Tayfun Pirselimoğlu İFSAK’a Konuk Oluyor

İFSAK, 04 Ocak Salı günü saat 19:30’da “Sinema Üzerine” konulu bir söyleşi düzenleyecek. Söyleşinin konuğu Tayfun Pirselimoğlu olacak. 1959 doğumlu Tayfun Pirselimoğlu, yönetmenlik, senaristlik ve yazarlık yapıyor. Ortadoğu Teknik Üniversitesi mezunu olan Pirselimoğlu, daha sonra Viyana Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim ve gravür eğitimi aldı. Dünyanın pek çok yerinde sergiler açtı ve ortak sergilere katıldı. Pirselimoğlu, 1985’ten sonra, sinema alanında çalışmaya başladı. Gözaltında kaybolan oğlunu arayan bir annenin öyküsünü anlattığı 2002 yapımı ilk uzun metraj filmi Hiçbiryerde, Zuhal Olcay’a çeşitli ödüller kazandırdı.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Tayfun Pirselimoğlu İFSAK’a Konuk Oluyor yazısına devam et
  • SİYAD – Sinema Yazarları Derneği, Onat Kutlar ve Yasemin Cebenoyan’la İlgili Açıklama Yaptı

    SİYAD – Sinema Yazarları Derneği, 16 yıl önce, 30 Aralık 1994′te İstanbul Taksim’deki The Marmara Oteli’nin pastahanesinde patlayan bomba ile aramızdan ayrılan sinema yazarı şair Onat Kutlar ve arkeolog Yasemin Cebenoyan hakkında basın açıklaması yaptı. Basın açıklaması şöyle: “16 yıl önce bugün, 30 Aralık 1994’te İstanbul Taksim’deki The Marmara Otel’in pastanesinde patlayan bomba, yazar – şair Onat Kutlar’ın ve arkeolog Yasemin Cebenoyan’ın aramızdan ayrılmalarına yol açmıştı. …”

  • Açıklamanın devamı için tıklayınız.
  • Web Sitesi
  • Görsele haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    SİYAD – Sinema Yazarları Derneği, Onat Kutlar ve Yasemin Cebenoyan’la İlgili Açıklama Yaptı yazısına devam et
  • Metin Gönen ile Sine – Felsefe: Yumurta ve Orijin Bütünlük Mitosu

    SİYAD üyesi felsefeci – sinema yazarı Metin Gönen’in hazırlayıp sunduğu Karşı Sanat Sine – Felsefe Seminerleri, “Gazeteci Erol Dernek Sok, No: 11/4, Hanif Han, Beyoğlu, İstanbul” adresinde yapılıyor. 30 Aralık 2010, saat 20:00’deki seminerin başlığı “Yumurta ve Orijin Bütünlük Mitosu”. Seminerlerde, sinema hem bir sanat olarak ele alınıp filmlerin kendi özgün sinematografik operasyonları içinde ne tür fikirler savunduğu inceleniyor, hem de bu film analizleri “eserlerle birlikte düşünme” çalışması olarak felsefenin aydınlatıcı kavramsallığıyla temellendiriliyor.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Metin Gönen ile Sine – Felsefe: Yumurta ve Orijin Bütünlük Mitosu yazısına devam et
  • 07 Ocak 2011 Haftası

    “Güzel Bir Hayat Düşlerken”, 1991’de, ‘parçalanmaya başlamış’ Yugoslavya’nın Hersek’teki köyünde, yıllar önce ‘parçalanmış bir aile’nin diplere itilmiş saflık ve sevgiyi yeniden canlandırmasını, insan olduğumuzu ‘fena, hem de çok fena hissettirerek’ öykülüyor. Sapasağlam bir hikâye… Duygusal dalgalanmalar ve tonların yüreğinizi ele geçirdiği bir anlatım stili… Doğal oyunculuğun en iyi örnekleri… Yeni yılın ilk mükemmel filmi.

