Mehmet Güleryüz’ün ilk uzun metrajlı filmi Havar şu günlerde vizyonda… Geçmişte birçok belgesel filme imza atan Güleryüz, ilk filminde ülkemizin kanayan yaralarından birine parmak basıyor. Amatör birkaç oyuncu ve köy halkı ile birlikte çekilen film doğallığı, şiirsel anlatımı ve muhteşem görselliğiyle vicdanlarımıza doğru bir yolculuğa çıkartıyor bizi… Havar’ın çığlıkları ise duyulmayacak gibi değil… Ülkemizin kanayan yarası töre cinayetleri ve cinayetin kılıf değiştirmiş hali baskı ile intihara zorlama kadınların hayatını cehenneme çeviriyor…
Havar ilk uzun metraj filminiz ama sinema ile içe içe olanlar bilirler birçok belgeseliniz var… Ama bilmeyenler için biraz sinema serüveninizden bahsedelim isterseniz…
Ben sinemaya başlayalı yaklaşık 20 yıl oldu. 1988 yılında asistanlık yaparak başladım. Asistanlıktan yönetmenliğe geçmek istediğim yıllar Türk sinemasının krizde olduğu yıllardı. Bu dönemde insanlar yeni şeyler üretmek yerine geçmişteki hikâyelerini anlatıyorlardı. Ben de boş durmaktansa bu hikâyeleri anlatayım diye düşündüm.
Belgesele yönelmeniz biraz da dönemin ekonomik çıkmazından doğmuş anlaşılan…
Evet ama bunun bana çok faydası oldu. Böylece hem kendimi geliştirmiş, hem piyasadan kopmamış, hem de mesleğimi sürdürmüş oldum. 10’un üzerinde belgesel hazırladım. Bunların içinde Türk Sinema Tarihi, Kemal Sunal, Yılmaz Duru, Hayal Kahramanlar (Dublörler, yardımcı oyuncular) gibi belgesel filmler var. Bir de bu çalışmaların bazıları Kültür Bakanlığı ve TRT desteği ile oldu. Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Bülent Oran ile ilgili önemli şeyler yer almıştı belgesellerimde. Böyle bir serüven işte…
Havar’ın oluşum sürecinden bahseder misiniz? Bir dönem Batman’daki kadın intiharları ile ilgili basında birçok haber yer almıştı… O dönemde mi başladınız çalışmalara?
Benim genel olarak sosyal konulara duyarlı, sivil toplum örgütleri içinde yer almayı tercih eden bir yapım var. Basında da sıkça yer alan Batman’da gerçekleşen genç kız intiharlarına ilişkin haberleri üzüntüyle takip ediyordum. Bu konuyla ilgili bir şey yapabilir miyiz, diye düşündüm. Bunların üzerine gidildiği halde sorunların çözülememesi insan olarak dokundu bana… Filmde birlikte çalıştığımız senarist Feza Sınar’ı aradım. O da sıcak baktı. Hemen çalışmalara başladık, arşivleri taradık, dosyalar hazırladık, yaşanmış olayları dinledik… Sonuç olarak biraz gerçek, biraz kurmacadan oluşan bir senaryo çıktı ortaya.
Filmdeki oyuncular yöre halkından… Neden profesyonel oyuncularla çalışmadınız?
Öncelikle çekimlerin mutlaka Batman’da ve Hasankeyf’de olmasını istiyorduk. Oralarda bir tanıdığım yoktu. Oraları bilen bir arkadaşımız “Sizi ben gezdiririm”, dedi. Tabii insan Batman adını duyunca önce biraz ürküyor. Ancak oraya gittiğimde kafamdakinden çok farklı bir Batman ile karşılaştım. Tiyatro yapan, müzikle uğraşan gençler gördüm. İlk başlarda profesyonel oyuncularla çekim yapmayı düşünüyordum. Orada tanıştığım insanlarla da deneme çekimleri yaptım. Deneme çekimlerini İstanbul’da izleyince onlarla çalışmanın daha etkili olacağını düşündüm. Profesyonel bir oyuncuyla çalışmak ayrıca bir zaman gerektirecekti… Yani o oyuncunun oradaki kültürü, dili öğrenmesi, mimiklerin oturması ciddi bir süreç işi. Sonuç olarak amatör oyuncularla çalışmanın projenin gerçekçiliğinin seyirciye yansıması açısından daha faydalı olacağını düşündüm. Zaten filmdeki dört oyuncu da Batman’daki Bahar Kültür Merkezi’nde tiyatro yapıyor. Ama biz çekimlere başladığımızda Çiçek tiyatroya yeni başlamıştı. Filmde belirli rolü olan 15 kişi var ve bunlardan 4’ü o bahsettiğim amatör tiyatro grubundan, gerisi köylü…
Filmde, ölen ablasına şiirler yazan Hasan köylülerden miydi?
Hasan köylülerdendi… Belki de hiç sinemaya gitmemişti ama köylülerin içinde en başarılısıydı…
Hasan’ın hikâyesi gerçek mi peki? Öyle bir olay yaşanmış mı, çok dokunaklı ve bence filme çok farklı bir anlam katıyor…
Evet, ölen ablasına mektup yazan çocuk gerçek bir hikâye. Biz de çok etkilendik…
Peki sizce bu sorunun neresindeyiz? Nasıl kesin bir çözüm bulabiliriz?
Bu konu üzerine birçok çalışma yapıldı ama ne kadar yol katedildi ona bakmak lâzım. Aydınlarımıza, sanatçılarımıza çok büyük iş düşüyor… Sorumlu ve duyarlı olmaları gerekiyor… Hepimizin hayatta sorunları oluyor ama sanat çok kurtarıcı bir şey… Resim, tiyatro, sinema ne olursa… Ben kendi adıma her türlü desteği verebileceğimi söyledim. Atölyeler yapabilirim, ressam, tiyatrocu ya da müzisyen arkadaşlarımı yönlendirebilirim. Onların hayata sanatla tutunmalarını sağlamalı, yalnız olmadıklarını göstermeli, bir nevi kardeşlik köprüsü kurmalıyız. Dünyanın birçok yerindeki festivalde filmi gösterdik. Gördüğümüz şuydu, bu sadece bizim ülkemize özgü bir şey değil. Kadına yönelik şiddet dünyanın her yerinde var. En modern yerlerde bile var… Ayrıca filmde babalarla kızların arasındaki gizli bağı da vurgulamak istedik. Bu bağın zaman zaman güçlendiğini zaman zaman da nasıl inceldiğini ama hiçbir zaman kopamayacağını…
(24 Şubat 2009)
Gizem Ertürk