcilik eğitimleri verilmeli, memur olma algısı kırılmalıdır. Türk ekonomisinin 2023’teki hedeflerini yakalaması yeni girişimcileri oluşturmasına bağlıdır.

    Diğer bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Üniversitelerin bir başka önemli görevi de bulunduğu şehrin alt yapısına, mimarisine, kültürüne, sanatına, kalkınmasına katkı sağlamaktır. Nitekim üniversitelerin en önemli uygulama alanları da bulunduğu şehirlerdir. Ne var ki, üniversiteler şehre yabancı.

    Girişimcilik dediniz. Nedir girişimcilik, nasıl girişimci olunur?

    Girişimcilik temel olarak bütün risk faktörlerini göz önünde bulundurarak girişimde bulunan kimsedir. Bu kavram Amerika’da 1950’lerden beri varolagelmiştir. Türkiye’de ise 10 yıldır kamuoyunun gündeminde. Bu söylem Amerika’da 15 trilyon dolarlık bir ekonomi yarattı. Hatırlatmak isterim. Bir ülkenin kalkınması, girişimcisine verdiği önemden geçmektedir.

    Girişimci olmak için her şeyin başında iyi bir fikrinizin ya da projenizin olması gerekmektedir. Bunun içinde özellikle genç arkadaşlardan ricam, iyi bir analiz ve gözlemde bulunmaları; insanların neye ihtiyacı var, İnsanlar neye harcama yaparlar, geleceğin yeni teknolojileri ve iş alanları neler olabilir?

    İletişim Fakültesi öğrencilerini baz alırsak gazetecilik, yeni medya ya da Sinema-TV okuyan öğrencilerin kendi işini kurmak gibi ihtimalleri neredeyse imkânsız. En fazla birkaç arkadaş biraraya gelip belki bir yapım şirketi kurabilirler ama bu da çok tercih edilen bir şey olmayacaktır haliyle…

    Bakınız, hayatı okunan bölümle ile sınırlamanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Bugün kampüs duvarlarından öte hayalleriniz yoksa zaten başarılı olamazsınız. Steve Jobs okumadı ama milyar dolarlık şirketler kurdu.

    Aslında burada temel sorun şu, hayat sahnesinde kendimizi nerede konumlandırıyoruz. Yaptığımız konumlandırmaya göre de çalışmalarımız şekilleniyor. Ama alan olarak bakacak olursak, iletişim mezunu olupta kendi girişim hikâyesini oluşturan birçok mezun biliyorum.

    Buradaki sorun mesleki olmaktan da ziyade algı ve vizyon meselesi. Hep ifade ediyorum. Bizde öğrenciye bilgi verilir ama onu nasıl maddi değere dönüştüreceği söylenmez.

    Hayatında neredeyse hiç kitap okumamış üniversite öğrencisi gördüm ama sinemaya gitmeyeni, televizyonda da olsa bir film izlemeyeni yoktur… Peki sinemanın insan eğitimine katkısı nedir?

    Amerika sinema üzerine bir kültür endüstrisi kurdu. Siyasi olarak bakacak olursak, bir toplumu etkilemenin en kolay yoludur. Amerika savaşlardan istediği düzeyde elde edemediği başarıyı film sektörüyle elde etmiştir. Psikolojik olarak bakacak olursak, bir topluma belirli fikir ve düşünceleri entegre etmenin kolay yoludur.

    Kültürel olarak bakacak olursak, sinemayla kendi kültürünü farklı toplumlara enjekte edebilirsin. Nitekim Amerika senelerce bunu yaptı. Türkiye’de sinema sektöründe çok yol kat etti. Ama bu alanda daha çok alt yapı yatırımına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

    Sektörde kadın olmanın zorluklarını herkes biliyor. Ama iş sinema, televizyon ya da gazetecilik olunca kadınların işi daha mı zor?

    Türkiye’de genel olarak kadının zor bir yaşam serüveni var. Bugün kadının ekonomideki yeri % 27’lerde, Avrupa’da bu oran % 60-70’lerde. Düşünün bir toplumun yarısı yükselirken diğer yarısı yerinde sayarsa o toplum kalkınabilir mi?

