12. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali Basın Toplantısı Yapılıyor

İlk kez 2000 yılında düzenlenen 12. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali’nin 12.si bu yılın sonbahar aylarında gerçekleştiriliyor. Safranbolu Belediye Başkanı Dr. Necdet Aksoy, 01 Temmuz 2011 Cuma günü İstanbul’da festival hakkında basın toplantısı düzenleyecek. Tarihi zenginlikleri nedeniyle sanat, mimari ve arkeoloji çevrelerinde “müze – kent” olarak tanımlanan, sahip olduğu kültür varlıklarından dolayı UNESCO tarafından da 1994 yılında Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilen Safranbolu, turistik alanda “marka” olma konumunu festival sayesinde her yıl biraz daha güçlendiriyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    12. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali Basın Toplantısı Yapılıyor yazısına devam et
  • Sezen Aksu ve Ceza’nın Müzikleriyle 40, 15 Temmuz’da Sinemalarda

    15 Temmuz’da gösterime girecek olan, Emre Şahin’in yönettiği 40, Sezen Aksu ve Ceza’nın müzikleriyle İstanbul’un hiç görmediğiniz bir yüzünü gösteriyor. Yönetmen Emre Şahin, ilk uzun metrajli filmi 40 ile 46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Behlül Dal Jüri Özel Ödülünü (Genç Yetenek) kazandı. Başrollerinde Deniz Çakır ve Ali Atay’ın yer aldığı film Toronto ve Osaka Uluslararası Film Festivalleri’nde Özel Seçki olarak yer aldı. 13 milyon nüfuslu dev kentte birbirini tanımayan üç kişi kendilerine bir yol bulmaya çalışırken, kaderlerini değiştirecek bir çantanın peşine düşerler.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Suikast (Yönetmen: Robert Redford)

    Robert Redford’un yönettiği ve James McAvoy, Robin Wright ile Justin Long’un oynadığı Suikast (The Conspirator), 19 Ağustos 2011’de Tiglon Film dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarılıyor.
    Abraham Lincoln suikastinden sonra, yedi adam ve bir kadın, başkanı, başkan yardımcısını ve içişleri bakanını öldürmek için komplo kurmak suçundan tutuklanır. Aralarındaki tek kadın Mary, John ve diğerlerinin buluşup saldırıları hazırladıkları pansiyonun sahibidir. Avukat Frederick onu askeri mahkemede savunmayı başlangıçta gönülsüzce kabul etmişken, dava ilerledikçe müvekkilinin suçsuz olabileceğini fark eder.

    Kar Beyaz

    Bir şair şiirini okumuş, “Bu şiir ne demek istiyor” diye sormuşlar; şair şiirini tekrar okumuş “Bunu demek istiyor” demiş. Bazı filmler anlatılmaz; aslında filmler anlatılmaz, çünkü sinema (da) bir anlatım tarzıdır. Kar Beyaz da böyle filmlerden ancak seyredenler üzerine konuşabilir, beğenir veya beğenmez, ben beğenenlerdenim. Ama baştan söyleyeyim fragmanını görünce, “Tamam filmi görmeye niyetlendim” ama beğenmedim ama fragmanda bir filmi “hakkı ile tanımlamaz.”

    Sabahattin Ali, hikâyemizin temel taşlarından birisi ve sinemacılarımızın pek rağbet etmediği bir hikâyeci. Ama bu her iki taraf içinde bir sorun teşkil etmemeli. Ali’nin “Ayran” adlı hikâyesini Selim Güneş, Kar Beyaz adı ile sinemaya uyarlamış (mı!), yoksa “Ayran” hikâyesini alarak Kar Beyaz adı ile bir şiir mi çekmiş. “Çekmiş” diyorum, “yazmış” demiyorum.

    Sinemada şiirsellik, farklı ülkelerde, farklı zamanlarda, farklı biçimlerde denenmiştir. Başarılı olanı da vardır, olmayanı da… (ozansı gerçekcilik…) ama sinemada şiirselliği tartışacak değilim. O başka bir şey. Güneş, sinemamızda -bilebildiğim, izleyebildiğim kadarı ile- hiç denenmemiş bir şeyi yapmış, sinemada kamera yolu ile -tabiki kurgu da dahil buna- şiir yazmış.

    Evinden karlara bata çıka minibüslerin geçtiği yer, “kış günü – her halde soğukta” ayran taşıyan bir çocuk, bu minibüs istasyonunun farklı insanları, pencerelerde çocuğu bekleyen bir kadın, geriye dönüşler, hapsedilmiş / kıstırılmış insan, yeni atanmış bir memur… karlar, ağaçlar… olay olmuş, olmamış, (olaylar oluyor) ve karlar arasında koşan, koşan, koşan bir beyaz at… (ama lekeli beyaz…) Fellini’nin Amarcord filminin bir sahnesinde sisler arasından bir inek (inekti değil mi?) çıkıyordu, kaç saniye sürüyordu bilmiyorum ama her seyreden ineğin farkına varıyordu ve nedenini çözmeye çalışıyordu… Ben yoktum, duydum, Güneş’e “atın nedenini” sormuşlar, (sahi bir nedeni olması gerekir mi?)… Hani denir ki, (nerede ise bir edebiyat kuramı!) “bir öyküde tabancadan söz edildi mi, sonunda mutlaka patlamalıdır.” Bu koşulu hiç bir zaman benimsememişimdir. Edebiyat için öne sürülen bu kuramı sinemada kabûl etmek filmleri belirli bir yerden sonra içinden çıkılamayacak hale getirecektir. Beyaz at -bir fasit daire içinde- koşup duracak ve kahramanlardan çocuk ve biz (seyirciler) onu seyredeceğiz. Çocuğu arayan kadın çaresiz adını bağıracak… Şiirlerde de yeri gelir çok yukarılarda yer alan bir dize (mısra) tekrar edilir, bazen bir kaç defa. Karlarla kaplı dağlar, bulutlar, çiğnenmiş, çiğnenmemiş karların örttüğü yollar, ulaşılamayacak varış noktaları, gelmeyen (getirilmeyen / verilmeyen) mektuplar, bozduramadığı parasını geri isteyen yabancılar…

    “Ayran”ı yıllar önce okumuş olmalıyım, tekrar okumak istedim ve istiyorum da ama bunun Kar Beyaz ile âlâkası yok. Kar Beyaz’a (film) şiir dedim ama bu filmi şiirleştirmek, şiir olarak yazmak gibi bir girişimim (hiç) olmayacak… Yıllar önce Yavuz Turgul senaryolarından sonra ilk filmini çekeceği zaman senaryo olarakta yazdığı Fahriye Abla şiirini çekmişti ama Fahriye Abla filmi hiçbir zaman bir şiir olmadı ama Kar Beyaz bana göre -tekrar ediyorum- sinema olarak çekilmiş / yazılmış bir şiir, “Ayran”dan bağımsız olarak.

    Güneş’i bekleyen tehlike, yapacağı ikinci filmdir. Ondan iyi film beklemek hepimizin hakkı ama hiç birimiz bir Kar Beyaz beklemeyelim.

    (05 Temmuz 2011)

    Orhan Ünser