Sinema Dergisi’nin düzenlediği bir anket, bu konu hakkında düşüncelerimi genç sinemacılarla paylaşmaya zorladı. Sinema Dergisi, 5.000 kişiyle internet üzerinden yaptığı anketle yüzyıl içinde yapılmış Türk filmeri arasında “en iyi 10 filmi” seçmiş. Bu ülkede yapılan 6.500 film arasında en iyi 10 filmi sinema tarihçilerine, araştırmacılara ve konunun uzmanlarına değil de internet kullanan genç insanlara sorarak bulmuşlar.
Elbette çoğu genç olan bu sinema seyircileri, seyrederek etkilendikleri filmler arasında çok yanıltıcı sonuçlara ulaşmışlar. Bu sonuçların bir değeri olmayabilir. İlgilendiğim konu bu değil. Beni düşündüren, seçenlerin gençler olması ve seçilen filmlerin çoğunlukla “gişe”de başarılı filmler olması. Son yıllarda sinema alanında kariyer yapmak isteyen genç yönetmenlerin hızla çoğaldığını görüyorum. Bir yılda çekilen 70 filmin neredeyse 50’si “ilk film” olarak genç yönetmenlerin filmi. Bu yazım onlara yöneliktir.
Ankette seçilen filmlerin “gişe” filmleri olmasının altını bilerek çiziyorum. Bir çoğunu bende beğenerek izledim. Elbette sinema bir kitle sanatı olarak “gişe”yi göz ardı edemez. Ancak “Sinemada kariyer” söz konusu olunca -ki sinema da kariyer öncelikle yönetmene ait bir vasıftır- tek başına “gişe” yönetmenine kariyer sağlayamaz. Yönetmeni ve filmini sinema tarihinde unutulmaz kılan ve akıllarda kalmasını sağlayan sır, hüner ve güç “gişe”yle âlâkalı değildir. İşte bu noktada genç yönetmenin taze ve dupduru yaratıcı gücünün “gişe tuzağı”ndan uzak durması için anket sonuçlarına değil Türk Sineması’nın “kariyer sahibi” yaratıcılarının kimler olduğuna bakması gerekiyor.
Yüz yıl içinde binlerce filmi yapan yüzlerce yönetmen arasında adını sinema kariyeri açısından sayabileceğimiz yönetmen sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu isimleri sayarsak meramımızı anlatmış oluruz. Eski kuşaklardan Lütfi AKAD, Metin ERKSAN, Atıf YILMAZ, Yılmaz GÜNEY, Şerif GÖREN, Zeki ÖKTEN, Ömer KAVUR’u yeni kuşaktan da Nuri Bilge CEYLAN’ı ekleyebiliriz. Reha ERDEM, Derviş ZAİM ve Semih KAPLANOĞLU’nun da parlak kariyerlere ulaşacak üç isim olacağını düşünüyorum. (Adlarını anmak istediğim ve sevdiğim bir çok yönetmen arkadaşımın bana güceneceğini düşünerek belirtmeliyim ki; benim ölçü aldığım kariyer eleği, dünya sinemasıdır.)
Genç yönetmenlerin yolunu parlak ışıklarla aydınlatan bu isimlerin yaptığı filmlerin hiç birinin gişesinde birkaç milyon bilet kesilmemiştir. Yılmaz GÜNEY’in “UMUT” isimli filmi ilk gösteriminde seyircinin ilgisini çekmediği için, birkaç gün içinde afişlerden indirilmiştir. Film yasaklanıp Danıştay kararı ile gösterilince, birkaç sinemada yeniden gösterilmiştir. “UMUT”, Yılmaz GÜNEY sinemasının tek ve unik örneği olarak Yılmaz’ı dünya sinemasına taşımıştır. Yılmaz GÜNEY’in sinema kariyerini parlatan ve unutulmaz kılan, üç önemli filmin “SÜRÜ”, “DÜŞMAN” ve “YOL” filmlerinin senaryolarını yazmış olmasıdır.
