Suikast (The Conspirator)
Yönetmen: Robert Redford
Senaryo: James D. Solomon
Müzik: Mark Isham
Görüntü: Newton Thomas Siegel
Oyuncular: James McAvay (Frederick), Robin Wright (Mary), Kevin Kline (Stanton), Tom Wilkinson (Senatör Johnson), Gerald Bestrom (Lincoln), Danny Huston (Savcı Holt), Evan Rachel Wood (Anna), Johnny Simmons (John), Colm Meaney (Yargıç Hunter), Toby Kebbell (Booth)
Yapım: Focus-AFC (2010)
Amerika’nın iç savaşının ardından Başkan Lincoln’e suikasti ve sonrasındaki mahkeme sürecini anlatan “Suikast”, Robert Redford’un yönetmen olarak en iyi filmlerinden.
Amerika’nın 1860’larda süren iç savaşında Cumhuriyetçi başkan olan ve köleliği kaldıran Abraham Lincoln’e suikast yaparak öldüren suikastçıların arasında tek kadın olan Mary Elizabeth Jenkins Surratt, mahkûm oldu ve ardından 1865’te idam edildi. O, Amerika’da idam edilen ilk kadın. Katolik Mary Surratt, Güneyli grilerden, yani “Konfederasyon”dan yanaydı. Suikaste katılan diğerleri erkekti ve içlerinde oğlu John Surratt da var. Suikastçılar, Mary’nin pansiyon olarak çalıştırdığı evi üs olarak kullanmışlar. Lincoln, 14 Nisan 1865’te eşiyle Washington’daki Ford Tiyatrosu’nda “Our American Cousin – Amerikalı Kuzenimiz” oyununu özel balkonda seyrederken, aslında casus olan Marylandli Konfederasyon sempatizanı ünlü tiyatro oyuncusu John Wilkes Booth tarafından ensesinden tek kurşunla öldürülüyor. Suikast sonrası sahneye atlayan Booth, “Güneyin intikamı alındı” diye bağırıyor. Onun ilk plânı Lincoln’ü kaçırmak, ama Lincoln, birkaç gün önce siyah hakları üzerine konuşma yapınca, plânını değiştiririyor. Oyuncu Booth, suikast çetesinin de başı. Bu suikast gerçekleşirken çetenin diğer elemanları da Başkan Yardımcısı Andrew Johnson ve Dışişleri Bakanı William Seward’ı katlediyorlar. Bu suikastte en masum olan Mary, İstiklâl Mahkemesi’ne benzer askeri mahkemesinin önyargılı yargısıyla diğerleriyle idama mahkûm oluyor. Aslında müebbet hapis alsa, iki buçuk yıl sonra Anayasa Mahkemesi’nde bazı ceza yasalarında değişikler olduğunda serbest kalacaktı. Amerikan adaleti bir cinayet işlemiş oluyor. Vicdan azabı çeken Mary’nin oğlu John da, annesinin ölümünden bir buçuk yıl sonra teslim oluyor ve bir yıl sonra da mahkemece serbest bırakılıyor. Mary Surratt’ın Maryland’deki evi bugün müze olarak kullanılıyor.
