Son dört yılda hızlı bir sayısal artış gösteren Türk filmleri ulusal festivallere de bir renk getirdi. Ama festivallerin Türk sinemasına yaklaşımındaki bir bulanıklık da su yüzüne çıktı.
Dört yıl öncesine kadar, Antalya ve İstanbul Ulusal Festivalleri yeterli sayıda yerli yapım bulmakta zorlanıyordu. Filmler “ön eleme” gerektirmeksizin doğrudan festivallere katılıyordu. Hatta festival yöneticileri film sahiplerini yarışmalı bölümlere katılmaları için uyarıyor, çağırıyordu. Yoksa yeterli katılımı bulamayacak, yarışmaları iptal olacaktı! Sinemacılarla festival düzenleyicileri festivallerin sürdürülmesi için birbirleriyle sıkı bir dayanışma içindeydiler.
Peki sonra ne oldu? Her yıl yeni 34 – 40 film üretilmeye başlandı. Festivallere belediyelerin yanında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ve özel sponsorların katkısı artmaya başladı. Temelden uluslararası olarak kurulan İstanbul Festivali’nin yanı sıra diğer ulusal festivaller de “uluslararası” yarışma bölümleri açtılar.
Ve bu gelişmelerle birlikte festivallerle daha doğrusu festival yöneticilerinin yönetme tarzıyla sinema profesyonellerinin örgütleri arasına bir mesafe girmeye başladı.
Çünkü uluslararası olmak demek; festival yönetiminde, uluslararası film ve sanatçı trafiğini kurabilecek bilgi ve görgüye sahip kişiler ve kuruluşlarla işbirliği yapmak demekti. Bu nedenle festival yönetiminde, sinema alanında uluslararası deneyimi olan vakıf, dernek gibi kuruluşlar veya iletişim, organizasyon, medya ve sinema kültürü çevresinden insanlar yer almaya başladı.
KÜÇÜK CANNES’LERİ BEN YARATTIM!
Ne var ki bu yeni oluşum bazı yönlerden “yerli sinema”nın hayrına gelişmedi!
Bu yeni festivalci kadrolar “Küçük Cannes’ları ben yarattım!” edası içinde Türk sinemasının da sadece kendilerinden sorulabileceği kanaatine vardılar!
Kimin sayesinde dersiniz?
Yeni yeni kurulan meslek birlikleriyle birlikte bunca örgütsel bolluğuna karşın “irade” ve “itibar” oluşturmakta ve kullanmakta yetersiz kalan sinema sanatçıları ve üreticileri sayesinde!
Sinema dünyasının çekirdeğinde yer almalarına karşın, kendi üretimleriyle oluşturulan festivallerde sadece “festival misafiri” kontenjanından yer bulmaya başladılar!
İşte Adana Altın Koza Film Festivali’nin son iki yılı bunun tipik bir örneği.
İki yıl öncesine kadar filmlerin ön jürilerinden, ana jürilerine, “Onur” ödülü verilecek sinema sanatçılarının kimler olacağına kadar sinema kuruluşlarıyla birlikte saptanırdı. Ön jüriler de ana jüriler de hiçbir manüpülasyona meydan vermeyecek şekilde ilgili meslek kuruluşlarınca ayrı ayrı seçilirdi.
2008 yılında, bilinmeyen eller, Altın Koza Yönetmeliğini değiştirdi. Artık ön jüri oluşturulmayacak ve filmlerin ön elemesini “Festival Kurulu” yapacaktı. Ana jüriyi de Festival Koordinatörlüğü belirleyecek ve -ne anlama geliyorsa- Ulusal Sinema Platformu’nu da bilgilendireceklerdi! (Oysa USP bunu medyadan da duyabilirdi!)
Derken “Onur” ödülü verecekleri sanatçıları da danışmakta nazlanır oldular.
Peki yönetmeliğe göre, Festival Kurulu ve içinden bu kurulun oluşturulduğu “Festival Danışma Kurulu” kimlerden oluşuyordu? “Kültür ve sanat kuruluşları temsilcileri” lâfı geçiyordu ama bu “sinemacı kuruluşları” anlamına gelmiyordu.
İşte size son iki yılın Altın Koza Festival Kurulu:
2008: Ahmet Boyacıoğlu – Kadir Beycioğlu – Alin Taşçıyan – Esin Küçüktepepınar – Aslı Selçuk – Başak Emre
2009: Ahmet Boyacıoğlu – Kadir Beycioğlu – Alin Taşçıyan – Esin Küçüktepepınar – Aslı Selçuk
Evet tıpatıp aynı! Üç sinema eleştirmeni bir Altın Koza Koordinatörü ve bir Ankara Sinema Derneği Başkanı ve Festival Koordinatörü! İki yılda 60 yerli filmin hangilerinin yarışabilir hangilerinin elenebilir olduğuna bu kişiler kanaat getirmiş!
(İki sinema eleştirmeninin adlarını özellikle koyu belirttim. Çünkü İstanbul Film Festivali’nin ulusal yarışmasında da Alin Taşçıyan ve Esin Küçüktepepınar ön seçici kurulda varlar. İki yılda iki ayrı festivalde toplam dört kez ön seçici kurul üyesi olmuşlar. “Milli Ön Jüri” üyelerimiz diyebiliriz!)
