Av Mevsimi! / Çakal-laşamamak

Filmin İsmi: “Av”, av hayvanlarının avlanma eylemidir. Avcı da bu eylemi gerçekleştiren kişidir. İnsanlık tarihi bir “avcılık” dönemi yaşamıştır. Öncelikle karın doyurmak için yakalanıp öldürülen hayvanlar, yiyerek tüketilen parçaları dışında kalan diğer şeyleriyle de insanların bir dönem ihtiyaçlarına karşılık olmuştur. Günümüz toplumlarında av da kurallara bağlanmış, “av hayvanları” gibi bir kategori belirlenmiş, av-ın sürekliliğini sağlamak için de, zamansal olarak mevsim-ler belirlenmiştir. Mecazi mânâda “av” insanlara da yönelik olabilir. Polis, toplumda düzen sağlamak görevi sırasında sırası gelir av-cı dahi olabilir. Ama “insan avının”, avcı-ları her zaman polis olmaya bilir, bu konumuz dışında kalıyor. Polisin iz sürmesi, şüpheli yönünde gelişirken, bunu klâsik anlamdaki “av” gibi, mevsimle sınırlandırmak, abes bir durum ortaya çıkarır. Bu nedenle “Avcı”nın, Battal’a yönelik şüphelerinde, kendini de ikna edici sonuçlara ulaşmasından sonra üzerine gitmesi -ama filmde ki gibi değil- gayet normaldir. Av’ın nedenlerinin açıklanmasından sonra, “kendini avlaması” üzerine Avcı, “‘av mevsimi’nin bittiğini” söylüyor (filmin adı da buradan geliyor), oysa polisin (geniş açıdan bakarsak, insanın) avcılığı, ise mevsimle sınırlı değildir.

Film: Aynı anda birbirinden bağımsız iki – üç cinayeti çözmeye uğraşıp hepsi üzerine gitmeye çalışan bir ekibe, bulunan “kesik bir kol” ile ilgili soruşturmada verilir. Emekliliğin kapısına gelmiş Avcı lâkaplı Ferman, polislik yaptığı kadar, boşandığı karısının da izini süren, lâkabı ile müssellem “Deli” ve sırf bir soru sordu veya soruya cevap verdi diye ekibe alınan, Çömez.

Eldeki bilgilerle sürülmeye başlanan “iz”, bir yere çıkarmayınca, açılışta Avcı’nın verdiği derste dediği gibi “bakış açısının” değişmesi gerekecektir. Ekip bu bakış açısının ne olduğunu bilmeden peşine düşer. İzlemenin ileri aşamasında adı ortaya çıkan holding sahibi Battal birden bire şüpheli hedefine oturtulur. Ama yeterli delil olmadığı gibi, adamın ekonomik ve siyasi tabanlı çok katmanlı bir zırhı vardır. Öncelikle, bir takım bilgileri olan kişiler, konuşmamakta direnirler.

Bu arada şunu sormadan duramayacağım, “o kesik kol”, tek başına bir kol olarak, “neden” orada bulunmuştur? Vücudun -Avcı, finalde “parçalanmış olduğunu” söylüyor- diğer parçaları nerededir ve yine söylendiği gibi aranmasına rağmen neden bulunmamaktadır? Eldeki bulgulara göre bakılan bakış açısı nedeniyle, üzerine gidilen şüpheliyi (Asit), açıklanmayan şeylerin açıklanması aşamasına getirilince, -bilgi almak için (nereye?) götürülürken- adliye kapısında polisler arasında, gaza getirilmiş “töre iz sürücüsünün” vurmasına mani olamamak, işleri çıkmaza sokar.

Avcı -finale doğru öğreneceğimiz gibi – böbrek hastası karısı ile; Deli, kendisinde bulunan iki çocuğunun annesi, devamlı izini sürdüğü, ilişkilerine mani olduğu, çalışan, yanına kimselerin yaklaşmasını kabûl edemediği eski karısı ile; Çömez, ise ilk gittiği olayında dokunduğu bir takım -cinayetle ilgili- şeyler nedeni ile devamlı ellerini yıkamakta, “kok”tuğunu sanmakta ve çevresi de bu kokuyu almaktadır. (!) Bu nedenlerle “kasap” olan sevgilisinin babasının iş yerlerine giderek daha “yakın” bakmaktadır…

Bu gibi özel konuları ile özellikle “Deli”, baskın hale getirilmektedir. Uzun tutulmuş yan olaylarla, film uzar. Nerede ise, cinayet çözümsüz kalacak iken, İdris (Deli) gereksiz bir ataklık ile şüphelendiği, fakat hakkında delil bulamadığı Battal’ın üzerine giderek, kendi ölümüne neden olur. Olur ama, ölürken “bakış açısının” değiştirilmesi gerektiğini hatırlatır, (neden?) ne gibi bir bulguya ulaşmıştır? Sonradan Avcı ile Çömez’in öğrenecekleri bilgiye, bu bilgideki çözüme hiç bir zaman ulaşamamıştır. O kendince yapabileceği “farklı” bir şeyi, yapmalarını istediği -değişik bakış açısından bakmayı – yapmış mıdır? Cinayeti çözen bakış açısı ise, ilgisizmiş gibi görünen farklı olaylarda yatmaktadır.

