Şevval Sam (Fatih Akın’ın yönettiği Yaşamın Kıyısındada rol aldı.)
Jennifer Connelly (Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar – He’s Just Not That Into You’daki Janine Gunders.)
Gelen yoğun talep üzerine, 01 Mayıs’ta TCDD Eskişehir ve halkın desteğiyle tekrar vizyona girecek olan Devrim Arabaları filmi, filmin kahramanlarının dayanışmasını anımsatan bir dayanışmaya, profesyonel ve iddialı bir ortaklığa önayak oldu: Akademi 35 Buçuk.
Filmin setinde tanışan, çalışmalar sırasında, sanat anlayışları, profesyonel duruşları ve yaşam ilkelerindeki ortak noktalarla dostluklarını ilerleten Vahide Gördüm, Altan Gördüm ve Tolga Örnek, şimdi de inandıkları doğrularla sanata hizmet vermek için bir Oyunculuk Okulu açıyorlar. Akademi 35 Buçuk, 25 Nisan 2009’da eğitime başlıyor.
CNC Başkanı Véronique Cayla, Türkiye Sinema Platformu’nun daveti üzerine İstanbul’a geldi ve Feriye Lokantası’nda onuruna verilen kokteylde sinema sektörünün ileri gelenleriyle tanıştı. Cayla bugün (18 Nisan 2009) platform üyeleri ve sinema – televizyon eğitimi veren öğretim üyeleriyle bir araya gelecek. Yapılacak olan konferansın 1. bölümünde, Cayla, “CNC’nin kurumsal yapısı, çalışma şekli, kuruluş yıllarında ve sonrasında karşılaştığı zorluklar, Fransız Sinemasına yapılan yıllık devlet yardımı ve devlet – CNC ilişkileri”ne yer verecek. Konferansın 2. bölümünde ise sinemacıların sorularını yanıtlayacak.
İstanbul Film Festivali’nin gelenekselleşen Boğaz Gezisi, bu yıl Avrupa Konseyi İnsan Hakları Film Ödülü “FACE”in üçüncü yılını kutlamak amacıyla Avrupa Konseri Genel Sekreter Yardımcısı Maud de Boer – Buquicchio’nun ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Aralarında Uluslararası ve Ulusal Yarışma Jürileri, yabancı basın mensupları, yönetmenler, yapımcılar ve oyuncuların yer aldığı tüm festival konuklarının katıldığı Avrupa Konseyi’nin İstanbul Film Festivali Özel Boğaz Gezisi, 17 Nisan Cuma günü saat 13:00 – 15:30 arasında Keyif Style Teknesi’yle gerçekleştirildi.
Umut Sanat Filmcilik, 10 – 16 Nisan 2009 Haftalık Box Office listesi için tıklayınız.
Yönetmen Bahadır Karataş ve yapımcı Mete Özok merakla beklenen uzun metrajlı filmleri Usta 08 Mayıs’ta gösterime giriyor. Görüntü yönetmenliğini Altın Portakal ödüllü Mirsad Heroviç’in yaptığı filmin senaryosunu ise Türk edebiyatının önemli yazarlarından Ayfer Tunç, Bahadır Karataş’la birlikte yazdı. Başrollerini Yetkin Dikinciler, Fadik Sevin Atasoy, Şevket Çoruh ve Hasibe Eren’in paylaştığı Usta, uçak yapma tutkusunu hayatının merkezinde gören bir erkekle, kendisini kocasının hayatının merkezinde görmek isteyen bir kadının bitmeyen çekişmesini konu ediyor.
Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin geleneksel bölümlerinden Canlandırma Sineması, bu yıl müthiş çizim enerjisi, gerçeküstü mizah anlayışı ve geniş hayal gücüyle bağımsız animasyon dünyasında bir marka olan dünyaca ünlü sanatçı Bill Plympton’ı konuk ediyor. Festivalde Ben & Jerry’s’in sponsorluğunu üstlendiği Canlandırma Sineması bölümü kapsamında sanatçının Şarkı, Garip Birisiyle Evlendim!, Mutant Uzaylılar, Saçlar Havaya ve Ahmaklar ve Melekler adlı beş uzun metrajlı canlandırma filmi gösteriliyor. Festivalin konuğu olarak İstanbul’a gelen Bill Plympton, Ahmaklar ve Melekler adlı filminin, 18 Nisan Cumartesi günü saat 13:30’da Yeni Rüya Sineması’ndaki gösterimine katılarak izleyicilere filmini sunacak.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema-TV Merkezi, British Council’ın katkılarıyla 20 Nisan Pazartesi – 24 Nisan Cuma tarihleri arasında dokuz filmden oluşan bir İngiliz Kısa Filmleri Programı düzenliyor. National Film and Television School, Royal College of Art gibi okulların öğrencilerine ait filmlerin yer aldığı program kurmaca, animasyon, deneysel, belgesel türlerinde hazırlanmış çesitli eserler sunuyor. Program dahilindeki kısa filmler halka açık, ücretsiz ve Türkçe altyazılı olarak gösterilecek.
Ege Sanat Merkezi, “Sinematek” başlığı altında sanatsal film gösterilerine Yeşim Ustaoğlu’nun Pandora’nın Kutusu filminin gösterimiyle başladı. Sanat Merkezi’nde yarın (17 Nisan Cuma) saat 20:00’de ise yönetmenliğini Atalay Taşdiken’in yaptığı Kız Kardeşim (Mommo) filminin İzmir galası yapılacak. Filmde, babalarının yeni karısı onları istemediği için dedeleri Hasan’ın yanında kalan dokuz yaşındaki Ali ile kız kardeşi Ayşe’nin öyküsü anlatılıyor.
Ömer Araz’ın yönetimindeki kültür merkezi sinema salonunun iletişim bilgileri şöyle: Adres: 1713 Sok, No: 38/1, Karşıyaka, İzmir. Tel: 0232 3232102, 0232 3696654.
Sağlıklı Toplum İçin Sağlıklı Kadınlar Kampanyası kapsamında Kadın Sağlığı ve Kalp konulu seminer, kampanya elçileri Ceyda Düvenci, Begüm Şen, Gülşah Alkoçlar, Monik İpekel ve Reyhan Gülman ev sahipliğinde Esma Sultan’da düzenlenecek.
17 Nisan Cuma günü saat 15:00’de başlayacak etkinlikğe Kardiyolog Peter Collins ve Jinekolog Doç. Dr. Moşe Benhabip konuşmacı olarak katılacak.
Cevahir Alışveriş Merkezi’nin düzenlemiş olduğu İtalyan Ayı Etkinlikleri kapsamında, İtalyan sinemasının seçkin örneklerinden oluşan filmler Atlantis Eğlence Merkezi bünyesindeki Yeniden Tiyatro salonunda ücretsiz olarak gösteriliyor. İngilizce altyazılı gösterilecek filmler arasında Tıkınma (L’Abbuffata), Benim Burada Ne İşim Var (Ma Che ci Faccio Qui), Çöpçatan Şirketi (Agente Matrimoniale), Soluksuz (Apnea), Al Beni Yeniden (Riprendimi), Samimi Olmam Gerekirse (Se Devo Essere Sincera) ve Mekanik Kasaba (Provincia Meccanica) adlı filmler var.
