Japon yönetmen Takashi Miike’nin filmlerindeki korkutma tarzı, Hollywood korku tarzının tam karşıtı ve seyircisine korkuyu ruhunda hissettiriyor. Miike’nin filmlerinde insanı gerçekten titreten ve irkilten şiddet var. Şiddetin bu yeni ozanının birkaç filminin ruhunun içine gezinmek istedik.
Japon sinemasının öne çıkan yönetmenlerinden Takashi Miike’yle ilk, 2001’deki 20. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde karşılaşmıştık. Festivalde, “Genç Bir Yönetmen Mercek Altında” bölümünde sinema macerasının başında çektiği filmler sunulmuştu. 1960 yılında Osaka’da doğan Miike’nin filmlerini seyrederken, şiddetin insanın doğasının bir parçası olduğunu fark ediyorsunuz. Gerçekten bu çok ürkütücü bir keşif. Hayvanlar, besin zinciri içerisinde ve doğanın dengesini bozmadan kendinden daha savunmasız hayvanları avlayarak besleniyorlar. Ya insanın şiddeti? İnsanlar neden şiddet yaratıyorlar? Neden her şeyi yok ediyorlar? Miike, ister fiziksel, ister zihinsel, insanın yarattığı şiddeti ürkütücü biçimde yansıtıyor filmlerinde. Şiddeti yaşatanlar onlarca yıl önce ölmüş hayaletler de olabiliyor, bir Yakuza da. Belki de hiç umulmayacak bir sıradan insandan da gelebiliyor şiddet. Miike’nin festivalde gösterilmiş çarpıcı bir filmi vardı. 1999 yapımı “Odishon-Ölüm Provası” filminde her şey öylesine masum başlayıp gelişiyordu ki. Bu şiddet nasıl oluştu diye de düşünüyordunuz. Karısının ölümünden yedi yıl sonra genç ve güzel bir kadın bulup, geride kalmış gençliğini bir daha yaşamak isteyen bir televizyon yapımcısını anlatıyordu film. Yarım kalmış bir filmini üstlenen Ayoma, provalar için seçilen genç oyuncular içinde Asami’ye aşık oluyor. Öylesine masum görünüşlüdür ki Asami. Miike, o masumluğun ve melekliğin ardındaki kötücüllüğü yavaş yavaş göstererek gerçekten insanın kanını donduruyordu. 1998 yapımı “Chûgoku no chôjin-Çin’in Kuş İnsanları” sıradışı bir filmdi. İki Japonun, kuş uçmaz kervan geçmez bir Çin köyü olan Yun Nan’da saflığı ve hiç bilmedikleri hayatları keşfedişlerinin varoluşsal filmiydi. Yun Nan sakinleri, ne Mao’nun devrimlerinden, ne de dünyanın şu an nereye gittiğinden haberleri vardır. Teknolojinin doruklarında yaşayan bir ülkeden gelen iki Japon, kendi dünyalarında yüzyıllardır süren kültürlerini yaşayan Yun Nan köylülerine hayran olurlar. Bir yol filmi de olan bu yapıtında Miike, yine şiddeti aralara serpiştiriyordu. Şiddet, hayatın vazgeçilmez doğal bir olgusu Miike için. Bu filmin ilginç anıysa, köylülerin sallarının dev kaplumbağalar tarafından çekilmesiydi herhalde.
Mükemmelliyet nedir?…
Miike, 2004 yapımı “İzo” filminde mükemmelliyeti arıyordu. Miike’nin “İzo”su vahşi, kanlı, felsefi, mitolojik ve sinematografik bir filmdi. Miike, batı sanatından ve mitolojisinden de bolca katkı sağlıyordu filmine. Filmin başrolünde hayaletler vardı. Hayaletler, 19. yüzyıldan 21. yüzyıla gelmişler ve intikamlarını şiddet saçarak çözüyorlardı. Hayaletlerin bir bölümü de Yakuzalık yapıyordu filmde. Gerçeküstücü bir anlatımın olduğu filmde, Japon kültüründen de besleniyordu yönetmen. Eski çağların samurayı yarı ölü-yarı diri İzo’nun kılıcı, iyi ve kötü ayırdetmeden her önüne geleni öldürüyordu. Filmin girişi çok çarpıcıydı. Hz. İsa gibi çarmıha gerili yaşlı İzo, kötü samurayların kılıçlarıyla vahşi bir biçimde katlediliyordu. Ön jenerik sonrasındaysa insanların yarattığı savaşlar, kıyımlar, diktatörlükler, felaketler, günlük hayat, tarlalarda çalışan emekçiler video klip estetiğiyle birbiri ardına akıp gidiyordu. Kılıcıyla her önüne geleni kıyan İzo, bir Deccal miydi? Her ölüşünden sonra yeniden diriliyordu. İzo’nun annesi, filmin bazı bölümlerinde farklı yaşlarda İzo’nun karşısına çıkıyordu. Anne, İzo’yu baştan çıkartıp onunla da yatıyordu. Tıpkı “Oedipus kompleksi” gibi bir şeydi. Evet, Miike mükemmeliyeti arıyordu “İzo”yla. İki yaşlı insanın mükemmelliyet üzerine konuşmaları da gerçekten etkileyiciydi. Yaşlı adamlardan biri şöyle diyordu: “Mükemmel aşama, mükemmel kalmak için mükemmellik yaratır…” Ondan biraz daha genç olanıysa, “Mükemmelliği yaratan mükemmelsizlik, varlığın temel doğasıdır” der. Sonunda insan Tanrı’nın düzeyine çıkacak ve saçmalık bir kaosa dönüşecek. Mükemmelliyetin sonu saçmalığa (absürdlüğe) varır diyor yönetmen “İzo” filmiyle. Filmin estetiği, gerçekten kaotik ve bir cangılın içerisindeymiş gibi ya da sürekli bir kâbus hissini yaşatıyordu. İzo Okada’nın 1832-1865 yıllarında yaşamış bir samuray ve suikastçı olduğunu da belirtelim. Bu filmin müzikleri de mükemmeldi.
