Almanya’ya Hoşgeldiniz (Almanya: Willkommen in Deutschland)
Yönetmen: Yasemin Şamdereli
Senaryo: Nesrin Şamdereli-Yasemin Şamdereli
Müzik: Gerd Baumann
Görüntü: Chau Ngo
Oyuncular: Fahri Ogün Yardım (Genç Hüseyin), Vedat Erincin (Yaşlı Hüseyin), Demet Gül (Genç Fatma), Lilay Huser (Yaşlı Fatma), Şiir Eloğlu (Leyla), Aliye Artunç (Çocuk Leyla), Ercan Karaçaylı (Muhammet), Kaan Aydoğdu (Çocuk Muhammet), Aykut Kayacık (Veli), Aycan Vardar (Çocuk Veli), Denis Moschitto (Ali), Petra Schmidt Schaller (Gabi), Aylin Tezel (Canan), Rafael Koussouris (Cenk)
Yapım: Roxy Film (2011)
Almanya’da doğmuş, büyümüş, okumuş ve yönetmen olmuş Yasemin Şamdereli’nin “Almanya’ya Hoşgeldiniz” filmi, akıcı kurgusuyla Almanya’ya göç etmiş bir işçi ailesinin hikâyesini anlatıyor.
Almanya’nın Dortmund şehrinde 1973’te doğan Yasemin Şamdereli, 2011 yapımı “Almanya: Willkommen in Deutschland – Almanya’ya Hoşgeldiniz” filmiyle 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin “Uluslararası Yarışma”sında “En İyi Film” olarak “Altın Portakal” kazandı. Yönetmenin Zaza kökenli ailesi, 1959 yılında Tunceli’den Almanya’ya göç eden ailelerden ilki olmuş. Yönetmen, Münih Film ve Televizyon Yüksekokulu’nda (Hochschule für Fernsehen und Film München) okudu. Kısa filmler çekti. Televizyon dizileri yönetti. “Almanya’ya Hoşgeldiniz”, yönetmenin ilk uzun sinema filmi. İşte bu yönetmen, etkileyici bir gözlemle iki kültürü eğlenceli bir sinema diliyle perdeye yansıtıyor. Bu hikâye, Yılmaz ailesinin birkaç kuşağının Almanya macerası. Aslında bu macera, Türkiye’den Almanya’ya çalışmak için göç etmiş Türkiye’deki insanların hikâyesi. 1961 yılında başlıyordu asıl macera. Birkaç yıl öncesinden göçler başlasa da. Münih şehri bir simge bu işçi göçü için. Tren, Münih tren garına giriyor ve bambaşka bir kültür karşılıyor göçmen işçileri. Filmde, siyah-beyaz ve renkli belgesel görüntüler de kullanılmış. Bu durum, gerçeklik duygusunu çoğaltıyor. Film, 1960’ların ortasındaki işçi göçünü anlatıyor. Münih’e trenle gelen Hüseyin Yılmaz, bir milyonuncu göçmen işçi olacakken İtalyan işçiye yol verince 1 milyon birinci işçi oluyor Almanya’ya göç eden. İşte bu film, 1 milyon birinci işçinin şimdiki ve geçmişteki hayatının hikâyesini anlatıyor. Elbette ailesinin de.
