İlk bakışta ben de herkes gibi onu The Cure grubunun efsanevi solisti Robert Smith’e benzettim. Ama açıkça belli ki 50’li yaşlarında olmasına rağmen hâlâ 20’lerinde gibi görünen – giyinen Robert Smith, yönetmen Paolo Sorrentino’ya fazlasıyla ilham kaynağı olmuş. Nihayetinde bu rengi atmış, benzi olmuş, melankolik ve depresif adam ne Robert Smith, ne de bir başka rock yıldızı. Yalnızca herhangi biri, belki de hepsinden bir parça, bir yansıma. Bu adamın dış görünüşünden aldığımız ilk izlenimler bunlar.
Biraz daha yakından bakınca bu orta yaşlı adamın kendisini geçmişte bir yerlerde bıraktığını anlıyorsunuz. Uzun yıllardır aynı giysileri giyiyormuşçasına yıpranmış görüntüsü sanki yaşayan bir ölü, yıllardır okunmamış tozlu bir kitap, ömrünü tamamlamış bir kaset çalar gibi.
Paslanmış ve çürümüş. Sanki hiç geçmek bilmeyen zamanı daha da ağırlaştırmak, hatta elinden gelse durdurmak istercesine… Bir fırsatı olsa ait olduğu yere, geçmişe geri dönecek ya da oracıkta ölüverip bu ızdırap dolu günlerine son verecek.
Müzik kariyerinin şansız bir şekilde sonlandığını tahmin ettiğimiz bu adam, neyse ki yapayalnız değil. Onu seven bir karısı ve 16’lık gotik bir arkadaşı var. Biz ne olacak diye beklerken film hiç umulmadık bir yola sapıyor ve bu miskin adama hayat öpücüğü, yani bir amaç veriyor.
Dünyayı kurtarmaya soyunmak kadar büyük, ya da bir çiçeğe su vermek kadar küçük, her ne olursa olsun hiçbir işe bulaşmayacak kadar kararlı görünen kahramanımız ölen babasının ardından akla hayale gelmeyecek bir işe soyunuyor; babasına toplama kampında işkence etmiş bir Nazi subayını bulmak için yollara düşmek! Evet böylesine tuhaf bir filmde olabilecek en enteresan yol ayrımlarından birisi bu.
Sean Penn’in performansına hayran kalmamak elde değil ama açıkçası filmin böyle bir yola sapmasından hoşlanmadım. Evet amaçşa, amaç olabilecek bir milyondan fazla ihtimalin içinden dünyada son kalan Nazilerden birinin peşine düşmek ama biz bu film çok gördük dedirtti bana. Ne bileyim, bir köpek alıp onu büyütmeyi ya da dünyanın herhangi bir yerinde nesli tükenmekte olan bir türü kurtarmanın peşine düşsün bu adam ama Nazilerin peşinde düşmesin artık.
Ama Cannes’dan Sean Penn’i tavlamak kolay iş değil nihayetinde, özellikle Lars Von Trier’in Hitler çıkışından sonra Cannes’dan kovulması olayını anımsarsak. Birilerini pohpohlamadan sektörde tutunmak kolay iş değil ne yazık ki.
(11 Temmuz 2012)
Gizem Ertürk