    “Eyyvah Eyvah 2”, İstanbul’da bulduğu kayıp babası ve bu arayışında ona yardımcı olan ’harbi şarkıcı abla’, frapan Firuzan ile Çanakkale – Geyikli’ye dönen açıkgöz -fakat hemşire Müjgan’a ilanıaşkta mahcup- klarnetçi Hüseyin’in yeni sakarlıkları / serüvenleri… Yine ‘içimizden’ ve yine insanımıza özgü mizahtan üretilmiş bir eğlence. İddiasız, güldürmeye dönük, seyirciye vaat ettiklerini yerine getiren, aksaksız sayılabilecek bir çalışma. Zaten tekdüze bir hikâye olduğundan, öyle unutulmaz komedi anları yaratabilecek iniş – çıkışlar, iç içe geçmiş hareketler falan beklemeyiniz. Gidiniz, neşeleniniz, mutlu olunuz.

    (05 Ocak 2010)

    Ali Ulvi Uyanık

    [email protected]

    Bir Erhan Kozan Filmi: Çakal

    Kenar mahallelerde yitirilmiş bir öyküyü anlatıyor Çakal. İlk film olma zorluğunu da kendinden emin tavrıyla ustalıkla aşmış, hatta boyundan da büyük bir işe imza atmış haliyle dikkat çekiyor. Alt metin, şırıngayla enjekte edilircesine işliyor damarlarımıza. Akılda kalan birçok replik var ve bu replikler de görsel olarak destekleniyor. Akın’ın bulunduğu ortamlara yabancılaşması ama her şeye rağmen de bu durumdan sıyrılamaması da filmi izleyen ve hayata dair derdi olan bütün insanlara ayna tutuyor. Eleştirdiği insanların konumuna düşerken bu durumu farklı bir anlama sokuyor. Anlaşıldığı üzere derdini dibe vurarak anlatmaya çalışan bir yönetmen var karşımızda. Akın karakterinin söylediği lâflar yönetmenin bundan sonraki filmografisini de şekillendireceği çok net olan söylemler aslında. Hırsızlık yapmaktan ziyade hakkını almak olarak nitelendiriyor ya da ölümün zaten sahip olmadığımız bir şeyi iade etmek olduğunu söylüyor net bir ifadeyle. Türban takan kızın daracık pantolon giymesini eleştiriyor ama daha sonra bunun da anlamsız olduğunu Akın’ın ifadeleriyle dile getiriyor. Aslında yoğun söylemler filmde peşi sıra geliyor. “Ben Nerdeyim? Kim bu insanlar?” şeklinde varoluşsal sorunlar, annenin ölümüne karşı duyarsızlığıyla Zeki Demirkubuz’un Yazgı’sına ve haliyle Albert Camus’un Yabancı’sına göndermeler, modern sinema başyapıtı Fight Club’ın stilize tepkisine eşlik edercesine sinsi gerilimiyle Çakal iyi bir örnek olduğunu kanıtlıyor. Tüm bu referansların yanı sıra ciddi şeyler söyleniyor ama film kendini ciddiye alıyor mu? İşte bu noktada birtakım eksiklikler var. Fazlasıyla sade ve direkt söylemlere dayalı anlatım biçimi, aksiyonun hipnotize edercesine içe kıvrılmasıyla etkisini yitirmeye başlıyor. Akın, kendisine yüklenen anlamın sıradanlığına kapılıyor. Bir noktadan sonra her şeye kendi içinde karşı çıkan ama karşı çıktığı her şeye de birebir ayak uyduran bir adam olduğunu kanıtlıyor. Hayat da bunun gibi birçok örneğe gebe zaten. Ancak bu durum sinemasal anlatım içinde durağanlığa hapsolmaktan kurtulamıyor. Durağanlığın içindeki şiddet etkisi nötrleşen bir uyuşturucuya dönüşüyor.

    Normalde izlediğim filmlerin en çok final sahneleriyle ilgili yorum yapmayı sevmem. Çünkü filmler yönetmenin tercihiyle ya kesin olarak netlik bulur ya havada kalır, ya mutlu son olur ya kötü tabir edilen bir şekilde biter. Filmin karakteri gibidir. Biz bittikten sonra böyle olsaydı, şöyle olsaydı deriz ama gördüğümüz şekilde bitmesi gerekiyordur demek ki. Bunu bize anlatan kişinin beyninde bulduğu anlamdır tamamen. Ama Çakal’da birşey eksik kaldı. Final için yazılmış senaryoya itirazım yok ama bir şey daha eklenmeliydi ya da sanki bir şey daha çıkarılmalıydı. Bütün içerisinde ne inişe geçen ne de yukarı çıkabilen bir finalle karşılaşabildik.

