Düşünüyorum da, günahın “küçüğü”, “büyüğü” vardır doğal olarak, günah daha çok “dinsel”, biraz da “ahlâki / etik” bir kavram, hukuktaki karşılığı olarak “suç”u alırsak, küçüklerine kabahat, bunun dışında kalanlara ve de büyüklerine ilk tanımlamadaki tabirle suç deniliyor. Şöyle bir düşünelim hangimizin -hele de başkaları indinde- küçük günahlarımız yoktur.
Görmemiş birine bir film nasıl anlatılır, görmüş olması halinde bile onun gördüğü film ile bizim gördüğümüz film farklı olabilirken. Onun için Küçük Günahlar’ı anlatmanın hiç bir alemi yok. Ama… filmlerimizde Kürt motifi çok eskiden beri kullanılmaktadır. Çoğunluk filmin yan karakterinden biri (aslında bunlar karakterden çok tiptirler) özellikle konuşması (biraz da giyimi ile) Kürtleşmeye çalışır, komedi filmlerinde zaman zaman Feridun Karakaya’ya bu tip giydirilmeye çalışılmıştır. İlerleyen yıllarda Kürtlük ağalık sorunu, kaçakçılık olayları ile filmlerde yer aldı ama çoğu kez adı belirtilmeden. Sayılabilinecek çok örnek var.
Tipik bir örneği, Ümit Elçi’nin Mem-u Zîn’i (1991). Ehmede Xani / Ahmed-i Hani’nin halk söylencelerine dayanan yapıtından yapılan film, gösterime çıkarılmasından sonra ilk kez, Kürtçe dublaj yapılarak güneydoğu Anadolu’da gösterime çıkarıldı (benim hatırladığım böyle, yanılıyor olabilirim), sonra farklı örneklerle kürt imajı gerçek boyutları ile veya geliştirilmiş, idealize edilmiş bölümleri ile filmlere girmeye veya konularını oluşturmaya başladı. Yavuz Turgul, Gönül Yarası filminin başında kahramanı / öğretmeni -görevinin son gününde- köylülerle vedalaşırken Kürtçe konuşturttu ve -sanırım yine ilk kez- konuşmaların Türkçesi alt yazı ile yazıldı…
Sonraki yıllarda, daha siyasal platformda “açılım” sözleri yokken, sinemamız da “Kürtleşme” hareketleri başlamıştı. Yılmaz Güney, senaryosunu yazdığı, birçok yerde yönetmen (veya ortak yönetmen) olarak adının yazıldığı, Şerif Gören’e yönettirdiği, Cannes -ortak- galibi Yol filminin kurgusunu yapıyor ve filmin bir bölümünde -cezaevinden yola çıkan- kahramanlarından birinin bölgesine ulaştığında -ulaşılan yer- (yazı ile) Kürdistan olarak tanımlanıyordu. Bu bölüm yıllar sonra ülkemizde gösterilen filmden çıkarılmıştı gerçi ama ödül alan filmde bu ibare yazılı idi.
Mem-u Zîn ile başlayan çalışmalar devam etti ve 2010’lara gelindiğinde artık adı doğrudan Kürtçe konulan filmler vizyona girmeye başlamıştı. Bir yıl önce yurt içi ve dışında birçok ödül toplayan Selen Yüce’nin Çoğunluk filminde, kahramanımızın ilişki kurduğu Kürt kızı ailesi tarafından tepki ile karşılanır. Kız kendi ailesi tarafından da aranmakta ve şehirlerine götürülmek istenmektedir. Kahramanımız ailesinin baskısı ile kızı terk eder, ortada, yalnız başına bırakır. Kız ailesinin yanına götürülecek ve töresel (acımasız) vicdana bırakılacaktır.
Rıza Kıraç’ın Küçük Günahlar‘ındaki Kürt kızı çok farklı konumdadır. Önce hem avukat sevgilisi ile hem iş yerindeki patronu ile arasındaki -masa sahibi- kadın işvereni ile ilişki içinde olan Melik gibi başına buyruk, nerede akşam orada sabah yaşayan biri, sadece sokakta gördüğü, sabahları penceresi önünden geçen kıza neden (?)tutulur veya -yıllar öncesinin, kızların hiçbir şeyden haberi olmadığı liseli aşıklar gibi- peşine düşüp izler? Ve kızı evinin kapısına kadar izler (fakat kapıyı doğru belirleyemez). Sonradan, kızın şiirlerinden aşık olduğu İsmet’e aşık olduğunu öğrenecektir.
