Deli deliyi görünce sopasını saklarmış. Devlet Kürdü görünce ne olur elbette bilinir ya biz diyelim aklını saklar ve de başlar bir akıl tutulması… Kamuoyu ve devlet zevatının bir milletvekilinin tokadıyla gerilmekten yırtılma noktasına geldiği şu günlerde, devlete esaslı bir tokat da Kürt sinemasından geldi. Üstelik de bu tokadı atan Kürt deli bir Kürt. -Ki ‘beyaz’ın gözünde akıllı Kürt yoktur.- Ve de bu delinin tokadı gösterir ki; bu devletin akılsızlığı ne yama tutar gayrı, ne de toprağı cesetten bir doymuş çözeltiye çevirmesinin saklanacak bir yanı kalmıştır.
Kürtlerin henüz politize olmadığı, devlet denen suç aygıtının kitleleri Kürt – Türk çatışmasının temel harcı olan sağcılık – solculuk ya da Alevilik – Sünnilik karşıtlıkları üzerinden birbirine boğazlattırdığı günlerin finali. Yani 12 Eylül ‘ileri demokrasisi’nin ülkeyi ‘muasır medeniyet’ seviyesine çıkardığı günler. Ki şimdinin epey bir ileri demokrasisinin çocuk hali, o günlerde Kürdün deli olanına bile tahammül edememektedir. Düşünün o zamanın çocuk devletinden bir katil yaratmanın paha biçilmezliğinin sonucunun bu günkü yansımasının nelere kadir olabileceğini…
12 Eylül toplum mühendisliğini konu alan filmlerin gırla podyumu arşınladığı Türkiye sinemasında, bu tarihsel dehlizi konu alırken Kürt coğrafyasında nelerin yaşandığını irdeleyen film bulmak imkânsız. En değme Marksistinin bile konu Kürtler olduğunda, sonu gelmez ‘ama’lı cümlelerle ulusçuluk batağında debelendiği bir ülkenin sinemasından bunu beklemek de elbette safdillilik olurdu. Yılmaz Güney ve birkaç ‘deli’yi saymazsak… Ancak devletin delirttiği o toplumun delileri, hesabını sadece bir tokatla sormaya kalktığında ise kızılca kıyamet kopuyor. İşte ‘Meş’ (Yürüyüş) isimli sinema filmi, bir delinin bile Fırat’ın öte yakasında yaşananlar karşısında dayanamayıp, devlete esaslı bir tokat atmasıyla, birilerini yeniden yırtılma noktasına getirmeye hazırlanıyor.
Toplumun sindirilişini bir delinin itaatsizliği üzerinden aktaran film, hem Kürdistan sinemasının doğurmaya hazırlandığı günler açısından büyük umutlarla dolu, hem de o topraklarda biriken öfke kuyularının sinema, edebiyat ve sanatın diğer disiplinleri yoluyla patlamaya başlayacağının işaretlerini veriyor.
Yönetmenliğini Shiar Abdi’nin yaptığı, senaryosunu Selamo’nun yazdığı ve tamamı Kürtçe olan film 12 Eylül 1980 darbesinin öncesi ve sonrasında Mardin’in Nusaybin ilçesinde geçer. Darbenin etkileri zaman zaman hissedilmektedir. Cengo ile birlikte bir grup çocukla arkadaş olan Xelilo, bir yandan dışlandığı dünyadan giderek uzaklaşırken, bir yandan da politik isyanın bir öznesi haline gelir. Xelilo’nun arkadaşlarının bazısının ailesi ilçeyi terk eder, bazılarının yakınları bilinmeyen yerlere götürülür. Xelilo ise ağızlardan aşırdığı sigara ile hem ölümün kanıksanmasına epik bir müdahalede bulunur, hem de sessiz protestosunun bedelini işkence ile öder…
Gerçek bir hikâyeden yola çıkılarak 12 Eylül’ü ve o dönemki toplumsal, deli Xelîlo’nun hikâyesi üzerinden beyazperdeye aktaran yapım, kitlesel delilik karşısında Xelîlo’nun sessiz farkındalığı ile bir çok parametreyi sorguluyor.
Başrolde Selamo’nun oynadığı film, alışılmış göze parmak sokma yöntemini aşarak öyküyü evrensel bir düzlemde sunma denemesiyle dikkat çekiyor. Ancak konunun aktarılmasında haddinden fazla ketum davranılması nedeniyle filmin yavaş akışı, merak unsurunu usandırıcı bir sınıra getiriyor. Bunun yanında özellikle Xelîlo’yu oynayan Selamo ile filmde rol alan çocukların üstün performansı açığı birazcık kapatmayı başarıyor.
