Türk sineması önemli bir ivme yakalamış görünüyor. Çok devingen… Çeşitli arayışlar içinde. Kimileri biraz acemice, özenti de olsa farklı olmaya çalışıyor. Zaman içinde, kalanlar ve yeni gelenlerle Türk sineması belli bir olgunluğa ve yetkinliğe ulaşacaktır kuşkusuz… Daha şimdiden ikinci, üçüncü filmleriyle kendilerini kanıtlamış olanlar az değil. Sürekli yeniler geliyor ve biraz öncekiler bir anda “eski kuşak” oluveriyor. Çoğu çalışmanın gişe kaygısı yok. Ama bir derdi var. Ticari sinema formatlarının dışında kişisel anlatım oluşturma çabaları dikkati çekiyor. Özentiler, acemilikler kuşkusuz var, ama bunlar kolayca aşılabilir. Türk sineması bayrak yarışında gibi, kendisiyle yarışıyor. Bu bir ivmenin sürmesi, boğulmaması ve mutlaka desteklenmesi gerek. Üzümün çöpü var demenin bir anlamı yok. Sinema yazarları, gazetelerdeki kısa eleştiri yazılarının dışında bu oluşumlara eğilmeli, hoş görüyle ama sinema adına ödünsüz araştırmalar yapmalıdır, inceleme yazıları yazmalıdır. Onlara da bu mutfakta çok iş düşmektedir.
Ayrıca seyirci de önemli görev üstlenmelidir. Çünkü iş aslında onda düğümlenmektedir. Seyirci bu filmleri yalnız bırakmayacak. Hep arkasında olacak. Beğenmese de gidip destekleyecek. Futbol seyircisi gibi, sinemasına sahip çıkacak, iyi zamanın da, kötü zamanında da yanında olacak. Tepkisini filmlere gitmeyerek göstermeyecek. Gidecek, ama sözünü de sakınmayacak, esirgemeyecek. Amerikan filmlerinin peşine takılarak şımarıklık yapmayacak, sorumluluğunu bilecek, gereğini yapacak. Bu destek bir görev çünkü… Seyircisiz bir sinema var olamaz. Seyirci zorlayacak kuşkusuz. Alışkanlıklarından, beklentilerinden kopmak kolay değildir. Çaba ister, irade ister. Bu çabayı gösterecek, sabır da gösterecek… Türk sineması ezber bozmaya çalışıyor. Seyirci de ezberini bozacak, başka yolu yok. Zor bir yola çıktı Türk sineması, seyircisiz ve yazarsız kalmamalı.
Özgün Yeşilçam sinemasının üstüne farklı yeni bir özgün sinema oluşturmak kolay değildir… Elbirliğiyle ancak olur… Yeşilçam, seyircisiyle var olmuştu. Bu yeni sinema arayışları da kendi seyircisiyle var olacaktır. Kendi kimliğimizle, kendi sinema dilimizle, algılayışımızla, anlayışımızla dünya sinemasına açılacağız. Biz olarak bunu yapacağız. Sinema tarihindeki çalışmalardan etkileneceğiz, esinleneceğiz ama bu sinema tarihine kendi “taş”ımızı koyacağız. Biz de varız diyeceğiz. Sabırla koruk üzüm olur, helva olur.
Film yapmak para gerektirir. Para yaratıcıda yoktur. Genç sinemacılarda yoktur. Kimde vardır? Devlette vardır, yatırımcıda vardır. Yatırımcıyla bunların buluşması gerek. Devlet, sanata yatırımı özendirmek için sponsorluk yasası çıkarmıştır. Ama sponsorluk, özellikle sinemada pek amacına uygun olarak kullanılmamaktadır. Sinemada sponsorluk para kazandıracak, geniş seyirci hedefleyen projeler yerine, böyle kaygılardan daha çok, sinema sanatındaki yeni arayışlar peşinde olan projelere yönelmesi beklenir. Sponsorlar, özgünlük çabası ve arayışı olan çalışmalara ve kişilere öncelik vermelidir. Bu katkılar, sponsorlara, dolaylı da olsa para kazandırmaz belki, ama prestij kazandırır, onur verir… Ki bunlar asıl kalıcı değerlerdir. Dünyanın ilgi odağı olacak bir Türk sineması ülkemize onur kazandırır. Bunun değeri parayla ölçülemez.
Sanat devamlı yenilik, farklılık, özgünlük, özellik peşindedir, arayışındadır. Sinema sanatını geliştirmek isteyen yaratıcılar da aynı amacı güderler. Sanat özgün ve özel yaratıcılıktır. Geniş kitlelere hemen ulaşması, ticari olması kolay değildir. Bu nedenle yatırımcılar tarafından yaratıcıların desteklenmesi beklenir. Yaratıcılık, yenilik, özgünlük peşinde olan sinemacıların desteklenmesi, özendirilmesi bir çeşit AR-GE olayıdır. Bu şekilde görülmesi, algılanmalı ve düşünülmelidir sponsorlar tarafından. Devlet de desteğini bu açıdan değerlendirmelidir.
Dünyada ses getiren bir Türk sineması, Türkiye’yi temsil eder, Türkiye’ye onur kazandırır, gurur verir. Ve bundan bütün Türkiye kazanır. AR-GE hemen getirisi olmayan bir yatırımdır. Birçok sonuçsuz girişimleri de destekler. Bütün gelişmiş ülkelerde AR-GE çalışmalarına büyük kaynaklar ayrılmaktadır. Devletin de sanata ve sinemaya desteğini AR-GE olarak değerlendirip, daha çok ve geri dönüşsüz olarak kaynak ayırması gerekir. Ticari beklentilerin baskısından kurtulmuş bir Türk sineması çok daha yaratıcı arayışların içine girebilmektir. Belki çok fire verilecektir ama kazanılacak az sayıdaki özgün çabalar buna değer. AR-GE zaten bu demektir.
Bütün olumsuzluklara, parasızlıklara, yazarsızlıklara, eksikliklere, hatta Amerikan filmlerinin kirletmelerine karşın son yıllarda Türk sinemasında gözlenen kabarma, bir yanardağ gibi patlamanın eşiğinde görülüyor. Her yıl dalga dalga yeni yönetmenler, ilk filmler geliyor sinemamıza… Bunlar bir öncüler kuşağı konumundalar. Başlardaki tek tek öncüler çoğalmakta, dalgaya dönüşmekte… Bu ivme iyi gözlemlenmeli, iyi değerlendirilmelidir. İşte bu nedenle, sinemamızdaki bu fokurdama fark edilmeli, seyircilerimizle, yazarlarımızla, sponsorlarımızla ve Devletimizle sabırla desteklenmelidir. Bu, bizim sinemamız, bundan asıl kazanan ülkemiz olacaktır çünkü…
(18 Ekim 2010)
Engin Ayça
Bu yazı Modern Zamanlar Dergisi’nin 18. sayısında yayınlanmıştır.