Budapeşte’nin Özgürlük Direnişi

Zafer Çocukları (Szabadsag, Szerelem / Children of Glory)
Yönetmen: Krisztina Goda
Hikâye: Joe Eszterhas
Senaryo: Joe Eszterhas-Éva Gárdos-Géza Bereményi-Réka Divinyi
Müzik: Nick Glennie-Smith
Kurgu: Éva Gárdos-Annamaria Szanto
Görüntü: Buda Gulyás-János Vecsernyés
Oyuncular: Kata Dobó (Viki Falk), Iván Fenyö (Karcsi Szabó), Sándor Csányi (Tibi), Károly Gesztesi (Antrenör Telki), Péter Haumann (Feri Amca), Ildikó Bánsági (Bayan Szabó), Tamás Jordán (Büyükbaba), Viktória Szávai (Eszter)
Yapım: Macaristan (2006)

Kadın yönetmen Krisztina Goda’nın “Zafer Çocukları” filmi, Colin K. Gray’in yaptığı Amerikan belgeseli “Özgürlüğün Öfkesi” belgeseliyle aynı dönemde çekildi. Goda’nın bu filmi, Sovyet tanklarının işgâlinin ellinci yılında ölenlerin anısına adanmış.

Film, Moskova’da Sovyet ve Macar sutopu takımlarının maçıyla başlıyor. Havuzda maçtan daha çok bir savaş var. Macarlar, hakemlerin yanlı yönetimiyle maçı haksız biçimde kaybediyorlar. Ülkelerine dönen sporcuların içinde gözde olan Karcsi Szabó, Feri Amca’nın sorgusundan geçiyor ve aslında nelerin olduğunun da farkına varıyor. Feri Amca, acımasız ve işkencehanelerinde muhalifleri biçen biri. Rastlantıyla Viki’yle karşılaşıyor Karcsi. Sonra da kendini yavaş yavaş özgürlük savaşının içinde buluyor Viki’nin aşkıyla beraber. Üniversite öğrencileri, başbakanın Imre Nagy (János Schwimmer) olmasını istiyorlar. Öğrenciler ve tüm gençler, Ruslara “Ruski” diyorlarmış. Tıpkı, Amerikan iç savaşındaki “gri” federasyoncu askerlerinin “mavi” cumhuriyetçi askerlerine “yanki” demeleri gibi. İşte bu gençler, üniversitede bir konuşmanın ardından özgürlük çığlığını sokaklara taşıyorlar. Hükümet, gençlerin gösterilerine izin veriyor önce, sonra da eylemleri kan dökerek bastırıyor. Soğuk Savaş döneminde Doğu Bloku’nda 1950’lerin ortalarında özgürlük hareketleri başlamıştı. Macar gençlerini Polonyalı gençlerin ayaklanmaları ateşlemiş. Yönetmen, şehirdeki savaş anlarındaki çatışmalarının ortasına seyircisini de bırakıyor sanki. Şehir gerillası savaşı yöntemi izleyen üniversiteli gençlere az da olsa bazı askerler de silâhlarıyla beraber katılıyorlar. Gençlerin elinde tüfekler ve molotof kokteylleri var. Aslında çatışmaları, gençlerin Macar Radyosu’nu ele geçirme çabaları tetikliyordu. Dünyanın en sert ve acımasız gizli polisi, Sovyet Kızıl Ordusu’yla beraber halka acımasız saldırılar düzenliyorlardı sonra.

Savaş atmosferinin içinde…

Aynı dönemi anlatan Colin K. Gray’in “Freedom’s Fury” (Özgürlüğün Öfkesi) belgeseli de 2006 yılında yapılmıştı. Bu belgesel, 1956 yılında Sovyetler’in Macaristan’daki özgürlük hakeretine karşı Sovyet işgâlini ve Macaristan’ın olimpik sutopu sporcularını anlatıyordu. Bu belgeselin ortaya çıkmasında Quentin Tarantino’nun da katkısı olmuş. Belgeselin anlatıcıysa gelmiş geçmiş en büyük yüzücülerden Mark Spitz’di. Amerikalı yüzücü Mark Spitz, 1972 Münih Yaz Olimpiyat Oyunları’nda yüzmede yedi altın kazanan ilk sporcu olmuştu. 1956 Melbourne Yaz Olimpiyat Oyunları’nda sutopu yarı final maçı, hem olimpiyat hem de spor tarihinin en vahşi karşılaşması olarak değerlendiriliyor şimdi. Macar ve Sovyet sporcuları, havuzda ölümüne mücadele etmişler. Havuzda Macarlar, Budapeşte’nin sokaklarında Sovyet tankları kazanıyordu savaşı. Çok uzun final bölümünde, yönetmen Krisztina Goda, koşut kurguyla insanı irkilten trajedileri sinemaskop olarak yansıtıyor perdeye. Kadın yönetmen Goda’nın filminin, Gray’in belgeseliyle ortak yönleri var. İki yapıtı karşılaştırınca anlıyorsunuz bunu. Öncelikle final bölümündeki sutopu maçıyla, Sovyet tanklarının Budapeşte sokaklarınnı bombardımana tutması neredeyse birbirinin ruhu gibi.

Bu filmin eleştirilebilecek yönleri de var. Baskıcı rejimden çıkma gibi önemli bir erdemi günümüzde yükselen milliyetçilik ruhuyla buluşturuyor bu film. Bunu da derin bir melodramla yansıtıyor. Ama, genel anlamda bu film gerçekçi ve çarpıcı. Sovyet tanklarının ne anlama geldiğini tam anlamıyla görsel olarak gösteriyor yönetmen. Filmdeki derin melodram, “vatan sevgisi”, “vatanseverlik”, “aşk melodramı” gibi durumlar üzerinden gelişiyor. Aşk, bu filmde sahici biçimde yansıyor perdeye. Film, “aşk için ölüm bile göze alınır” diyor sanki. Film, Hollywood’un Macar kökenli ünlü senaristi Joe Eszterhas’ın hikâyesinden yola çıkmış aslında. Eszterhas, 1944 yılında Macaristan’da doğdu. Onun adını senarist olarak ilk önce, Norman Jewison’ın 1978 yapımı “F. I. S. T – Kamyoncu” filminin ortak senaristi olarak duymuştuk. Eszterhas, ortak senarist olarak Adrian Lyne’ın 1983 yapımı müzikal “Flashdance” filmine de katkıda bulundu. Eszterhas, Costa-Gavras’ın 1988’de “Betrayed-İhanet” ve 1989’da “Music Box-Müzik Kutusu” filmlerinin senaryolarını da yazmıştı. Ama, en çok da Paul Verhoeven’ın 1992 yapımı “Basic Instinct-Temel İçgüdü” filmiyle hatırlanıyor Eszterhas. Budapeşte’de 1970 yılında doğan yönetmen Goda, ülkemizde tanınmıyor. Filmin görsel estetiği de gerçekten çok çarpıcı. Budapeşte sokaklarının ve caddelerinin derinlikli görüntüleri sinema sanatı yönünden heyecan veriyor sanatseverlere. Bir trajik tarihe tanıklık etmek isteyenler ve politik sinemayı sevenler bu filmden etkilenebilirler. Görülmeli.

(14 Ekim 2009)

Ali Erden

[email protected]