Deccal (Antichrist)
Yönetmen-Senaryo: Lars von Trier
Kurgu: Asa Mossberg-Anders Refn
Görüntü: Anthony Dod Mantle
Oyuncular: Willem Dafoe (Adam), Charlotte Gainsbourg (Kadın)
Yapım: Zentropa-Nordisk Films-IFC Films (2009)
Sinemanın önemli yönetmenlerinden Danimarkalı usta Lars von Trier’in “Antichrist – Deccal” filmi, 62. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” için yarışmıştı. Charlotte Gainsbourg da “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü almıştı bu festivalden. Bu film, Cannes’dan bu yana fikirsel olarak saldırıya uğradı.
Sinemanın önemli yönetmenlerinden Danimarkalı usta Lars von Trier’in (Lars von Triyer okunuyor) 62. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” için yarışan “Antichrist – Deccal” filmi, o zamandan beri büyük bir fikirsel saldıraya uğruyor. Bu filmin kadın düşmanlığı yaptığı ve hatta Trier’in faşist olduğu gibi ciddiye alınmayacak tuhaf ve komik suçlamalar da yapıldı. Bu filmde kadın düşmanlığını göremedik. İnsanoğlu erkek gibi insankızı kadının da “ay”ının karanlık yüzü var. Trier usta, kadının bu karanlık tarafına kamera çeviriyor işte. Filmin derinliğinde de anlamlaşıyor bu. Ama, bu filmdeki şiddet sahnelerine bakabilmek insanı gerçekten sarsıyor. “Antichrist – Deccal”, belki de şimdiden bir başyapıt. Geleceğe kalması muhtemel çağdaş bir klâsik bu. “Antichrist – Deccal”de, kötüleşmeye başlayan kadına hayat veren Chalotte Gainsbourg, performansıyla Cannes’da “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü de almıştı. Yönetmen birçok filminde olduğu gibi bu filminde de hikâyesini bölümlere ayırıyor ve arayazılar kullanıyor. Bu sinemaskop filmin estetiği de çok çarpıcı. Yönetmen, hafif el kamerası kullanılmış ve görüntüler de zaman zaman sarsıntılı. Trier bu filmini gerçeküstücü estetikle yansıtıyor. Arayazılar da bunun içinde. Trier, açı-karşı açı tekniği de kullanmamış.
Film, bir prologla, yani bir önsözle başlıyor. Bu önsöz siyah-beyaz yansıyor. Kadın ve erkek duşun altında gerçek anlamda nefes nefese sevişiyorlar. Bu siyah-beyaz bölüm, baştan sona yavaş çekimle yansıyor perdeye ve metaforlarla dolu. Kadınla erkeğin sevişmeleri sürerken, bebekleri Nic uyanıyor, yatağından aşağı iniyor. Dışarıda sert tipi var. Salonun penceresi de rüzgârdan açılıyor. Yeni yürümeye başlayan bebek masaya tırmanıyor ve pencereden aşağıya doğru bir melek gibi uçuyor. Alttan da Handel’in (1685 – 1759) kilise müziğini çağrıştıran büyülü müziği kuşatıyor her yeri.
Bölüm 1: Matem…
Film renkleniyor. Bu bölüm, bebek Nic’in cenaze töreniyle açılıyor. Babanın gözyaşları akarken, arkada yürüyen anne yere yığılıyor. Uzun sürecek trajik bir depresyona giren kadın, hep bir suçluluk duygusu ve vidan azabı yaşıyor. Aylarca sürecek bir azap bu. Ama, film derinleştikçe, karanlık taraflardan dışarı çıkanlar bir şeyleri anlamlaştırıyor. Terapist adam, karısını depresyondan çıkarabilmek için onun korkularının üzerine gidiyor. Kadının en büyük korkularından biri Eden Ormanı. Bu orman, ABD’nin kuzeydoğusundaki Vermont eyaletinde bulunuyor. Ama bu orman sahneleri Almanya’da çekilmiş. Karı-koca trenle yola çıkıyor. “Eden”, İngilizcede Adem ile Havva’nın yaşadığı cennet bahçesi demek. Bu yolculukta adam, kadını hipnoz ediyor. Kadın kendini Eden Ormanı’nda görüyor. Meşe palamudu ağacının altındaki orman evinde trajediler yaşanıyor derinliklerde. Ormana geldiklerinde adam, bir anne ceylanın yavrusunu ölü doğuruşuna tanıklık ediyor.
