60’lı yılların sonuna doğru Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü, Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’unu oyunlaştırmış ve oynamıştı. Bu denemede ilk kez Mustafa Kemal sahnede bir oyuncu tarafından canlandırılmaktaydı. Mustafa Kemal’i oynayan Tiyatro Bölümü öğrencisi (mezunu?) kimdi hatırlamıyorum. Önemli değil, önemli olan şu idi, bu oyuncu Mustafa Kemal’e benzemek için en ufak bir gayret içine girmemişti. Evet onun kostümleri gibi kostümler (üniforma) giyiyordu ama makyaj yapma gibi bir girişim olmamıştı, bu sahneye koyucu tarafındanda bu şekilde değerlendirilmişti…
Sinemamız Kurtuluş Savaşı ile ilgili bir çok film yapmıştır 50’li ve 60’lı yıllarda, şimdilerde bu azaldı değil, bitirildi… Bu filmlerde Mustafa Kemal hiç bir şekilde bir oyuncu tarafından canlandırılmaz, filmin sonunda -Samsun’dan- bir güneş gibi doğuşu küçükten büyüğe geçen -çok sonraları çekilmiş- fotoğrafı ile verilir ve bazı filmlerde de savaş sonrasında çekilmiş “gerçek” filmlerle bir anlatıcının sesi refakatinde gösterilir.
1964 yılında Çanakkale Arslanları (Demirağ / Eraslan) filminde, çok kısa bir süre, bir oyuncu (Halûk Kurdoğlu) tarafından canlandırılmıştı, ilk kez ve bu sahnede, savaşın da kaderini değiştiren ünlü komutunu veriyordu: “Size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum” (devamı -yaklaşık olarak- “… yerimizi alacak yeni kuvvetler savaşa devam edeceklerdir”) Yıllar sonra Mustafa Kemal ile ilgili bu görüntü tabusu önce televizyonda kırıldı, dramatik belgesellerde Mustafa Kemal oyuncular tarafından canlandırılmaya başlandı. İyi de oldu. (Ama yine böyle bir televizyon filminde, daha Kurtuluş Savaşı günlerinde makamına giren başı açık bir asker, Amerikan ordusu çıkışlı bir hareketle elini başına götürerek, sanki her hangi bir şapkası (başlığı!) varmış gibi, selâm veriyor ve hiç bir reaksiyon görmüyordu. Askerlik yapmışlar bilir, bizim ordumuzda, hele o günlerde hiç bir zaman baş açık iken böyle selâm verilen bir devir olmamıştır; Mustafa Kemal huzurunda hiç bir asker o şekilde selâm veremezdi. Haa verse ne olurdu, gerekli cevabı bir daha unutmayacak şekilde alırdı, gayet kesin ve nazik bir şekilde… ama sayın Livaneli, filminde sözünü ettiğim -Amerikan- selâmını bizzat Mustafa Kemal’e yaptırıyor. Geri çağrılınca istifa eden Mustafa Kemal’i görmeye gelen Kâzım Karabekir, esas duruşta “Ordumla emrinizdeyim” deyip -başında şapkası vardır- selâm verince Mustafa Kemal’in de eli başına gidiyor, başı açıktır, üstelik sivildir…
Livaneli, filmini Salih Bozok’un hatırladıkları -düşündükleri ve oğluna aktarmak için mektuba yazdıkları- üzerine kuruyor ve televizyona sızan bir konuşmasında dediği gibi, yaptığı “bir sinema filmidir”, yani bir belgesel, dramatik belgesel ve bir tarih çalışması değildir. Mustafa Kemal gibi birisi üzerine “bir sinema filmi” yapılırken, bir “dramatik” belgesele göre daha serbest hareket edilebilir. Mutlaka yaşamı tüm zamanları ile anlatılacak diye bir kuralda yoktur. 57 yıllık yaşamının sadece bir günü (her hangi bir günü) filme konu edinilebilir. Seçilen yaşamının parçası sadece bir kişi ile olan ilişkileri olabilir, bu kişi İsmet (İnönü) de olabilir, Latife Hanım da, Fikriye Hanım da… Yahut başka birisi de… Savaşları da ele alına bilir, savaşlar öncesi hazırlık süreçleri de, savaş sonrası mücadelenin farklılaştığı alanlarda (“tarih”, “eğitim”, “dil” çalışmaları) olabilir, herkesin farklı bir taraftan anlattığı sofraları da… Bir seçim sorunudur sonuçta…