Koskoca bir macera…
Artık emekli olmuş Hüseyin ve eşi Fatma, yıllar sonra Alman vatandaşlığına geçmişler. Fatma, Alman pasaportu alacağı için sevinirken Hüseyin buna hiç sevinemiyor. Oğulların, kızların, torunların toplandığı bir aile yemeğinde Hüseyin Türkiye’den ev aldığını söylüyor. Yönetmen, mizah yüklü bu filminde kültürlerarası çatışmaları da hicivli bir dille yansıtıyor perdeye. Küçük torun Cenk, okuldaki Avrupa haritasında Türkiye İstanbul’a kadar olunca atalarının geldiği yeri gösteremiyor. Mutsuz Cenk’i mutlu etmek için bir başka torun Canan, dede ve ninesinin hikâyesini anlatmaya başlıyor Cenk’e. Seyirciler de Cenk’le beraber bu büyük aşkı ve göçü öğreniyor. Geçmiş ve şimdiki anlar muhteşem biçimde iç içe geçirilerek anlatılıyor ki, bunun tadını ancak perdede alabiliyorsunuz. Adı belirtilmeyen Türkiye’nin doğusunda bir köyde ağanın kızı Fatma’ya tutulan genç Hüseyin, zorla da olsa aşkına ulaşıyor. Sonra da Almanya yollarına düşüyor. Her işi yapan Hüseyin, çocuklarının haylazlığından olmalı ailesini de yanına alıyor. Günümüzde uçakla Türkiye gelen aile, doğuda Mardin plâkalı bir minibüsle yollara düşüyorlar köye ulaşmak için. Orada da Canan, hikâyenin geriye kalanını anlatıyor küçük Cenk’e. Yine seyircileri hoş anlar bekliyor bu anlarda da. Sadece geçmişe dair değil, şimdiki zamanlarda da seyirciye iyi gelen hoş anlar var.
Unutulmaz anlar…
Filmdeki en hoş anlar, küçük Muhammet’in Hz. İsa ve Coca Cola’yla kurduğu iletişimdi. Köydeki arkadaşı ondan Almanya’dan kola istiyor. En yakın arkadaşı Muhammet’e çarmıha gerilmiş İsa’dan da söz ediyor. Bu iki figür hayatında çok önemli oluyor Muhammet için. Muhammet bir genç olduğunda süpermarkette devasa kola şişesini görüyor ve çocukluğunun huzurunu yaşıyor şişeye sarıldığında. Bu sahnede, Antonioni ustanın 1961 yapımı siyah-beyaz “İl Notte – Gece” filmi aklımıza geliverdi. Antonioni, “Gece” filminin girişinde önce kiliseyi, ardından Pirelli binasını, sonra da hastaneyi gösteriyordu peş peşe. Antonioni bu sekansta kilisenin yerini Pirelli’nin aldığını ve kapitalizmin de hastanelik olduğunu metaforik bir anlatımla yansıtıyordu. Şamdereli bunu tersine çevirerek, Hz. İsa yerine Coca Cola’nın insana huzur ve mutluluk sunduğunu söylüyor. Ailenin Münih’e geldiği ilk anlar da filmden unutulmazlarından. Babanın geçmişte, kültürlerini unutmamaları için ailesini köye götürdüğü sahnelerde yabancılaşmalar da fark ediliyor. Yeni kuşakların iki kültür arasında kaldığını da görüyorsunuz. Filmde sadece, Muhammet’in abisi Veli’den derin nefretini anlamlandırmak zordu. Filmin bütün final bölümünün etkileyici olduğunu da belirtmeli. Filmin bütün oyuncularının performasları da muhteşem. Filmin diyalogları da iyi işlenmiş. Filmin görselliğinin çok estetik olduğunu söylemeliyiz. Vietnamlı kameraman Chau Ngo filme çok şey katmış. Kurgu da, seyircinin hikâyenin içine girmesini kolaylaştırmış. Alman sinemasının ruhu sinmiş bu filme. Fonda duyulan müzikler de ruha iyi geliyor bu filmden. Ama, en çarpıcı olan, belgesel görüntülerde bir Alman yetkilinin “İşçi bekliyorduk insanlar geldi” demesiydi belki de. Her ne kadar kültürel çatışmalar olsa da, Almanların Türkleri sevdiğini anlıyorsunuz filmde. “Almanya’ya Hoşgeldiniz” filmi sinemasal belleğe alınmalı. Filmin ön jeneriğinin de özel olduğunu belirtelim.
(Bu yazı 04 Kasım 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)
(04 Kasım 2011)
Ali Erden