Bölüm 2: Acı (kaos hükmeder)…
Orman evine yerleşiyorlar. Adam, ininde bağırsakları dışarı çıkmış yaralı tilkiyi görünce “kaos hükmeder” diye mırıldanıyor tilkiye bakarken. Evin damına gece meşe palamutunun meyveleri düşüyor sürekli. Kadın, yatakta adamı tahrik etmeye başlıyor, sanki öç alır gibi. Adamsa kadını ruhsal yönden iyileştirmeye çabalıyor sürekli. Ormanda dolaşırken, ağaçtaki yuvasından ölü kuş düşüyor yere ve karıncalar, yavru kuşu canlı canlı yiyorlar. Yönetmen, sadece insanın yaşadığı şiddeti değil, doğada yaşanan şiddeti de gösteriyor seyircisine. Trier, yoğun metoforlar kullanmış bu gerçeküstücü filminde.
Bölüm 3: Çaresizlik (soykırım)…
Adam, kadın uyurken evin çatı katına çıkıyor. Orada dini resimlerle soykırım resimlerini görür. Bir de not defteri. Adam, Nic’in fotoğraflarında bir şey keşfediyor. Fotoğraflarda kadın, Nic’e ayakkabalarını ters giydirmiş hep. Şizofren bir ruh halindeki kadın bu andan sonra “ay”ının karanlık yüzündeki dehşeti saçmaya başlıyor. Filmdeki çok güçlü gerçeküstü bir sahnede kadın, adamla sevişirken birden dışarı çıkıyor ve kökleri dışarı çıkmış ağacın dibinde kendi kendini tatmin ediyor. Ardından adam geliyor, sevişirlerken köklerin arasından eller dışarı çıkıyor. Bu an, terse çevrilmiş bir dini resim tablosu gibi. Daha sonra evin yanındaki kulübede adamı tahrik eden kadın, sevişme sürerken irkiltici bir şiddetle adama şiddet uyguluyor. Adam acıyla bayıldıktan sonra kadın adamın ayağını matkapla deliyor ve taş tekerleği adamın bacağına takıyor ve somunu anahtarla sıkıştırıyor. Bundan sonra yaşamla ölüm arasında bir mücadele başlıyor aralarında. İnsan bu sahneleri seyrederken gerçekten irkilti yaşıyor. Adam, kadının olmadığı bir anda dışarı çıkıyor ve bir hayvan inine sığınıyor. İndeki siyah karga ses çıkardığı için başına taşla vuran adam, kadından kurtulamıyor. Final bölümünde ölümcül savaş başlıyor aralarında.
Bölüm 4: Üç Dilenci: Acı. Umutsuzluk. Istırap…
Bu bölüm de gerçekten irkiltici. Kadın, üç dilenci gelince birileri ölecek diyor. Bebeğini hatırlayan kadın elindeki makasla zevk aldığı yeri kesiyor. Kadın bir köşede dururken, evin içinde ceylan (acı), tilki (umutsuzluk) ve karga (ıstırap) görünüyor. Adam, ardından telâşla bacağındaki tekerleği çıkartıyor ve trajedi tersine dönüyor sonra.
Epilog, yani sonsöz bölümü de siyah-beyaz ve gerçeküstücü. Adam ormanda yol alırken yine Handel’in kilise müziğini çağrıştırın büyülü müziği çalıyor fonda. Adam, yerden meyve alıyor ve yiyor. Yüzleri görünmeyen yüzlerce kadın, adamın yanından geçip gidiyor. Burada Hıristiyanlığa dair metaforlar olabilir. Antichrist, Hıristiyan inanışına göre İsa Mesih’e benzeyen bir düşman. Müslüman inanışına göreyse bir deccal. Yönetmen, filmdeki kadının psikolojik sorunlarının bebeğinin öldükten sonra değil daha öncelerinde olduğunu hissettiriyor. Şizofren gibi davranan kadın, adamı yok etmek isterken sanki tüm erkeklere savaş açmış gibi. Seyirci, kadını ilk gördüğü anda bile tuhaf bir irkilti yaşıyor. Bu filmin okyanus derinliğine dalmak için belki de Hıristiyan inanışını biraz anlamak gerekiyor. Bu filmdeki şiddet ve cinsellik gerçekten sarsıcı. Sanki ikisinde de pornografi var gibiydi. Bazı şiddet sahnelerine bakabilmek gerçekten zorlu bir serüven.
(12 Haziran 2010)
Ali Erden