Peki bu altmış filmin üretildiği sektör nerede? Eser sahipleri yönetmen, senaryo yazarı ve özgün film müziği bestecilerinin, oyuncu ve yapımcıların temsilcilerinin bu değerlendirmede hak ve yetkileri yok mu? Onlar -hani sinema dünyasının çekirdeği olamadılar- bir elmanın ikinci yarısı bile değiller mi?
Peki Festivalin Danışma Kurulu? Onun da geçen yıl açıklanan listesinde eser sahiplerinden hiçbir temsilci yok!
BİR MARTAVAL: DÜNYA DA BÖYLE YAPIYOR!
Altın Koza Ulusal Yarışması’nı sinemanın üretici, yaratıcı güçlerinin iradesinden kopararak yarışacak filmler konusunda bu otoriter ve mutlakiyetçi hakimiyeti kuran tutum sahipleri kendilerini şöyle savunuyorlar; bu uygulama bütün dünyada böyledir, ön elemeyi festival kurulları yapar, festival kurulları kendini gizli tutar vs. vs.
Oysa bu bir martaval! Bahsettikleri uygulamalar uluslararası festivallerin uygulamalarıdır. Uluslararası festivaller adı üzerinde “uluslararası”dırlar ve maddeten, fiilen -ve mantıken!- bir ön jüri uygulaması yapamazlar.
Filmleri, kimisini davet yöntemiyle kimilerini yıl içerisinde ülkeleri dolaşarak film seçen ajanları aracılığıyla ve nihayet kimilerini de festival merkezinde izleyerek değerlendirirler. Yüzlerce -hatta diğer bölümleriyle binlerce!- filmin altından ancak bütün bir yıl çalışarak kalkarlar. Ana jürilerini de değişik ülkelerden sanatçılarla yapılan bir çok görüşmeden sonra tesbit eder ve oluştururlar.
Oysa biz kendi festivallerimizin ulusal yarışma bölümlerinden bahsediyoruz! Kaldı ki bizim ulusal festivallerimiz ciddi miktarda parasal ödül dağıtıyor ve çok sayıda film katılımı oluyor. Hangi ülkelerin ulusal festivalleriyle içerik benzerliğimiz var?
Hem her şey bir yana bu Recaizade Ekrem romanı kahramanlarına benzer batı taklitçiliğini neden yapalım?
En prestijli ulusal festivalimiz olan Antalya Altın Portakal Film Festivali, ön jüri oluşturuyor! Geçen yıl 3 yönetmen, 2 oyuncu 1 yapımcı ve 4 eleştirmen veya sinema kültür elemanından oluşturdu ön jüriyi.
Hata mı yaptı? Yoksa tüm dünyadaki örnekleri mi bilmiyor muydu?
Hem Antalya Festivali, ön jürisinin kimlerden oluştuğunu 15 Temmuz’da yani ön elemeler öncesi basına açıkladı. Fena mı oldu? Festival Kurulunu gizli tutmak da neyin nesi?
BURASI PADİŞAHLIK MI?
Altın Koza’nın sinema sanatçılarını ve üretenlerini dışlayan Danışma ve Festival kurullarının çelişkili ve keyfi kararlar aldığı da konunun bir diğer yanı. Geçen yıl, DVD’si çıkmış, televizyonda gösterilmiş filmleri veya dışarda ve içerde çok festival gezmiş ve/veya ödüller almış olan “Yumurta”, “Yaşamın Kıyısında” ve “Rıza”yı yarışmalı bölüme almadılar.
Bu yıl aynı özelliklerde “Süt”, “Vicdan” ve “Pandora’nın Kutusu”nu aldılar!
Yine bu yıl, festival yönetmeliğinde “uzun metraj ve konulu” şartı yazılı yarışmalı bölüme geçen yıl en prestijli uluslararası belgesel film festivalinde yarışmış bir belgeseli aldılar!
Öyle 4. Murat’ın canı alkol çektiğinde yasağı kaldırması gibi yönetmelikleri gerip esneterek ya da kuralları bir var bir yok kabûl ederek ön eleme yapmak, katılan filmlerin sanatçılarına karşı saygısızlıktır.
Yerli festivallerde bu tür “zaaf yılları” çokca hüküm sürmüştür. 1960 – 75 arası Türk sinemasının en parlak olduğu yıllarda da ulusal festivallerde bir “Türker Abi Etkisi”nin hüküm sürdüğü bilinir, anlatılır. Yarışmaya katılacak filmler de, jüriler de ve ödülleri kimlerin alacağı da bu “etki”den nasibini alırdı!
Son dört yılın uygulamalarına bakılırsa sinema sanatını yapanlar adına benzer bir “zaaf yılları” yaşanmıyor mu?
Açık, saf ve yan tutmasız bir bakışla, salt akılla, bu işte bir eksiklik bir yanlışlık olduğu belli değil midir?
(22 Mayıs 2009)
Aydın Sayman