Sinemamızın en ilginç aşklarından biridir Şilan / İsmet aşkı. Melik hiçbir zaman bu aşkın üçüncü köşesi olamayacak ve bu ilişki bir aşk üçgeni olmayacaktır. Oysa Yeşilçam düzeni -biri çoğunlukla olanaksız da olsa- aşk üçgenlerine bayılır. Şivan tek başına Kürt akrabalarının yanına gidecek, herkesin öldü bildiği akrabasını bulacak ve onun önerisi ile yöresine dönmeyi benimseyecek ve bunu ağabeyinden bile saklayacaktır, tabii İsmet’ten de. Melik’e söyleyecek herhangi bir sözü yoktur zaten -hele bu konuda. Bu arada polisçe gözaltına alınır. Melik ve çalıştığı gazeteci, Melik’in avukat sevgilisi tarafından kurtarılır, daha sonra ise teşhis edilmeyen kişiler tarafından kaçırılarak dövülüp, gece yarısı kırsala terk edilir.
Melik, Şivan’a ulaşamazsa da İsmet ile ilişkisini ilerletir ve gelinen bir noktada İsmet (Macit Koper), kendisi ile ilgili bir takım bilinmeyenleri, ağabeyi ile ilişkilerini Melik’e anlatacaktır. (Bu sahne Zeki Demirkubuz’un Masumiyet’inde Haluk Bilginer’in sonradan Kader filmini oluşturacak monoloğunu hatırlattı bana / Koper’i bu sekans ile yeniden keşfetmek, az keyifli değil.) Tüm bunlardan sonra Küçük Günahlar, Yeşilçam’dan farklılaşma kulvarındaki yerini alır. (Koper’e ait not: O’nun oyunculuğunun payı ama diğer oyuncuları -Esra Ruşan, Berke Üzrek, Tülay Günal ve diğerleri de üzerlerine düşeni yapıyorlar.) Veda sahnesinde, İsmet, Şilan’a -ilk (ve son) kez- O’nu sevdiğini “Kürtçe” söylüyor. Bu sahne ile Küçük Günahlar, “aşk filmi” de oluyor.
Evet, sinemamız Yeşilçam dönemini tamamlamıştır, o günlerin anlayışı ile filmler (özellikle diziler) hâlâ yapılmaktadır ama adına yaygınlaşmamış kalıbı ile Yeni Türk Sineması denilen, sınırları çok esnek (böyle olması çok daha iyi) yeni bir oluşum giderek gelişmektedir.
Küçük Günahlar’ı bu farklı ortama çeken özelliği, barındırdığı Kürt sorunu değildir, anlattığı olay Yeşilçam’ın nerede ise kalıplaşmış biçimine uymaz öncelikle. Yeşilçam filmleri kabaca aşk, macera, komedi filmi kategorilerine ayrılır ve filmlerin ağırlıklı bir bölümünde aşk olmazsa olmaz… Bir eleştirmenimiz Körebe (Ömer Kavur) filmini eleştirirken, biraz da hayretle “filmde aşk yok” diye yazıyordu. Küçük Günahlar’da “aşk” demeyeceğim ama demem lâzım: Melik ile Şilan arasında aşk yok, oluru da yok! Aşk, Şilan ile İsmet arasında ama yukarıda da yazdım, sinemamızın en ilginç aşkı. Ve Şilan şiirleri nedeniyle aşık olduğu ve aynı şiir kitabını onlarca kere kitapçılardan çaldığı (ve götürüp kendisine verdiği) adamı terk ederek, şehrine / bölgesine, -çoğunluğunu tanımadığı adamların yanına- gitmek için, aşkını terk edecektir. Finalde İsmet ile Melik -orası bir çıkmaza bakan bir arka balkon veya bahçe mi?- yanyana, hiçbir zaman birbirlerine söyleyemeyecekleri şeyleri düşünerek otururlar… (Sinemamızda anlatılmamış bir hikâye anlatılmıştır)… Final jeneriği başlar. (Bu çok iyi, Yeşilçam döneminde uzun, uzun yıllar, filmlerin final jeneriği yoktu. Olay biter ve SON yazardı, bir iki filmde “son” yerine, “bitti” yazısı, Lütfi Akad’ın Gökçeçiçek filminin sonunda ise “Türk Malı” yazısı vardır. Benim gördüğüm bir ilk de Yılmaz Güney’in Umut filmindeydi, finalde “son” yazısı yoktur, film son karelerinde, sağ alt köşede UMUT yazısı çıkar, görüntü kaybolur, siyah film geçerken kadrajda -aynı yerde- “umut” yazısı devam eder… Sonradan Umut filminin sonuna işletmeciler / sinemacılar (?!) “son” yazısını eklediler.
(21 Mayıs 2011)
Orhan Ünser