“Titanların Savaşı”nda, mitolojinin verimli alanına giren bir önceki benzer film “Percy Jackson & Olimposlular: Şimşek Hırsızı”ndan farklı olarak, geriye yolculukla epik serüvenin yüreğine, entrika, sırlar, kahramanlık, cesaret ile yazılan zamanına gidiliyor. Esasen, aynı adlı 1981 yapımı filmin yeni çevrimi. Tanrılara baş kaldıran insanları korku ile yönetmeyi (politik çağrışımlar yaptı mı?) hedefleyen Yeraltı Tanrısı Hades’in, Göklerin Tanrısı olan kardeşi Zeus’u kandırmaya çalıştığı dönem! Zeus’un insandan olma oğlu Perseus’un Argos kentini kurtarmak için bir grup savaşçıyla çıktığı yolculukta kendi benliğine dair sınavı da vermesi, filmin canavar saldırılarıyla doruğa çıkan aksiyonunun önüne geçemiyor. “Evet”, diyorsunuz, “şu diyaloglar tamamlansa da hareketlense ortalık”! Merak etmeyin, yetenekli Fransız Louis Leterrier, “The Incredible Hulk”dan sonra yine ‘eğlence’nin hakkını, çağdaş teknikleri azami kullanarak veriyor. Mitolojinin oldukça hafifletilmiş hallerinde, günümüz ticari markalarının (Pegasus, Andromeda, bu hikâyede de kilit rol üstlenen Medusa…) isim anneleri ve babalarıyla tanışmak için bir fırsat aynı zamanda.
Gilliam, sinemanın ‘sanat’ niteliğini, düş gücünün sınırlarını zorlayarak yine yükseltmiş bulunuyor. Şeytanla anlaşma yapmış ancak daimi bir gizil hüzne sahip, yorgun Dr. Parnassus karakteri aynanın diğer yanına geçen insanlara fantastik dünyalar sunuyor. Sonunun nasıl biteceği kişiye bağlı olsa da, insan hissetmenin anahtarı aynanın arkasında!
Dr. Parnassus, Terry aslında. Şeytanın bile muzip bir kumarbaz olduğu bir dünyada, kötülüğün kaynağında insan olduğunu keşfeden, yine de sevmenin yüceliğine inanan, tüm hayal kırıklıklarına rağmen sistemin dayattıklarına düşlerinin gücü ile karşı koyan Terry! Özgür ruh Terry! Ahlâkın ne olduğuna dair aydınlatıcı bu öyküde, tüm bir kariyerinin en olgun ürününü sunuyor.
Şu sinema denilen büyünün gerçekte ne olduğunu iyice anlamak isteyenler, özellikle izlemeli.
(01 Nisan 2010)
Ali Ulvi Uyanık