Sıradışı korku…
2004 yapımı “Sam gang yi/Three… Extremes-Üç Sıradışı” adlı üç yönetmenli antolojik (güldesteli) bu filmde Miike’nin kendi bölümünün adı “Box-Kutu”ydu. Filmde yine hayalet vardı. İki küçük kız kardeş bale yapıyorlar. Baba, kızlardan birisine daha çok ilgi gösteriyor. Yani, baba küçük kızıyla yatıyor. Diğer kız kardeş, babasının ilgi gösterdiği kızdan nefret ediyor ve kardeşinin ölümüne neden oluyor. Elbette yıllar geçse de trajedi yaşanıyordu. Bu kısa filmde Miike’nin tüm bir sinema esteteği görülebiliyordu. Dingin, ama yer yer sert anlatımlı bu filmle Miike sineması biçim ve içerik olarak perdeye yansıyordu. Miike’nin filmlerinde genelde karanlık çok az ve ışıklar daha yoğun olarak kullanılıyor. Yönetmenin filmlerini seyrederken, gerçekten zihinsel anlamda korkuyu ruhunuzda hissediyorsunuz. Bunları, kamera kullanımlarıyla, mekânların yansıyışlarıyla, fonda duyulan ve insanı geren müzikleriyle yaşıyorsunuz. Miike filmlerinde çoğunlukla Hollywood tarzı yoktur. Miike’nin korku tarzı neredeyse Hollywood’un korku yorumlayışlarının tam tersidir. Miike’nin filmlerinde çoğunlukla müzikler çığlık atmaz. Genelde müzikleri tını gibidir. Bu müzikler sürekli insanların zihninde de çalmayı sürdürüyor ve insan tuhaf bir biçimde gerilimin içerisine giriyor. Miike, kamerayı çoğunlukla sakin kullanıyor. Arada bir kurguyla beraber kamerası da sertleşiyordu. Ama hepsi bu kadar.
Şiddetin vahşeti…
2001 yapımı “Koroshiya 1/Ichi the Killer-Katil İchi”, Miike sinemasının en şiddet yüklü, en sadist, en psikopat ve en vahşi filmlerinden. Bu filmin bazı sahnelerine bakabilmek gerçekten cesaret işi. Kasap çengellerine asılı insanları, kopan bacakları, kolları ve fışkıran kanları gördükten sonra Miike’nin şiddetten haz alan bir sadist olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Film, 1968 doğumlu Hideo Yamamoto’nun mangansından uyarlanmış. Manga, Japon çizgi romanlarına deniliyor. “Katil İchi” filminin de kameramanı Hideo Yamamoto. Ama mangacı Hideo Yamamoto’yla isim benzerliği dışında pek yakınlıkları yok gibi kameraman Hideo Yamamoto’nun. Filmde en acımasız katil olarak gösterilen “sarışın” Kakihara (Tadanobu Asano), bir eşcinsel. Gangster Kakihara, her yerde İchi’yi arıyor. İchi’yi kimse tanımıyor. Ama, bıraktığı imzalar irkiltici ve şiddet yüklü. Seyirci de İchi’nin kim olduğunu hep merak ediyor. Aslında yönetmen İchi’yi en başından beri seyirciye gösteriyor. Bu şiddetleri yaratan İchi’nin daha karizmatik olmasını beklediğinden olmalı seyirci ortalarda dolaşan İchi’nin kim olduğunu algılayamıyor. Sinemanın en psikopat manyak filmleri üzerine yazmayı düşünsek mi acaba?
Bir manga daha…
Miike’nin 2004 yapımı “Zebraman-Zebra Adam”, 1970’li yıllarda Japonya’da popüler olan bir fantastik diziymiş. Miike’nin bu filmi, bu fantastik dizinin fanatiği bir orta yaşlı adamın hikâyesi. Senaryosunu Kankurô Kudo’nun yazdığı “Zebra Adam”, manga sanatçısı Reiji Yamada’nın yarattığı bir eser. “Zebra Adam”, yani Shinichi İchikawa (Sho Aikawa), bir öğretmen. Kendisine terziden “Zebra Adam” kostümleri diktiriyor ve sonra “Zebra Adam” gibi kötülüklerle savaşmaya başlıyor Shinichi. O, kendinin de inanamadığı süper bir kahramana dönüşüyor sonra. Aslında o ezik ve yılgın biri. Ne öğrencilerinden ne de meslektaşlarından pek saygı görmüyor. Suçlar da çoğalıyor bu arada. “Zebra Adam” Shinichi, kötülüklere karşı savaşa girişiyor. Belki de bu film, Miike’nin ailecek görülebilecek neredeyse tek filmi gibi. Düz anlatımı, klâsik açıları, parlak ışık düzenlemeleri bu filmin estetiğini oluşturuyor. Yine de bir Takashi Miike filminde olduğunu da unutmamalı insan. Sinemaseverler Takashi Miike’yi 2003 yapımı “Chakushin Ari-Cevapsız Arama” filmiyle daha iyi hatırlayabilirler.
(28 Haziran 2009)
Ali Erden