    Son olarak neler söylemek istersiniz okurlarımıza?

    Bir toplumun gelişim, değişim ve eğitiminde medyanın önemli bir yeri var. Burada okurlarınızın bilgilenmesi ve sosyal bir fayda sağlamak amacıyla böyle bir röportaj yaptınız. Bu tür çalışmalarınızın artarak devam etmesini ve bu çalışmaların diğer medya mensuplarına da örnek olmasını dilerim.

    Değerli bilgilerinizi bizlerle paylaştığınız için teşekkür ederim.

    Bu güzel sohbet için ben teşekkür ederim.

    (30 Kasım 2012)

    Gizem Ertürk

    Viyana Türk Filmleri Haftası ve Film Marketi

    Büyülü Fener Kültür Sanat Derneği’nin düzenlediği Viyana Türk Filmleri Haftası ve Film Marketi, 29 Kasım – 03 Aralık 2012 tarihleri arasında Künstlerhaus Kino’da yapılacak. Yeni Türkiye Sineması’nın ödüllü örneklerinin gösterileceği etkinlik süresince, sinema profesyonelleri de Film Market’te buluşacak. Viyana Türk Filmleri Haftası’na, senaristi ve yönetmen Yüksel Aksu, yapımcı Muharrem Gülmez, yönetmen Tayfun Pirselimoğlu, oyuncu Nazan Kesal, senarist ve oyuncu Ercan Kesal, oyuncu Türkü Turan, senarist ve yönetmeni Onur Ünlü ile yapımcı Funda Alp konuk olarak katılacak.

  • Basın Bülteni
  • Gösterilecek filmler hakkında geniş bilgilere ve yüksek çözünürlüklü afişe haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Viyana Türk Filmleri Haftası ve Film Marketi yazısına devam et
  • Bu Tam If’lik Dediğin Kısayı Sen Öner

    Şubat ayında 12.si yapılacak olan If İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, Türkiye’den Kısalar bölümü için önerilerinizi bekliyor. Festival’in 2013 seçkisi yönetmen ve yapımcıların yanı sıra izleyicilerin kısa önerilerine de açık. Festivalin uzun metraj filmler dışında hareketli görüntü ile hazırlanmış her türlü kısa metrajlı üretime dair son bir yıl içerisindeki eğilimlerin bir derlemesini yapmak amacıyla hazırladığı Türkiye’den Kısalar bölümü için bu yıl farklı sürpriz bir uygulama yapılıyor ve yalnızca yönetmenler ile yapımcılar değil tüm izleyicilerin önerileri değerlendirmeye alınıyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Bu Tam If’lik Dediğin Kısayı Sen Öner yazısına devam et
  • Hayaletli Evde Korku Zamanı

    Görünmeyenler
    Yönetmen: Melikşah Altuntaş
    Senaryo: Caner Özyurtlu-Serhat Hasanoğlu
    Görüntü: Alper Özyurtlu
    Oyuncular: Nihan Okutucu (Selin), Deniz Özmen (Onur), Duru Ok (Merve), Enes Atış (Yabancı)
    Yapım: AC Film-Pinema (2012)

    Sinema yazılarının ardından korku filmiyle yönetmenliğe geçen Melikşah Altuntaş’ın yönettiği “Görünmeyenler”, Amerikan korku filmi “Paranormal Activity” serisinden epeyce ilham almış. Tek mekânda geçen film, birçok anı kamera kayıtlarıyla yansıtıyor. Küçük Duru Ok’un oyunculuğuna da övgü.