Ellili yılların ortasından başlayarak, kendi -yazılı olmayan- kurallarını koyarak, her yıl giderek artan sayıda film üreterek gelişen ve adını faaliyetin ağırlığını taşıyan sokaktan -Yeşilçam- alan sinemamızın ağırlıklı dönemi, 80’li yılların başında sona eriyordu. Ülkede siyasal değişikliklere bağlı olarak bir çok değişiklik yaşanırken, sinemamız bunlara hiçte paralellik göstermeyen değişikliklerle film sayısını hızla azalttı. Filmlerin çoğunluğu içeriklerini hızla yitirdi, lumpenleşti, bunlara bağlı olarak seyirci profili hızla değişti. Bu dönem öncesinde, kendi kendine geliştirilen bir sinema dilimiz vardı, dramatik yapının ön plâna çıkarıldığı bu dil, sinemada (klâsik) öykü anlatmaya ağırlık veren bir biçim gösterir. 80’li yıllarda eski dönemin bu biçimine bağlı kalan filmler de yapılmıştır, ama azınlıkta kalan bu filmlerin dışında kalan filmlerin dramatik bir kaygısı “hiç” olmamıştır. Yapısı (ve biçimi) yönünden çabuk eskiyen bu tarz filmlerin dramatik yapısının olmaması bir özellik olarak ön plâna çıkarılamaz. İmdi, film yapmanın yapımcı sinemasından, yönetmen sinemasına kaydığı son yıllarda, yine dramatik yapıyı “kıran” filmler yapılıyor, ama bu kez öykü anlatmanın, (sinema görsel bir sanattır) -düzeltirsek- öykü göstermenin yeni deneyleri perdelere yansıyor. Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem gibi yönetmenler bu yapı içinde -aynı veya farklılık gösterebilen- öykülerini anlatır, bunun içinde aralıklarla da olsa yeni filmler yaparken, bir kısım yönetmenler tek film ile örneklerini veriyorlar. Dar bütçeli, dar imkânlı bu filmlere son örneklerden biri Atalay Taşdiken’in Mommo / Kız Kardeşim’i.
Büyüğü erkek, küçüğü kız, iki kardeş, anneleri ölmüş, babaları çocukları istemeyen bir kadınla evlenmiş, çocuklar yaşlı, bir kolu inmeli dedelerine bırakılmış, kendi akranları tarafından da fazla kabul görmüyorlar. Almanya’daki teyze, çocukları yanına almak istiyor ama kısa zamanda olabilecek bir iş değil. Baba, bir çocuk yuvasına vermek düşüncesinde, komşu kadın ise daha önce aldıkları evlâtlığı büyütüp evlendirmiş bir ailenin yanına yerleştirmek niyetinde…
Yeşilçam döneminde olsa, -kimse alınmasın ama- o zamanki şablon senaryolarla, en ağdalısından bir dram için bulunmaz bir malzeme. Taşdiken -senaryoyu da yazmıştır- mevcut dramatik malzemeyi elinin tersi ile itiyor; hayır itmiyor malzeme zaten yaşamın içinde. Herkes, Ahmet (kardeşlerin büyüğü), dede, baba, bir ara İstanbul’a gelip -tutunamayıp- köye dönmüş bakkal, kendi açılarından yaşam(ların)daki dramatik sızının farkındalar. Küçük kardeş Ayşe ise, -götürebildiyse- annesinin fotoğrafı ve kesilen saçlarından aldığı bir bukleye baktığında (daha iyi) anlayacak içinde yaşayıp gözlemlediği, -henüz- farketmediği dramı. Sızısı (acısı) sonradan koyacak. (Bu filmin 20 yıl sonrasının da filmi yapılmalı!)