Anketçilerin henüz piyasada DVD’si bile olmayan “UMUT”u görmeleri elbette mümkün değildi. Metin ERKSAN’ın “SUSUZ YAZ”ı ve “YILANLARIN ÖCÜ”nün de seyredilebildiğini de sanmıyorum. “SUSUZ YAZ” Berlin de “Altın Ayı” kazandığıda unutulmuş olabilir. Zeki ÖKTEN’in “SÜRÜ” filmi az çok adını duyurmuş olsa da “FAİZE HUCÜM” isimli beş “altın portakal” kazanan filmi, sinemalarda bir hafta afişlerde kalamamıştır. Nuri BİLGE CEYLAN’ın bir sinema klâsiği olan “KASABA”sı tek kopya olarak bir sinemada bir hafta gösterim yapabilmiştir. Nuri’nin diğer filmleri de gişe de başarılı sayılmaz. Öte yandan Nuri’nin on yıl içinde yaptığı altı filmden beşi dünyanın en prestijli festivali olan CANNES’a seçilmiş ve biri hariç hepsi de en önemli ödülleri kazanmıştır. Bir diğer filmi de “MAYIS SIKINTISI” Berlin’e seçilmiştir. Bu filmler dünyanın bir çok ülkesine satılmış ve sadece Fransa’da bizdeki gişe rakamlarını ikiye katlamıştır. Devlet, Türkiye’nin tanıtımı için her yıl milyonlarca dolar harcama yapar. Nuri ise tek başına sinema kariyeri ile ülkesini tüm dünyaya çok daha etkin olarak tanıtmıştır. Nuri sinema alanında dünya çapında kariyer yapmıştır. Ayrıca kariyeri gereği sinemadan başka bir iş düşünemez. İşte kariyer budur.
Genç yönetmenin kariyeri için “gişe tuzağı”na düşmemesi yetmez. Ülkesini ve insanını yakından gözlemesi, ülke sorunlarına duyarlılık göstermesi, halkının macerasını, değişim ve dönüşümünü populizme düşmeden anlatması gerekir. Günümüzün sinemasında en çok eksikliğini hissetiğim konu budur. Ülkemiz 21. yüzyılın ilk on yılında olağanüstü değişim ve dönüşüm yaşarken bunun sinemamızda karşılığını bulması gerekmez mi? 20. yüzyılın son kırk yılında yukarıda adını andığım sinemacıların bir çoğu sadece bu duyarlılıkları nedeni ile vahşi ve ceberrut devlet baskısı ile hapishanelerde yattılar. Filmleri sansürlendi, yasaklandı ve yakıldı. Devletin kalın ve zalim zırhı son elli yıl içinde görece olarak incelmiş olması, genç yönetmenleri daha cesur projeler üretmesi için kışkırtması gerekmez mi? 30 yıldan beri süren iç savaş nasıl olur da sinemamızın ilgisini çekmez. Aynı topraklarda birlikte yaşadığımız Kürt halkının acısını sadece Kürt yönetmenler mi dert edinmeli? İrlanda iç savaşının yüzlerce filmini İrlandalı yönetmenler değil, İngiliz yönetmenler çekti. Keza ETA ile ilgili birçok filmi İspanyol yönetmenler çekti. Ülkemizdeki insan haklarının, düşünce özgürlüğünün, kadın ve çocuk haklarının, topluma ait varlıkların seçilmişler tarafından yağmalanmasının sineması yok mudur?
Kariyer sahibi bir film yönetmeni ülkesinin vicdanıdır. Çünkü toplumun en duyarlı yüreklerinden biridir. Bu nedenle sayıları fazlaca değildir. Genç yönetmen unutmamalıdır ki sinemada kariyer yapmanın ülkesinin acısı ile bir bağı vardır. Böyle bir derdin tasan yoksa sinemada kariyer peşinde koşman boşunadır.
Öte yandan bu bağı ve acıyı hissetmeden film yapanı da veya yapıp da beceremeyeni kimse suçlayamaz. Ey genç yönetmen bir anlatıcı olarak ilkel duyguları istismar ederek kaba güldürüler ve ucuz melodramlar yaparak gişede başarı da kazanabilirsin. Genç ve yaratıcı ruhunu gişede satarak “gişe filmleri yönetmeni” olarak kariyer de yapabilirsin. Hatta bu başarın medya tarafından pohpohlanıp desteklenerek ünlü ve zengin bir yönetmen de olabilirsin. Ya sonrası? Sonrası, artık “gişe tanrısı”na inandığın için gözün başka gerçeklere kapalıdır. Senin önemsemediğin “gerçek”leri anlatan yönetmenleri de küçümsemeye başlar onları aşağılayan demeçler verirsin. O yönetmenlerin çektiği filmleri bir iki dakika bile seyretmeye dayanamazsın, çünkü sana bir işkence gibi gelir. Ama öte yandan zalim zaman akar gider ve sen yaşlandığında dönüp geriye baktığın zaman, yukarıda saydığım isimlerin arasında adını göremezsin. Bırakın “en iyi on film”i “en iyi bin film” arasında bile tek bir filmini göremezsin. İşte o zaman kariyerin için hüzün dolu bir ah çekersin. Söyle bana umut dolu genç yaratıcı, o zaman kimi suçlayacaksın?
(05 Kasım 2011)
Sabahattin Çetin