Televizyon haberlerinde, kaybettiğimizi öğrendiğim anda, düşündüm, hakkında ne yazabilirim diye ve bir şey gelmedi, yazamadım. Tekrar düşündüm sonra, filmlerinden hareketle bir şeyler, o da olmadı… Sonra sinema serüveni geldi aklıma. 1961’de Nişan Hançer’in çektiği Acı Zeytin ile başlamış asistanlıklardan sonra 1963’de Ölüm Pazarı’nı yönetmiş. Ben bu filmin çekildiğini, o günlerin popüler dergisi Ses’in arka kapağında okumuştum, o kadar, filme hiç bir yerde rastlamadım, hakkında hiç bir şey duymadım.
Zeki’nin adını Atıf Yılmaz’ın filmlerinde görmeye başladım. Üç kişi idi onlar, yıllarca beraber çalıştılar. Yönetmen Atıf Yılmaz, asistan rejisör Zeki Ökten ve sanat yönetmeni Secat Kırmacı. Senaryo yazarları, görüntü yönetmenleri, oyuncular değişti ama bu üçlü değişmedi.
1971’de çekilen Türkan Şoray’lı Güllü’de senaryo gereği Şoray’ın dama çıkıp “miyavlaması” gerekmektedir. Şoray dama çıkmayacağını söyler. sete gelinir, Atıf Yılmaz yoktur, çekimi Zeki Ökten yapacaktır. Şoray aldığı kararı uygulayamaz, “ciddi” Ökten, Şoray’ı dama çıkartıp miyavlatır. Bir yıl sonra Kadın Yapar isimli filmle yönetmenliğe 9 yıl ara verdikten sonra tekrar başlar. Bu filmin senaryo yazarı olarak Agâh Özgüç, sözlüğü’nde filmin yapımcısı olarak Mahmut Dedehayır’ı gösterir. Pazar günkü programında -eğer yanlış anlamadı isem- Selim İleri senaryoda katkılarının (belki tamamı) olduğunu söyledi. Kocasının suçsuzluğunu savunan ve kurulan düzeni ortaya çıkaran bir kadını ele alan film, yıllar sonra gördüğüm John Cassavetes’in Gloria filmi nedeni ile bana kendini hatırlatmıştı.
Zeki Ökten bu ikinci başlangıcının ertesi yılı Selim İleri’nin senaryosundan çektiği Bir Demet Menekşe (1973) ile izlenmesi gereken bir yönetmen olduğunu duyurdu. Kemal Sunal ile yapılan Kapıcılar Kralı, Çöpçüler Kralı, Yoksul, Davacı ve Düttürü Dünya filmleri Sunal filmleri içinde -hele Düttürü Dünya– farklı konumları olan filmlerdi.
Yılmaz Güney’in “ilk gerçek senaryom” dediği Sürü (1978) ile yurt dışına da çıkan Ökten, sanatçıların başarı kazanmaları halinde sonradan yapacakları şeylerin daha riskli olduğu bir noktaya gelmiş oldu. Sansürün büyük hışmına uğrayan ve budanan, yine bir Yılmaz Güney projesi Düşman (1979) bu hali ile bile belli değerlere ulaşıyordu.
Sinemamızın en zayıf alanların biri olan “spor” alanında, güreş (yağlı güreş) ile ilgili filmi Pehlivan (1984) sırf sporu değil, sporcuyu da -insanı da- konu ediniyordu. Düttürü Dünya’da eski bir pehlivan olan, şimdi gazino çalışanının (Ayberk Çölok) sahnede sandalye ile yaptığı güreş gösterisi ile sanki Pehlivan filminin haberini verir gibi idi.
Ses (1986) ’80 harekâtının sonuçlarına bakarak, topluma unutmaya yönelik olduğumuz dönemleri hatırlatıyordu. Daha da devam etti. Aslına bakılırsa kendisine -film ve yönetmen olarak- bir çok ödül kazandıran Sürü filminin afişlerinde senaryoyu yazan Yılmaz Güney’in adının Zeki Ökten’den daha büyük yazılmasını hiç bir zaman içime sindiremediğimi buraya yazmak isterim ama, filmleri ile -ve uzaktan- tanıdığım Ökten’in bunu kendisine dert edindiğini de zannetmiyorum. 2009 bitmeden Zeki Ökten’i de kaybettiklerimiz listesine almak, az hüzün verici bir şey değil. Çinliler Geliyor’dan sonra belki film yapmayacaktı, ama yaşam (?) bu, belki ikna eden birileri olabilirdi, ama artık kimse tarafından ikna edilemeyecek.
Yönetmen, elindeki senaryoyu çeker, aslolan senaryodur, ama yönetmenler senaryoları farklı farklı çekerler, öyle ise aslolan yönetmendir.
(26 Aralık 2009)
Orhan Ünser