Sevgili sinemaseverler… Size bu yazımda,
– Türk sinemasının nereye koştuğundan,
– Ne kadar çok film çekildiğinden,
– Yerli film seyirci sayısının ne kadar arttığından,
– Sinema salonu olmayan illerden,
– Tekelleşen sinema gruplarından,
– Festivalde ödül alıp, 10.000 seyirciye oynayan ama hâlâ tek bir Oscar adaylığımızın bile olmadığı bir sektörden,
– Filmlerimizi kuşa çevirip televizyonlarda buzlandırarak araya uzun reklâm alarak sakız gibi uzatan televizyon zihniyetinden bahsetmeyeceğim.
– Filmlere farklı dilde dublaj yaparak vizyona sokan şirketlerden,
– Sinema örgütlerinden sansasyonel biçimde istifa edenler yazarlar hakkında konuşmayacağım.
– Ya da vizyona giren bir Türk filminin ne kadar güzel veya ne kadar kötü olduğunu anlatmayacağım.
Ne düşündüğünüzü biliyorum… O halde yukarda bahsettiğin konular dışında konu yok, yazacak bir şey yok diye düşünebilirsiniz. Merak ettiyseniz devam edelim…
İstanbul’da Dizi Çekilmeyen Sokak Kalmadı
Sinemamız özellikle son 6 yıldır televizyonların gölgesi altında ilerliyor. İstanbul adeta Hollywood platosu olmuşcasına her köşede bir film setine rastlamak mümkün. Çılgınca büyüyen dizi dünyası yan sektörleri ile birlikte 100.000 kişiye istihdam sağlamaktadır. Sektörün büyük olması, aslında ailelerin sinemaya gidecek bütçelerinin olmaması, tek eğlence kaynağının televizyon olması ile basitçe açıklanabilir.
Artık birçok özel Uydu – TV hizmeti veren firmalar birbirini ezercesine teknoloji rekabetine girdi. Seç izle, tekrar izle, kirala izle gibi seçenek sunan hizmetler sinemasever halkımızın hiçbir zahmet göstermeden oturduğu yerden her tür görsele ulaşmasını sağlıyor.
Televizyon izleyicisinin artması reklâm pastasının büyümesine yol açarken, rating canavarı, dizi filmlerin konularını belirlemeye başladı. Dizilerin (Kurtlar Vadisi, Behzat Ç) veya dizi karakterlerinin, (Muro, Recep İvedik) izleyici tarafından sevilmesi, sinema versiyonlarının çıkmasına yol açtı.
Bu yoğun dizi enflasyonunu tıpkı Yeşilçam’ın 70’li yıllardaki coşmasına benzetiyorum. O zamanlar taşradaki film tüccarlarının isteklerine göre film çekilirdi. Örneğin Adana bölgesi vurdulu kırdılı ve özellikle Yılmaz Güney filmlerini çok seviyordu. Seyircinin bu isteğini ise sinema tüccarları iyi bildiğinden film şirketlerine bono ile istedikleri filmleri çektirebiliyordu. Yani o zamanlar ratingi belirleyen tüccarların yerini bugün rating ölçüm cihazları aldı. Sonuçta her ikiside aynı amaca hizmet ediyordu. Yani halka sevdiği şeyleri vermek.
Formül Belli Dizi + Rating + Reklâm Geliri = Sinema Filmi
Formülün çözülmüş olması sistemin bu şekilde devam etmesini kolaylaştırdı. İş yapacağı önceden belirli filmler vizyona girerken, az tanınan oyuncu ve yönetmenlerin filmleri gişe mağduru oldu. Yani sözüm ona seyirci zaten bildiği tanıdığı ve mutlaka güleceği ve ağlayacağını bildiği filmlere gitmeyi tercih etti. Örneğin çok beğendiğim Cem Yılmaz’ın ne çekerse çeksin 1 milyon barajını gözü kapalı geçeceğini düşünüyorum. Oysa Nuri Bilge Ceylan’ın bütün filmlerinin gişesi bile bu rakama ulaşmamıştır.
Böylece, düşük senaryolu, yüksek teknik maliyetli, gişe garantisi olan filmler üretilmeye başladı. Son 3 yıllık istatistiklere bakılırsa yerli film izleyicisi 20 milyon, film sayısı ise 50 – 60 civarına demir atmış vaziyette. Yani, formülün gayet iyi çalıştığını söyleyebiliriz.
Dizi Sektörü Patlamaya Hazır Bomba Gibi
Dizi sektörü bugün şişmiş, doymuş ve kapasitesinin üzerinde üretim yapmaktadır. Televizyonların ani bir krize girmesi (teknolojik, ekonomik, siyasal) zincirleme reaksiyona yol açıp önce dizileri bitirip, piyasaya bir anda onbinlerce sektör mağduru çıkarabilir. Böyle bir kriz sinema üretimini de bıçak gibi kesecektir. (2001 krizini hatırlayın. O sene 17, sonraki sene ise sadece 9 film çekilmiştir.)
Böyle bir süreçten tabi ki Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan gibi seyirci takıntısı olmayan festival yönetmenlerimiz etkilenmeyecektir. Onlar yine istediklerini çekmeye devam edeceklerdir.
Bu kadar…
Sevgiyle kalın,
(17 Ağustos 2011)
Erhan Işık
erhan@yesilcam.gen.tr
www.yesilcam.gen.tr