Cannes Film Festivali’nde yılın en iyi yönetmeni ödülüne lâyık bulunan Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun’u Altın Küre ödülü adayları listesine ne yazık ki giremedi. Bu yazıda 66 yıldır Los Angeles’ta dağıtılan Altın Küre ödüllerinde Türk Sinemasının sadece 26 yıl önce tek bir adaylık elde edebilmesini konu edineceğiz.
Yılmaz Güney’in 14 Eylül 1974’te hangi nedenle olursa olsun, hangi ağır tahrik olursa olsun, öfkesini kontrol edemeyip/dizginleyemeyip Adana’nın Yumurtalık İlçesi Savcısı Sefa Mutlu’yu öldürmesi öncelikle hayatını kaybeden insan ve yakınları/ailesi/sevenleri için telâfisi mümkün olmayan bir kayıptır. Cinayet cinayettir. Hiçbir neden onu haklı gösteremez. Üstelik bu cinayetin karşılığında Yılmaz Güney az bile ceza görmüştür… Türkiye’nin yetenekli senaryo yazarlarından, film yönetmenlerinden, film oyuncularından biri olan ve ateşli silâhlara aşırı derecede düşkün, “keskin sirke” Yılmaz Güney midesinden rahatsız olduğundan cezaevi koşullarında yeterince tedavi görme imkânı bulamamış ve bu hastalığından dolayı çok erken yaşta aramızdan ayrılmıştır (09 Eylül 1984).
Güney bu cinayet olayından sonra senaryolarını filmleştirmesi için yönetmen Zeki Ökten ve yönetmen Şerif Gören’le çok başarılı işbirliklerine gitmiştir. Bu işbirliklerinden dünya sinema tarihinde en çok iz bırakanı Yol olmuştur. Başlangıçta Bayram adıyla Erden Kıral’ın çekmeye başladığı filmden Yılmaz Güney yönetmeni işten atmış ve yerine Şerif Gören’i getirmiştir. Erden Kıral’ın çektiği bölümler filmde kullanılmamıştır.
26 Mayıs 1982’de Şerif Gören’in yönettiği Yol’u Costa Gavras’ın Missing-Kayıp’ıyla birlikte Cannes Film Festivali büyük ödülü Altın Palmiye ödülünü paylaşmıştır.
Yol’un Altın Palmiye’yi kazanması 07 Temmuz 1964’te Berlin Film Festivali büyük ödülü Altın Aslan’ı Metin Erksan’ın Susuz Yaz’ının kazanmasından sonraki Türk Sineması’nın en büyük başarısı olmuştur. 26 Haziran – 07 Temmuz 1964 tarihleri arasında düzenlenen Berlin Film Festivali’nde Metin Erksan’ın Susuz Yaz’ının rakipleri arasında Claude Lelouch, Carlos Saura, Satyajit Ray, Karel Reisz, Shohei İmamura, Sidney Lumet ve Luigi Comencini gibi seçkin yönetmenlerin de filmleri vardı.
Yol’un bir diğer büyük başarısı Amerika Birleşik Devletleri’nin Los Angeles kentinde dağıtılan Altın Küre ödüllerine yılın en iyi yabancı filmi dalında aday gösterilen altı film arasına girmesidir. 29 Ocak 1983’te İngiliz filmi Gandhi (Richard Attenborough) Altın Küre ödüllerinde 1982 yılının En İyi Yabancı Filmi seçildi. Gandhi’nin yabancı film Altın Küresindeki rakipleri arasında Yol (Şerif Gören; İsviçre-Türkiye), Fitzcarraldo (Werner Herzog; Batı Almanya), Ateş Savaşı-La Guerre du feu-Quest for Fire (Jean-Jacques Annaud; Kanada-Fransa), The Man from Snowy River (George Miller; Avustralya) ve La Traviata (Franco Zeffirelli; İtalya) vardı.
1982 yılının en iyi filmlerini değerlendiren/oylayan Akademi üyeleri 1983 başında bir önceki yıla ait en iyi yabancı film dalındaki Oscar ödülleri listesini oluştururken Yol’u değerlendirmeye alamadılar. Çünkü yabancı film dalındaki Oscar ödüllerinde sadece ülkelerin resmi seçimleri (Los Angeles’a yolladıkları filmler) yer alabilmekteydi. Türkiye Cumhuriyeti Yol’un bir bölümünde vatanımızın bir bölümü “Kürdistan” olarak etiketlendirildiğinden / gösterildiğinden bu filme doğal olarak her zeminde karşıydı. (*) 1970’li yılların sonundaki iç savaşın yaralarını yeni yeni sarmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti Los Angeles’ta Yol’un Türkiye’yi temsil etmesine izin veremezdi ve vermedi de…
Yol’un yer alamadığı en iyi yabancı film Oscar adayları listesi ise şöyle oluştu:
*Alsino and the Condor (Miguel Littin; Nikaragua)
*Coup De Torchon-Clean Slate (Betrand Tavernier; Fransa)
*The Flight of The Eagle (Jan Troell; İsveç)
*Private Life (Yuli Raizman; Sovyetler Birliği)
*Volver A Empezar (Jose Luis Garci; İspanya)
11 Nisan 1983 Pazartesi gecesi Liza Minnelli, Dudley Moore, Richard Pryor ve Walter Matthau’nun sunduğu Oscar ödülleri gecesinde Yabancı Film Oscar’ı İspanyol filmine lâyık bulunacaktı…
(*) Atatürk’ün ölümsüz eserlerinin ve mirasının en sadık muhafızı olan Türk Silâhlı Kuvvetleri Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlığında da bölücü terör tehdidiyle karşı karşıya gelmiştir. Bu olayların başlıcaları Koçgiri (1921), Şeyh Said (1925) ve Dersim/Tunceli (isyan başlangıcı: 21 Mart 1937; elebaşlarının idamı: 15 Kasım 1937) olaylarıdır. Ne yazık ki 27 Kasım 1977’den sonra Güneydoğu’da PKK terörü her geçen yıl tırmanarak en üst seviyeye çıktı. 1979 Ramazan ayında 300 (üç yüz) bölücü terörist militan Adalet Partisi Urfa milletvekili ve Bucak Aşireti reisi Celal Bucak’ı öldürmek ve bölgedeki tüm aşiretlere gözdağı vermek için Urfa-Siverek karayoluna baskın düzenledi. Orgeneral Mehmet Kıral o günlerde bir Güneydoğu raporu hazırladı. Raporda terör örgütünün Hilvan’da kendi mahkemesini kurduğu ve Türkiye Cumhuriyeti temsilcilerini (hakimleri ve öğretmenleri) kaçırdığı belirtiliyordu. En önemlisi de son iki yılda 243 cinayet işlemişlerdi. Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin 12 Eylül 1980’de emir komuta zinciri içerisinde Türkiye’de yönetime el koymasının başlıca nedenleri ülke genelindeki kardeş kavgasına ve iç savaşa son vermek, PKK’yı etkisiz hale getirmek ve vatanın bölünmez bütünlüğünü korumaktı.
(11 Aralık 2008)
Hakan Sonok
[email protected]