Sinema estetiği açısından önemli bir başarıya imza atan filmdeki bazı mantık hataları ise ilk film olma acemiliğine işaret ediyor. Örneğin dışarıda bir yaz havası ve çocukların suya girmesiyle başlayan bir günün akşamında evde soba başında ısınılmaya çalışılması garip bir durum oluşturuyor. Hikâyenin devamı ve ironilerin anlamını seyirciye bırakırken de benzer bir handikapa düşülüyor. Komutanın geldiği bir evin sahibine ‘bu evi yarına kadar beyaza boyayacaksın’ şeklindeki baskısı elbette ki devletin ve askerin keyfi muamelelerine işaret edebilir. Ancak bu baskının bir keyfiyet olduğunun öykü içerisine tam olarak yedirilmemiş olması gibi durumlar, filmin yer yer lokal bir kitle tarafından anlaşılabileceğine neden oluyor. Darbenin getirdiği ağır sonuçlar, ev basmalar, insanların ağır bir cendereden geçilmesi, yani dışarının politik atmosferinin biraz daha hissedilebilmesi filmi çok daha başarılı kılabilirdi. Ancak burada da yönetmen ve senaristin son derece ketum davrandığı görülüyor.
Yine darbe ve sürekli öldürülmelere karşı gençlerin kendi aralarında örgütlenip suikast plânlamasındaki yansıma da problemli şekilde ele alınmış durumda. Silâhlanan iki gencin bir çete mi, yoksa bu günün Kürt hareketi mensupları mı, ya da başka bir isyanın unsurları mı olduğu anlaşılmıyor. Reji ve öykülemedeki bu handikaplı durumlar dışında, oyunculuklarla birlikte görüntü yönetmeninin başarısı da filmin her karesinde hissedilebiliyor. Ercan Özkan’ı Kürdistan sineması adına kazandırdığı bu yeteneğiyle sinemaseverler ileriki zamanlarda epey bir anacak gibi…
Oyuncu kadrosunda Abdullah Ado, Aydın Orak, Brader, Nujîyan Kılgı, Talat Ekinci, Rugeş Kırıcı gibi isimlerin bulunduğu filmde Xelîlo’nun yönelişi ise son derece manidar şekilde ele alınmış durumda. Xelîlo bir yandan toplumdan izole, karanlık bir harabede yaşarken, öbür taraftan da özellikle de hükümet konağının önünde deli atlar gibi o baştan bu başa yürüyüp, sürekli konağın kapısı önünde yere tükürmesiyle ve insanların ağızlarından sigara aşırmasıyla kendini izole ettiği topluma da çaktırmadan müdahalede bulunuyor.
Buradan da Xelîlo’nun kendini tecrit etme durumunun gerekçesinin sistem ve toplum yanlışlara pasif bir itaatsizlik olduğu anlaşılıyor. Zira sürekli çocuklarla zaman geçirmesi, bir tek onlarla mutlu olması durumu özetliyor. Ancak devletin bakışı elbetteki Xelîlo’nun bir deli olduğunu görebilecek kadar körlük kuyularından çıkmamıştır. Sokağa çıkma yasağına uymayı bir deliden beklemek, ancak şizofren bir devletin işi olabilir… İşte Xelîlo tam da bu şizofreninin kurbanlarından sadece biri. Sokağa çıkma yasağına uymadığı gerekçesiyle akıllılarla birlikte gözaltına alınıp işkenceden geçirilen Xelîlo, bu yasağa uymamamın gerekçesini elbette hayatıyla ödeyecektir. Devletin yasağına uymayan deli de olsa, kendisine biçilen kefenin rengi aynıdır maalesef… Ancak filmin en çok tartışma yaratması beklenen yeri ise kuşkusuz Xelîlo’nun komutana attığı esaslı tokat. Xelîlo boş bulduğu kim olursa ağzından sigarayı aşırmaktadır. Bu bir komutan da olsa… İşte komutanın ağzından sigara aldığı için feci halde darp edilen Xelîlo, komutana öyle bir tokat patlatır ki, hem komutanın feleği şaşar, hem de bu günler en tartışmalı ismi Sebahat Tuncel’e selâm çakar cinsten… Kürtlerin devletten yediği ağır tokadın rövanşını Kürt kadınları ile delileri mi alıyor nedir?…
(28 Mart 2011)
Rawin Sterk (İsmail Yıldız)
ismailsterk@gmail.com