Can Dündar’ın Mustafa’sı ile sonunda tanıştım. Filmi uzun zamandır merakla bekliyordum. 15 yıldır Atatürk üzerine araştırmalar, belgeseller yapan Dündar’ın konu üzerindeki hakimiyeti su götürmez. Atatürk artık uzmanlaştığı bir konu. Film için özel izinle Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı arşivlerinin açılmış olması, not defterinden, mektuplarına kadar pek çok şeyin gün ışığını çıkarılmış olması elbetteki heyecan verici.
Özellikle vurgulanan bir detay var; Atatürk’ün insani yönü! Evet, bu vurgu var. Ancak bence yeterli değil. Yani Can Dündar ve ekibi çok titiz bir çalışma yapmışlar. Tebrik etmek lâzım. Zaten ellerinde bu kadar imkân varken yapmalıydılar ve böyle bir belgesel arşivlerdeki yerini almalı. Lâkin yazının başından beri etrafında dönüp durduğum ve bir türlü asıl noktaya gelemediğim bir durum var.
Evet, herkesin övgüler yağdırdığı bu film ile derdim neydi?
Derdim şu ki; yine birçok klişe ile karşı karşıya kalmamdır. Devrim Arabaları’nın yönetmeni sevgili Tolga Örnek ile geçtiğimiz günlerde yaptığımız söyleşide şöyle bir durumdan söz etmiştik; bir bütünü her şeyiyle verme kaygısından sıyrılıp küçük bir parçayı hakkını vererek sunmak. Tabii bu küçük parçanın bütüne dair göndermeler de yapması… Umarım ne demek istediğimi anlatabildim. Yani Mustafa Kemal Atatürk’ün Büyük Taarruzu nasıl yaptığını, Samsun’a nasıl çıktığını artık ez-ber-le-dik! Bunları tekrar tekrar sunmaya ne gerek vardı. Ya da Atatürk’ün son zamanlarını geçirdiği Savarona yatını küçük bir çocuğun oyuncağını beklediği gibi beklediğini de biliyoruz. Bunlar çok tarihi, bilinmesi gereken ve de bilinen durumlar zaten.
Atatürk’ün bilinmeyen ya da daha az bilinen yönleri elbette ki vardı. Bence Atatürk’ün emperyalizm karşıtı ve komünizm yanlısı duruşunun filme yansıtılması bahsedilen farklılığa çok güzel hizmet ediyor. Ata’nın not deflerinden çok özel duyguların paylaşılması yine “insani” yönünü tüm samimiliği ile sunuluyor.
Peki görmek istediğim neydi?
Sanıyorum daha küçük detayları görmek istiyordum. Atatürk’ün koca halkı nasıl örgütlemeyi başardığını daha somut şekilde görmek istiyordum. Kurtuluş’a giden yoldaki Mustafa Kemal’in rolünü daha gerçekçi görmek istiyordum. Belki o zaman biraz daha +18 yaşa hitap edecekti ama olsun. Bir Sarı Zeybek’imiz var zaten.
Ata’nın yurdu kurtardıktan sonra yanına sokulan birinin “çok heyecanlısınızdır” sözü üzerine, “bir gün gelir bu kalabalık sizi linç etmek için toplanır” demesi. Veyahut sık sık tekrarladığı “beni unutmayınız” nidaları aslında çok şey anlatıyor. Bir dünya yasaklamanın, tabunun, heykelin arasında bir parça da olsa kapıyı aralayabildik ya bu da büyük bir adım.
Dediğim gibi çoğu şey tanıdık, bildik. Ama olsun belki de yeniden görmeye ihtiyacımız vardı. Bir milletin kaderine değiştiren bu büyük insana çok çok borçluyuz. Her şeyin ötesinde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na güzel bir armağan Mustafa. Can Dündar’ın etkili ve dramatik sesiyle içine işliyor insanın. Korkun yersiz değil ama Seni Unutmayacağız Mustafa!
(28 Ekim 2008)
Gizem Ertürk
Yazınızda daha fazla detaya girebilirdi düşüncesini barındırmışsınız. Lâkin film bu kadar soyutlukla bile bir çok eleştiri aldı hatta dava edildi. Dava konusu da sanırım “Atatürk’ün elinde fazla sigara gözükmesi.” Kaldı ki biraz daha elle tutulur; yani bizim bilmediğimiz sözlerini, fikirlerini Can Dündar bizlere gösterse idi, sanırım T. C. vatandaşlığından çıkartılırdı. Çok saçma gelebilir ama ihtimâl söz konusu. Biz öyle bir memlekette yaşıyoruz ki; elektrik ve su olmayan yerde çamaşır makinası dağıtıyoruz. Aman tanrım nereye geldim ben. Filmden ve yazınızdan epey uzaklaşmışım. Sonuç olarak fazla “detay” bizim halkımıza ağır gelir. Kaldıramaz. Ama sizin ne demek istediğinizi anlıyor ve katılıyorum. Eğer; Can Dündar “Kemal” isminde yeni bir belgesel yapar da sadece bizim istediğimiz, ”O”nun daha önce bilmediğimiz sözlerini, fikirlerini hatta mimiklerini yansıtırsa çok güzel olur.