Mommo, bir dramatik öykü anlatmıyor, çıkışı olmayan bir dramın içinde yaşayan iki kardeşin, birlikteliğini, dayanışmasını tamamen kendiliğinden olan olaylar zinciri ile gösteriyor. Böylece varlığı ortaya konan dramatik yapıda, hiç bir şeyin altını çizmeden, doğrudan yaşamın içinden (yaşanırlığı olan) gündelik olaylar içine gözlemliyoruz, iki kardeşi. Avlularındaki kurumuş toprağa su ile çizgiler çizerek seksek oynayabiliyor kız, bahçelerindeki çiçeğe iki kardeş farklı isimler verseler de, onların bir dostudur o. Köyün diğer çocukları ile futbol oynanıyor, oyun içindeki bir olay kavgaya neden olabiliyor, bir taraf bunu olup bitmiş bir olay olarak alırken, diğer taraf olayı deşeliyor. Ağabey bir ağacı oyarak kardeşine ilkel bir kayık (aslında kayıkta değil, içi oyuk bir ağaç, ama bir tekne) yapıyor. Köyün cılız deresi (yoksa bahçeleri sulama arkı mı?) üzerinde hazırladıkları bir barajda yüzdürüyorlar da kayığı, ama suyun kesilmesi ile, işi araştırmaya kalkan bir “hem köylüleri” barajı yıkıncaya kadar, baraj suları kayıklarını da götürecektir. Su içinde kayıkla oynamanın bir bedeli de üstlerinin ıslanması olacaktır (Ayşe, gönderildiği evde, yaptıkları o kayığı, kayıkla oynarken ıslanan elbisesini kurutmalarını ve kayıklarının yitip gitmesini hatırlamayacak mıdır!) ve bunun da sonucu rahatsız eden bir karın ağrısıdır, ağabey buna da çare bulur: kardeşini ısıttığı tuğlaya oturtacaktır. Bisiklete binen çocuklara imrenerek bakıyorlar, Almanya’daki teyzelerinden gelen bir mektup onları da bisiklet sahibi yapıyor. (Kapalı duran evlerindeki kendi oğlunun bisikletini alabileceklerini yazıyor.) Bisikleti edinip binmeleri, diğer çocuklar tarafından garipsenirken, onlara yaşamlarının sınırlarını genişlettiriyor, yaya gittikleri yerlerden daha uzaklara gitme olanağı buluyorlar. (Ama bisiklet, finalde kız kardeşine yetişebilme olanağını vermiyor.)
Bir de Mommo, evlerine çıkan merdiven başında bulunan pencere gibi bir oyuktan çıkma olasılığı olan Mommo. Belirsizliği ile korkutucu olan Mommo, Ayşe’yi zaman zaman korkutursa da, ağabeyi tarafından korkusunun yersiz olduğu, Mommo diye bir şey olmadığı ileri sürülür, ama ağabeyin de Mommo’dan korkacağı an gelecektir. Yaşamın bizi nelerle karşı karşıya getirceğini bilemeyiz. Bunlar bizim dışımızda olan olaylar olduğu gibi, dışımızda olmayıpta, olmadığını da bildiğimiz halde, olmamışlığından şüpheye düştüğümüz anlar olacaktır. Yaşamın daha sonraki sürprizi ise, saçları kesilmiş olarak, peşinden yetişebilmemizin imkânsız olduğu bir taksi ile kardeşimizin götürülmesi olacaktır…. Arkasında yoğun bir toz bulutu bırakarak gider taksi.
Atalay Taşdiken’in bu ilk öyküsünün Elif ve Mehmet (Bülbül) isimli Ayşe ve Ahmet’i -hele- Elif’i içimizde bir yer alacaktır. Artık eskinin çok bilmiş, büyümüşte küçülmüş, boyundan büyük lâflar eden çocuk yıldızları yok. Birlikte damda yer yataklarında yatarken Ayşe (Elif) ağabeyine sorar: Bunların hepsi yıldız mı? (Evet, bunların hepsi “yıldız mı?” )
(20 Nisan 2009)
Orhan Ünser
Altyazı Aylık Sinema Dergisi, Ortadoğu sinemalarını ve görsel sanatlarını tanıtma ve destekleme amacıyla kurulmuş New York merkezli bir sanat kurumu olan ArteEast ile birlikte, İstanbul festivali izleyicisini günümüz Ortadoğu sinemaları üzerine bir tartışmaya çağırıyor. Etkinlikte 28. İstanbul Film Festivali’nin Sinemada İnsan Hakları bölümünde gösterilen İki Bacaklı At (Asbe du-pa) ile Afyon Savaşı (Opium War) filmleri ve İsrail’in Gazze saldırısının izleri üzerine çekilen Gazze’nin Yarası belgeseline odaklanılacak. Teröre Karşı Savaş’ın yıkıntıları altında nasıl bir sinema yapılıyor? Anlatılan hikâyeler kimin hikâyeleri? Bu hikâyeleri kimler anlatıyor? gibi sorulara cevaplar aranacak. Etkinlik, Altyazı ve ArteEast’in Ortadoğu sinemaları üzerine önümüzdeki yıllarda gerçekleştirilmesini plânladığı projeleri tartışmak ve geliştirmek için önemli bir fırsat niteliğinde.