Bugün (11.6.2010) başlayan Lars von Trier’in Antichrist filmini saat 14:15 seansında seyrettim. Film hakkında her hangi bir şey yazacak değilim. Başka şey yazacağım.
Yıllar önce bir gece TV.de adını anımsamadığım bir Amerikan filmini seyrederken, jenerikte “Music by” olarak ön adı İbrahim olan bir Türk ismi görmüştüm, soyadını not etmiş ve o günlerde soruşturmuş olmama rağmen şimdi hatırlamıyorum. İsim olarak tanıyanlar çıkmıştı. Hep hayıflanırdım, eskiden final jenerikleri bu kadar uzun olmasada gösterilmezdi. O jeneriklerde, Amerikan isimleri doğal olarak ağırlıkta idi. Köken itibari ile farklı da olsalar -en azından- öyle anılıyor, o ismi kullanıyorlardı. Yabancı olarak, Japon isimlerine daha sık rastlamama rağmen Arap (orta-doğulu) isimlerine de rastlamak mümkündü ama bunlar eskidendi. Şimdi de jenerikler var, fazla bir değişiklik yok. Bugün dört kişi seyrettiğimiz Antichrist’in son dakikalarında dört kişiden ikisi gitti, final jeneriği başlayınca üçüncü kişide gitti, ışıklar yandı, ben beklemeye devam ettim. Jenerikte birden Gökhan Balseven ismini gördüm, görüntü ekibi içinde çalışanlardan biri idi, devam eden jenerikte daha aşağılarda, Tuba Sarıca adına rastladım. O’nun konumu tam olarak belirleyemedim, daha aşağılar da ise Hakan Bloudalh gibi biri var. Hakan’ın ilk a’sının üzerinde küçük bir “o” var, -soyadını doğru olarak kaydememiş olabilirim.
Antichrist filmi -sonunda- bitti. Bu, Gökhan Balseven ve Tuba Sarıca’yı tanıyanlarınız çıkabilir. Bunlar bir kaç kuşak öncesinden Avrupa’ya gitmiş ailelerin çocukları olarak, oralarda yetişmiş ve sinema sektöründe çalışmaya başlamış veya devam eden kişiler olabilirler, hatta (çifte) vatandaşlık hakkından da yararlanarak farklı pasaport taşıyabilirler ama galiba köken itibari ile Türk-ler. Bu önemli mi? Değil, dünya artık giderek küreselleşiyor. Fatih Akın’ın şu an taşıdığı pasaport beni hiç ilgilendirmiyor. Ama bir von Trier filminde çalışmak herhalde keyifli bir iştir, film bazı yazarlarca rahatsız edici bulunsa da.
İki oyuncu ile çok kısıtlı mekânlarda film yapmak, işin özelliği itibari ile bir deneysel çalışmadır, ama von Trier’in filmi için hiçte deneysel bir çalışma diyemeyeceğim. Antichrist deneysel bir sinema değil. “Düşünsel bir sinema” yorumuna katılın veya katılmayın, sonuna kadar sabretmeniz de gerekmiyor ama sinemanın “farklı” bir kullanımı. von Trier yine filmini prologla açıp epilog ile kapatıyor, araya her birine isimler verdiği dört bölüm ekliyor fakat bölümden bölüme geçişte hiçbir zaman ve mekân değişmesi olmuyor, olay kaldığı yerden devam ediyor, yani aslında kesilmemiş oluyor, yani film aslında dört bölüm değil -hele ormana gittikten sonrası sadece bir tek bölüm.
Cennet / Cehennem, “doğa” ve “şeytan” düşünceleri, “kadın”ın -şeytanlığa vardırılan- durumu, Lars von Trier’in bizlere ulaşan son filminde gösterilip / anlatılırken, sinemasal heyecanı görmezden gelinemeyecek boyutları aşmaktadır.
(11 Haziran 2010)
Orhan Ünser