Öncelikle yazmak istediğim, bir gazetenin (ilgili sayfasının) manşetine koyduğu gibi Esmer ile Ustaoğlu “pişti oldu” yargısı doğru değil. Bir konu (konular da aynı değil) aynı dönemde (farklı dönemlerde de olabilir ama bunlar aynı dönemde) iki yönetmen tarafından işlenebilir. Filmlerin benzerliği ileri sürülebilir ama yine de ayrı filmlerdir. Araf ile Gözetleme Kulesi konuları da ayrı olan filmlerdir; benzerlik aramaya kalkışmak, birçok şeyin görmezden gelindiği ortamımızda biraz garip olur.
Olgun Şimşek ile Nilay Erdönmez’in oynadığı kişiler Araf’ın kişileri Neslihan Atagül ile Barış Hacıhan değildir. Seher’in (Nilay Erdönmez) durumu (ve konumu) ile Zehra’nın (Neslihan Atagül) durumu (ve konumu) da aynı değildir. Geldikleri yer-ler itibari ile Nihat (Olgun Şimşek) ile Olgun (Barış Hacıhan) da çok farklı kişilerdir.
Sinemaları benzer görünse (bile – ?) Ustaoğlu ve Esmer’in sinemaları da farklıdır. Esmer’in filminde senaryodan (o da Esmer’in) kaynaklanan (askıda kalan) bazı sorunlar olabilir [‘bebeğin’ o kadar süre, -açık havada- kazasız belâsız (?) kalması…] ama bunlar bütün film içinde -görmezden gelinmese de- atlanabilecek şeyler. Zehra, düşünüp taşınıp, gidip cezaevindeki Olgun ile evleniyor -filmin finali ama sonu değil! Seher ise, Nihat gözetlemek durumunda olduğu ufkuna -hiçbir şey görmeden- bakarken, kulenin odasında (herhalde) uyuyor, üstelik Zehra’dan farklı olarak bebek de yanında, filmin finali. Nihat ile Seher için ise bilmem kaçıncı günün farkında olmadıkları bir saati ama biten film, Nihat ile Seher’in ne olduğu belirsiz ilişkileri (adı karı/koca konsa da, o zaruretten doğan bir şey…).
Son dönem filmlerimiz, eski dönemlerde pek alışık olmadığımız finallerle -buna bitti denmez ama- bitiyorlar… dolayısı ile anlatılan öykü bitmiyor. Esmer de bilmiyor, Ustaoğlu da… Nihat ile Seher’in, Zehra ile Olgun’un sonlarını… bilmeleri de gerekmiyor. [Burada şunu yazmak istiyorum, Faruk Kenç’in son filmi Boş Ver Doktor’u (1962) ilk seyrettiğimde -ikinci kez görmedim zaten-, toplumun farklı katlarından gelen iki sevgilinin olaylardan sonra birbirlerine sarılarak öpüşmeleri (final) sırasında düşündüğüm şey, film -geçmişteki olaylar olmak koşulu ile- bu anda başlasa ne-ler olurdu?]
Gözetleme Kulesi’ne dönersek, Nihat’ın ormanda bulduğu, “kuleye” getirdiği, yontmaya çalıştığı, biçimsiz, budaklı ağaç parçasını, bir süre seyrettikten sonra, o kadar emek (!) vermesine rağmen -Seher de eline alıp incelemişti- “altı çizilen hiç bir tepki / hareket yapmadan”, ocağa, ateşe atması… Filmlerimizde bunun gibi sahnelere alışmalıyız, fakat takılmamalıyız. (Ben çok beğendim.)
Gözetleme Kulesi gösterime girdi. Çekilmiş olması ve gösterime girmesi önemli. Bu yıl hâlâ yeni filmler çıkmaya devam ediyor, çoğu da yönetmenlerinin ilk filmleri. Esmer ise bu ikinci filmi ile de ilginç bir olayı filme almayı başardığı gibi, film seyredilmeyi de hak ediyor. Gişesi ne kadar olur bilemem ve gişe sonuçlarını izlemiyorum ama bu filmlerde izlenmeli, filmlerin (yönetmenlerin) kaderi belirlenmeli…
Yeni filmlerinin “merakla” beklendiği Esmer, sonraki filmini ne zaman çıkarabilir, bunu bilmek mümkün değil. Eski Yeşilçam günlerinde işi (yönetmenlik) meslek edinenler (yönetmen-ler) ilk filmini yaptıktan sonraki yıllarda yönetmenliğe devam ederlerdi… ama onlar çoğunlukla yapımcı filmleri idi. Şimdi “sinemamızın en önemli değişimi” yaşanıyor, yine eski tip filmler yapılıyor ama “yönetmen filmi” diyebileceğimiz filmler de var. Bir kaç yıl ara ile yapılıyormuş, ne gam. Yenilenen Türk Sineması diye onların adı anılıyor, yurt dışında -içeride salon bulamasalar da- festival festival dolaşanlar da onlar.
Bütün bu yapım sürecinin işleri dışında, Gözetleme Kulesi birçok kusurlarına rağmen, anlatmak istediği (benim anladığım) Nihat ve Seher’in yaşamlarının keşişmesinden (filmi oluşturan bölüm) sonraki bölüm yönetmen tarafından bir yerden sonra izlenmiyor, film bitiyor ama daha yaşanacaklar var. Yeni filmlerimizde “son” yazmamasının bir özenme olmadığı sanıyorum, film bitiyor ama olay bitmiyor, sona eren bir şey yok, zaten hayat da bitmez (bazı durumlarda, bazı kişiler dışında).
Nihat ile Seher bir gün şehre inerler (aynı anda olması gerekmez), Zerre’nin Zeynep’ine de bir gün rastlayabiliriz, Araf’ın Mahur’u da bir gün yolda (biz otobüste iken) yanımızdan kamyonu ile geçebilir, Zehra bir süre sonra Olgun’dan boşanabilir, Nihat ile Seher de yıllar sonra -belki isteyerek, belki istemeden- bir yerde karşılaşabilirler (!) ama biz (sinema seyircileri) Ustaoğlu’nun, Tepegöz’ün, Esmer’in anlattıkları ile yetinelim. Sanat, ne düzenleyicidir, ne yön gösterici, -kişilileri ele almak ön koşulu ile- bize yaşamlardan, “karar aşamalarından” kesitler gösterir. Bu yargı, standart, kesin değildir… Yazdıklarım -doğal ki bunlarla sınırlı değil-, şimdilik Gözetleme Kulesi’nin, Araf’ın, Zerre’nin bıraktığı genel izlenimler…
(26 Kasım 2012)
Orhan Ünser