Evet, Müşfik Kenter bir tiyatrocu, öncelikle bir oyuncu ve sahneye koyucu, değişiklikler içeren bir ses kullanımı var. Bütün bu özellikleri ile sinemacılarımızın ilgisini çekmekte gecikmiyor. Yine yetenekli bazı tiyatro sanatçıları -hâlâ- sinemada (oyuncu) olarak kullanılmamıştır ama dediğimiz gibi, sinemamız Müşfik Kenter’i es geçmemiştir.
Birçok kez sahnelerde seyrettiğim böyle bir oyuncunun sinemadaki oyunculuğu için ne yazabilirim diye düşündüm… Sinemasını inceleyemem, çünkü oyuncu ama oyunculuğu konusunda yazabileceklerim var. Öncelikle aklıma Tunç Başaran’ın Murtaza (1965) filmi geliyor. Murtaza, Bekçi Murtaza… Orhan Kemal’in romanından çıkıp edebiyatımızın başköşesine yerleşen bir karakter. o karakterin sinemada yeniden üretilmesi öncelikle yönetmenin, sonra (belki de daha) öncelikle oynayacak oyuncunun altına girebileceği bir yük. Ama, Murtaza, Kenter için hiç zaman bir yük olmayacaktır. Sahnede birçok kişiyi canlandıran Kenter, Murtaza’da sinemamızın unutulmazları arasına katılacaktır, Başaran’ın filmini unutabilirsiniz, -ama gördü iseniz- Murtaza’dan (Kenter’den) birkaç görüntü, hiç olmayacak yerlerde karşınıza çıkabilir. “Disiplin, çalışma disiplini” uğruna, uyurken yakaladığı kızına attığı tokatla, ölümüne neden olmasını anlayamayan Murtaza’nın, hiçbir şey olmamış gibi ama birçok şeyin yıkılmış olduğu bilgisini sezinlemiş (yine söylüyorum anlamadan) gibi, boşluğa, (kameraya / seyirciye, -hiç bir şey görmeden sonsuzluklara) bakmasını… ve filmin “son” yazısı çıkar.
Kenter, Akad ustanın yaptığı Sessiz Harp (1961) filminde Murat Davman (sinemamızın tarihini bilenler kim olduğunu bilir) olur. Akad ustanın bir filminde oynamak… Erksan’ın, nerede ise sinemamız tarihi ile özdeşleşmiş (ama “ama-ları” hiç bitmemiş) filmi Sevmek Zamanı (1965)’nın yağlıboya ustası Kenter’de bir başka Kenter’dir. Boş bir evde karşılaştığı bir fotoğrafa (fotoğraftaki kıza) aşık olup, onunla sessiz konuşmalar yapan, karşısına kızın kendisi çıktığı zamanda “Ben seni değil, fotoğrafını -yoksa resmini mi ?- seviyorum” diyebilen bir dünyanın kişisi… ama -anı donduran- fotoğraf sabittir, hareket edemez, o karşısında hareket eden, konuşan, değişik durumlara giren / girebilen / ister istemez giren bir kız, bir süre sonra -hele de kendi de yaklaşırsa- daha ilginç olabilecektir… Bunlar Erksan’ın filminin olguları ama oradaki erkek karakter, her gece belli bir saatten sonra beraber çalıştığı arkadaşının da makûl karşılaması ile çalıştıkları evin içinde yol alarak, salondaki fotoğrafın karşısına yerleştirdiği koltuğa gelip -kim bilir, kaç saat- oturan kişiyi de oynayan Kenter, Erksan’ın “o yükümlülüğü” teslim ettiği oyuncu…
Haldun Dormen’in, hem tiyatroda, hem sinemada yönettiği Bozuk Düzen (1965). Ben oyunu Dormen Tiyatrosu’nun oynayışı ile değil AST’ın oynayışı ile seyrettim. Anneleri ölen kardeşlerden -daha önce verilmiş bir borçtu, yanılmıyorsam- alacağını isteyen sarhoş enişte rolünde AST’ta sahnede İsmet Ay’ı seyretmiştim. Dormen’ın sinema uyarlamasında ise aynı eniştede Kenter’i -yine sarhoş- (hemde mezarlıkta, cenaze sırasında)… 1966 3. Antalya Film Festivali’nde “En Başarılı Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü” için seçiliyor. (Diğer adaylar kimdi?, ama hak edilmiş bir ödüldür…)
Tabii ki Kenter’in sineması bunlar değil ve burada bitmiyor. Zaten tiyatro her zaman devam etmişti… ama Tevfik Başer ile yurt dışında da sinema çalışmasını sürdürmesini devam ettirdi: Farewell, Stranger (Elveda Yabancı) (1991). Sinema oyunculuğu, sınırları aşmada tiyatroya göre öncelik taşıyor galiba. Kenter gibi bir sanatçı için aslolan oyunculuk olunca tüm bu ayrımlar yapay kalıyor. Tek kişilik bir oyunu yirmi yılın üzerine taşımak (ilk seyirciler ile son seyircilerin kuşak farkı…). Yüzlerce oyun, onlarca film ama yine de tüm bunlar -toplam olarak bile- Kenter’i değil, tiyatromuz (ve sinemamız) önemli -yeri kolay doldurulmayacak- bir unsurunu yitirdi. Alkışlamaya devam edin ama bunlar kendiniz için olacak, bir borç öder gibi…
(16 Ağustos 2012)
Orhan Ünser