Oyunculuk: Görünüşte Şener Şen daha başrolde imiş gibi ise de, (başrol ne demektir?) Cem Yılmaz’ın genellikle daha ağır bastığı yargısı öne çıktı. Hele, eski bir emniyetçiye yapılan “veda gecesi”nde söylediği Kazım Koyuncu şarkısı “Hayde” ile artı puanlarını artırdı. Önce Cem Yılmaz oyuncu olduğu için, önceki Yılmaz Erdoğan ve kendi filmlerindeki rollerine bakıp (Organize İşler’deki tiplemesi hariç), bu rolü ile öne çıkarılmasına katılamayacağım. Oyuncudur, evet iyi oynamıştır, yaptığı iş işidir, iyi söylediği “Hayde” şarkısı sahnesi için ise, bir an, bu sahneyi filmden çıkarsak ne olur diye düşündüm. Film -belki- bir şeyler kaybederdi, ama fazla bir şey değil. Çünkü sahnenin film ile doğrudan bağlantısı yok… ama o zaman finalde vurulduktan sonra “veda gecesini” (yoksa kendi veda gecesi-ni mi) hatırlaması havada kalırdı (o sahnenin de nedenini anlamadım). Tekrar etmiş olacağım ama, vurulan İdris’in “bakış açınızı değiştirin” mesajı vermesinin nedenini anlamış değilim; bunun yanında “Çakal” filminde sırtından vurulan, azmettiricileri tarafından gözden çıkarılıp “götürüp ormana bırakın, kafasına da sıkın” denen Akın’ın, -ölümün kapısına gelmişken – azmettiricisinden istediği “akvaryum”u almak düşüncesini hâlâ sürdürmesi bana daha inandırıcı geldi.

Çakal: Annesi ölünce, dünyası değişir Akın’ın, babası ile ipleri koparır, plânlamadığı halde ustasının parasını cebe indirir, -eli para tutmaya başlayınca geri vermeyi düşünecektir- (paralandıktan sonra -o zaman geri ödemek düşüncesi daha yoktur). Sevdiği kız peşinden gelmeyi kabûl etmez. Akın da ipleri koparır, plânsız programsız yarış piyasasında subaşı tutmuşların önce tahsil-cisi olur, tetikçilik için de uygun görülür. Annesinin ölümü, çaresizliğini yoğun bir şekilde hatırlatır, kimseye (babası, arkadaşları, sevgilisi) bağlı değil gibidir, gidecek bir yeri yoktur, annesi ölmüştür (acaba yaşarken ilişkileri nasıl- dı?) Tetikçilik önerilince, “İşte gidip vuracağım” der ama cebi para görmeye başlayınca, çocukken babasına aldıramadığı akvaryumu hatırlar. Azmettirici patronundan da -önce gereksiz görülüp, sonra da “gülünerek” kabûl edilen- akvaryumu ister (iki kez)… Çakal denilen Akın, kendisine “Çakal” diyeni “Ben Çakal değilim” diyerek vuracağını söyler. Cevahir ise “Ben de Çakal dersem, beni de vurur musun?” deyince Akın, “Sen bana Çakal demezsin” der. Cevahir de, “Evet, demem” der. Yarışlarda tekerlerine çomak sokan kişiyi vurdurttukları Akın, vurduğu kişi tarafından sırtından yaralanınca azmettiricileri (Cevahir ve Fahrettin “abi”) Akın’ın biletini keserler ama Akın’ı öldüremeyen arkadaşı, gelip Cevahir ve Fahrettin’i vurur. “Çakal-laştıramadıkları” yaralı Akın ise akvaryum alma plânları yapmaktadır. İdris’in yaralı iken “bakış açınızı değiştirin” mesajı veren tavrı ile Akın’ın akvaryum düşleri her ne kadar karşılaştırılamazsa da, ben Akın’ın akvaryumunu seçmeye gidebilmesinden yanayım.

(31 Aralık 2010)

Orhan Ünser