Önyargılı duruşma…
Yönetmen Robert Redford, öncelikle Mary Surratt’ın duruşması üzerinde yoğunlaşarak gerçeği araştırıyor. Film ilerledikçe, Mary’nin hiç yalan söylemediğini anlıyorsunuz. Önceden kararını vermiş düzmece mahkeme, tiyatro sahnesi gibi bir oyun sergiliyor kamuoyu önünde. Mary, hücresinde mahkemenin önyargısına karşı yemek yemeyi de reddediyor. Yönetmen filmde, tanıkların mahkemede anlattıklarını geriye dönüşle olduğu gibi yansıtıyor. Filmi seyrederken, görünenin gerçeği nasıl örttüğünü de fark ediyorsunuz. Tanıkların anlattıkları Savcı Holt’un bir senaryosu olduğunu hissediyorsunuz. Savcı Holt, Mary’nin kızı Anna’yı bile annesine karşı yalan ifade vermeye zorluyor. Genç avukat Frederick, Mary’nin masumiyetini kanıtlıyor, ama her şeye önceden karar verilmiş. Filmin hikâyesi, 1863 yılında cephede açılıyor. Mavili Frederick, yaralı. Film, 1865 yılına gidiyor. Gaziler, bir partiye katılırken, suikastçılar, gecenin içinde sessizce olay mahalline gidiyorlar ve soğukkanlılıkla cinayetleri işliyorlar. Cinayet sonrası dağılıyorlar. Booth, saklandığı yerde öldürülüyor. Diğerleri yakalanıyor. Mary’nin oğlu John firar ediyor, annesi idam edildikten sonra teslim oluyor. Yönetmenin kurgusu, seyirciyi o atmosferin içine alıyor ve gerçeklik üzerine düşündürüyor. Film bittikten sonra Amerika’nın cinayet işlediğini anlıyorsunuz. Yönetmen idam anını, tıpkı mahkeme duruşmaları gibi soğuk ve tedirgin edici yansıtmış. İnsan gerçekten soğukluğun esintisini yüzünde hissediyor. Filmdeki iç mekânlarla gece atmosferi, estetik anlamda filme çok şey katmış. 30. Uluslararası İstanbul Film Festival’nde de gösterilen “The Conspirator”, Georgia eyaletinin Savannah şehrinin kırsalında kurulan setlerde çekildiğini belirtelim. Dönemin mimarisi inandırıcı ve insanı atmosferinin içine alıyor.
Has bir sinemacı…
1936’da Kaliforniya’nın Santa Monica şehrinde doğan Amerikalı aktör-yönetmen Robert Redford, 1960’ların başında televizyon dizileriyle oyunculuğu başladı. 1962 yılında Denis Sandes’in Kore Savaşı’nı anlatan siyah-beyaz “War Hunt – Harp Dehşeti” filminde Roy karakterini canlandırdı. 1960 yapımı Joshua Logan’ın 1960 yapımı siyah-beyaz “Tall Story – Uzun Hikâye” filminde ilk defa görünse de bu spor filminde adı geçmiyordu. İlk başrolünü, Arthur Penn’in ırkçılık karşıtı 1966 yapımı renkli ve sinemaskop “The Chase – Kaçaklar” filminde Marlon Brando ve Jane Fonda’yla paylaştı. Asıl ününe Sydney Pollack’ın, 1966 yapımı “This Property is Condemned – Lânetli Kadın” filmiyle ulaştı Pollack’la, 1972’de “Jeremiah Johnson”, 1973’te “The Way We Were – Bulunduğumuz Yol”, 1975’te “Three Days of the Condor – Akbabanın Üç Günü”, 1979’da “The Electric Horseman – Elektrikli Binici”, 1985’te “Out of Africa – Benim Afrikam” gibi önemli filmler yaptı. Elbette George Roy Hill’in iki önemli filminde Paul Newman’la başrolü paylaştı. Bunlar, 1969 yapımı “Butch Cassidy and the Sundance Kid – Sonsuz Ölüm” ve 1973 yapımı “The Sting – Belâlılar” filmleriydi. Asıl adı Charles Robert Redford Jr. olan sanatçı, elbette başka unutulmaz filmlerde de oynadı. 1967’de Gene Saks’ın “Barefoot in the Park – Parkta Çıplak Ayak”, 1972’de Peter Yates’in “The Hot Rock – Belalı Elmas”, 1974’te Jack Clayton’ın “The Great Gatsby – Muhteşem Gatsby”, 1976’da Alan J. Pakula’nın “All the President’s Men – Başkanın Bütün Adamları”, 1980’de Stuart Rosenberg’ün “Brubaker” bunlardan birkaçı. 1980’de “Ordinary People – Büyük Ceza” filmiyle yönetmenlik de yapmaya başladı ve şimdiye kadar sekiz film yönetti Redford. Bir bilgi, “Ordinary People” filmi “Sıradan İnsanlar” adıyla gösterime hazırlanırken sansür bu film adına izin vermedi. Ama TRT, daha sonraki yıllarda bu filmi “Sıradan İnsanlar” adıyla göstermişti. “The Conspirator – Suikast”, Redford’un en iyi filmlerinden.
(21 Ağustos 2011)
Ali Erden
sinerden@hotmail.com