    Ekonomik durumu bir hayli yüksek aile, köşk satın almışlar. Taşınmadan önce de büyükçe eve badana yapılıyor. Selin ve Onur, birbirine aşık bir çift. Aşklarının meyvesi küçük Merve. Filmde görülen birçok şey kamera kayıtlarından yansıyor. Bir ailenin kendi belgeseli gibi bu film. Onur’un çektiği ilk görüntülerle seyirci de atmosferin içinde dolaşıyor ve bir şeylerin yolunda gitmediğini hissetmeye başlıyor. Bozulan ve karıncalaşan görüntünün üzerinde hep “İstanbul Emniyet Müdürlüğü Arşivi” yazıyor. Görüntü kararınca küçük bir kızın, Elif’in görüntüsü de beliriyor. Hayalet Elif’i bir tek Merve görüyor, onunla konuşuyor. Selin ve Onur, kızlarının sırtında morlukları fark edince, Onur bakıcı kadından şüpheleniyor. Evin her yerine ve avluya güvenlik kameraları da yerleştiriyor aile. Yönetmen, bakıcının üzerindeki şüpheyi, ailenin ve seyircilerin üzerinden atıyor gecikmeden. Merve, gecenin bir yerinde çatıdaki odasında uyanıp, hayalet Elif ve arkadaşlarıyla oyunlar oynuyor. Merve, ailesinin dışında bir dünyada yaşıyor sanki. Onur, bir iş gezisi için Tokyo’ya gittiğinde, korku evi ve perdeyi kuşatmaya başlıyor. Hayaletler daha yoğun ortaya çıkıyor ve şiddet de çoğalıyor. Yatak odasında dolabın kapısı gibi algılanan kapının ardında başka bir dünyaya giriliyor. Bu mekân daha önce anaokuluymuş. Evin altındaki yeri Selin’le beraber seyirci de keşfediyor.

    Sahte belgesel ruhu…

    1987 doğumlu yönetmen Melikşah Altuntaş, sinema yazılarıyla adını duyurmuş. 2012 yapımı “Görünmeyenler” korku filmi onun ilk çalışması. Genç yönetmenin, kamera kullanımı insanı heyecanlandırıyor. Bazen Onur’un, bazen Selin’in, bazı anlarda da Merve’nin gözlerinde olan kamera, evi ayrıntılarıyla yansıtıyor. Amatör el kamerasıyla yapılan çekimlerin ve kurgunun çarpıcı olduğunu belirtmeliyiz. Her şey bu kadar açık görünmesine rağmen yine de her şey gizemli. Hikâyenin içine girdikçe bazı şeyler usul usul kendini fark ettiriyor. Yönetmen, geciktirim yaparak gerilimi çoğaltabiliyor. Bununla beraber merak duygusu da çoğalıyor. Bütün bunlar, sinemamızda korku-gerlim filmlerine umut bağlamamızı sağlıyor biraz. Korku sinemasındaki en önemli özellik gotik ruh. Yönetmen, gölgeleri öne çıkartan ışık düzenlemeleriyle bu ruhu yaklaşabilmiş. Birçok şeyin, bir tür oyuncu olan kameralarla yansıtılması da iyi bir fikir. Ama özgün değil elbette. Filmin derinliğinde dolaşınca bazı şeylerin yabancı gelmediğini fark ediyorsunuz. Yönetmen ağırlıklı olarak, çok başarılı “Paranormal Activity” seri korku filminden ilham almış. Amerikan yapımı “Paranormal Activity” serisi, “mokumanteri” denilen “sahte belgesel” tarzında çekilmişti. Yönetmen Altuntaş’ın filmi de doğal olarak aynı yoldan gidiyor. Altuntaş’ın filmini genel olarak beğensek de diyalogları zayıf bulduk. Üzerinde biraz daha çalışılıp doğaçlama hissi çoğaltılabilirdi. Ama, filmin atmosferi etkileyici. Etkileyici olan bir de Merve’yi canlandıran küçük Duru Ok var. Bu küçük oyuncuya övgü gönderiyoruz. Sinemamızda doğaüstü (metafizik) filmlerin olması iyi bir şey. Ama yine de bir eksiklik var. O da polisiye sinemanın Yeşilçam’da hâlâ zayıf ve yetersiz olması.

    (29 Kasım 2012)

    Ali Erden

    ailerden@hotmail.com