Dediğimiz gibi Livaneli, Salih Bozok’tan hareket etmiş. Senaryo kendisince yazıldığına göre, elindeki kaynakları ne kadar kullandı bilemiyorum ama bir film içine yerleştirdikleri, ister istemez bazı boşluklar taşıyor. Çocukluk, gençlik (askeri öğrencilik) askerlik (ve düşünceleri, Bozok ile ilişkisi, Fikriye ve Latife ilişkileri) ve hastalık günleri… Dört ana bölümde anlatılanlar, herkesce görülen bir imparatorluğun çözülüşü, yalnız Mustafa Kemal’in savunduğu plânlı programlı ve dayanışmalı bir direnişin kaçınılmazlığı ve (zaferden sonra) toplum yapısının -birlikte, anlatarak, toplumun geneli ile beraber, direnişleri kırarak- dönüştürülmesi… Direniş yalnız Mustafa Kemal tarafından yapılmaz, daha Yunan işgâlinin başladığı günlerde Ege’de silâh bırakma emrine rağmen ayaklanan birlikler (komutanları ile birlikte) vardır ama bunlar münferit kalmış, organize olmayı, yani gerekli direnişin bütünlüğünü göremeden yapılmış reaksiyon hareketleridir. Livaneli filminde, daha başlamadan, zaferle bitecek savaştan sonra yapacaklarını anlatan Mustafa Kemal’e yer vermiştir ki, doğrudur. Direniş gerekliliğine herkes inanır ama sonundaki Cumhuriyet hiç birinin aklında yoktur (olamazdı da). O günlerde Cumhuriyet’i öngörmek ancak Mustafa Kemal’in hedef alabileceği birşeydir.
Tüm bunlara rağmen, sinemamızda bir ilk, Mustafa Kemal üzerine bir sinema filmi olan Veda, seçtiği kısıtlı alanı ve bu alandaki kısıtlı kişileri titizlikle işlese de didaktiklikten kurtulamıyor, yeterince yaşanırlılık kazanmıyor. Güzel çekilmiş savaş sahneleri, savaş sahneleri… ama o kadar. Onlar da, savaş dışı sahnelerle birlikte bir bütün oluşturuyor ama didaktikliğin bütünlüğünü, yaşanırlığın, -hele gerçek yaşanmışlığın mı, bilemiyorum- değil. Nasıl ki Mustafa Kemal Atatürk’ü tüm yönleri ile anlatan bir kitabın yazılması -daha- mümkün olmamışsa, böyle bir film yapılmasına kalkışılmaması lâzım. Hemen belirtelim ki Livaneli’nin böyle bir iddiası yok. Mustafa Kemal’in hasta yattığı -artık komada- sarayda in cin top oynuyor, hiç bir fevkalâdelik yok (nasıl yorumlacak olursa olsun). Düşünüyorum da, Bozok’un ( Livaneli’nin) anlatısında bazı olaylar (Serbest Fırka, v.d.), bazı kişiler (İsmet İnönü!) yok… Olmayabilir, çünkü (anlatılanlar) “eğer, Mustafa Kemal ölürse, intihar edecek” bir babanın oğluna bıraktığı bir mektubun içeriğidir…
Günümüzde “tarihimizle hesaplaşma” diye “bir şey!” ön plâna çıkarıldı / çıkarılmaya çalışılıyor… Bu birde tarihimizi incelemeyi de gerektirir. Bu tarihin içinde Mustafa Kemal de var (ve de başkaları). Bu konularda sırf kitaplar yazılmamalı, filmler de yapılmalı. Bu şekilde yapılacak filmlerin olayın veya kişinin tamamını kapsaması gerekmiyor, yeter ki övmeyi bir yana bırakın. Eleştirirken bile objektif olmayı becerebilelim. Bir inceleme kitabında objektif olman şarttır. Bir romanda ne kadar objektif olunabilir, bir belgesel de objektif olmayı isteyebiliriz ama bir sinema filminde… ama bu hiç bir zaman (bir romanda ve) bir filmde tarihsel olayı veya kişiyi istediğimiz gibi ele alabilirsek de -hele bu kişi Mustafa Kemal ise- el insaf demeden duramayacağım…
(09 Mart 2010)
Orhan Ünser