    En azından heyecanlı ve cesur bir yönetmen var karşımızda. İsmail Hacıoğlu olabilecek en iyi performanslarından biriyle karşımızda. Erkan Can ve Uğur Polat’a da diyecek lâf yok zaten. Üstün oyunculukların yönetmenin de işini kolaylaştırdığını itiraf etmemiz gerekir. Oyuncular bedenlerini ve seslerini enstrüman şeklinde kullanıp, filmde varlığını pek hissetmediğim müzik olgusunun da yerini doldurmuşlar. İsmini yazımın başından beri hiç zikretmediğim yönetmen Erhan Kozan’dır. Erhan Kozan, Mahsun Kırmızıgül’ün Beyaz Melek filminin set fotoğraflarını çekmiş ardından da Çıngıraklı Top filminde yardımcı yönetmen koltuğunda oturmuştur. Dileğim kendine dert edindiği hikâyeleri bu şekilde anlatmaya devam etmesi yönünde.

    (05 Ocak 2011)

    Görkem Akgün

    http://gorkeminsinemadefteri.blogspot.com/

    Arka Pencere Dergisi, Soyguncuların Peşinde

    Arka Pencere Dergisi, ünlü Fransız soygun klasiği Rififi’yi kapağına taşıdığı, 61. sayısında yine dopdolu! Tunca Arslan, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi kapsamında üretilen kayda değer Macar filmi Isztambul’u kaleme aldı. Vizyon filmleri eleştirileri arasında Hırsızlar Şehri, Zor Baba 3 ve Karmakarışık yer alıyor. Sapık köşesiyle devam eden Arka Pencere Dergisi’nin 61. sayısı, her sayıda olduğu gibi bir Alfred Hitchcock alıntısıyla nihayete eriyor: “Sessiz filmlerde kötü adamlar genellikle bıyıklı olurdu. Oysa Şantaj’da (Blackmail) benim kötü adamım sinekkaydı tıraşlıydı.”

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere Dergisi, Soyguncuların Peşinde yazısına devam et
  • Genç Sinemacıların Vefası: Av Mevsimi’nde Kazım Koyuncu, Çakallarla Dans’ta Barış Manço Anıldı

    Av Mevsimi’nde Cem Yılmaz’ın sesiyle kullanılan “Hayde”den sonra Çakallarla Dans’ta kullanılan Barış Manço’nun “Kazma” ile “Cacık” şarkıları ve anonim “Karaçalı Türküsü” sinemaseverler kadar müzik severlerin de dikkatini çekti. Av Mevsimi ve Çakallarla Dans’ta Kazım Koyuncu ve Barış Manço şarkılarının kullanılması genç sinemacıların vefası olarak değerlendirildi. Çakallarla Dans’ta kullanılan Trakya’nın ünlü sanatçısı Burhan Öçal’ın Trakya All Stars albümündeki anonim “Karaçalı Türküsü”, yakında vizyona girecek olan Eyyvah Eyvah 2 filminde de Ata Demirer tarafından seslendiriliyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • İstanbul’un Sırları

    İstanbul’un Sırları belgeseli Beyoğlu Beyoğlu Sineması’nda gösterime girdi. Yönetmenliğini Enes Hakan Tokyay’ın yaptığı drama belgesel, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Sinema Belgesel ve Animasyon Yönetmenliği projelerinden. Yetkin Dikinciler’in anlatımı ve oyunculuğu ile çekilen belgeselde, Ayasofya’nın, Yerebatan Sarayı’nın, Kız Kulesi’nin, Süleymaniye ve Sultanahmet Camilerinin hikâyeleri canlandırmalar eşliğinde gözler önüne seriliyor. Belgeselde, İstanbul’un kuruluşundan itibaren tarihi süreçte ilgi çekebilecek mekânlar ve konulara yer verildi.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar