Her Dönem Orijinalliğini Koruyacak Bir Film: “Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi”

Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi sonunda vizyona giriyor. Film tam 6 yıldır vizyona girmeyi bekliyor. Anlayacağınız tam bir yılan hikâyesi… Üstelik bu 6 yılda filmin birçok farklı versiyonu yapılmış. 2003 yılında New York Uluslararası Bağımsız Film ve Video Festivali’ne Türkiye’den katılan tek film. Ayrıca 2004 yılında IF Istanbul’da gösterilen ilk Türk filmi. Orijinal, kışkırtıcı ve zekice tasarlanmış… Bildiğiniz tüm sinema kurallarını yerinden oynatacak bu bağımsız gerilim filmini kaçırmayın.

Tiyatro kökenli Gülüm Baltacıgil’in ilk filmi Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi; ondan sonra iş – güç, akademik kariyer derken çok sevdiği oyunculuk mesleğine bir türlü istediği kadar zaman ayıramamış. Dizi, reklâm teklifleri gelmiş ancak ona da sıcak bakmamış. Şimdi ise tekrar mesleğine dönmek istioyor. Gülüm’ü en iyi anlatacak cümle şu sanıyorum: Sinema aşkıyla yanıp tutuşuyoooorrrr…

Gülüm Baltacıgil’i tanıyalım…

1979 İstanbul doğumluyum. Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri okudum. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Sanat ve Tasarım yüksek lisansı yaptım. İlkokuldan beri tiyatro kollarında hep oldum. Tiyatro kolu yoksa okulda tiyatro kolu kurdum. Yani oyunculuk yapacağım bir fırsat yakalamak için hep çabaladım. Üniversitede Tiyatro Canbella adında bir topluluk kurduk. Bu topluluk ile okuldan bağımsız olarak birçok oyun oynadık. Bu sayede biraz daha profesyonelleştiğimi söyleyebilirim.

Bu toplulukta nasıl rollerde oynuyordun?

İlk sene dram oynadık. Sonraki yıllarda Fars komedileri oynadık. Ben komedi oynamayı hep daha çok sevdim. Sonraki yıllarda Fars komedileri oynadık. Bu benim için çok keyifliydi.

İnsanları güldürmek daha zordur aslında…

Bazı insanları da ağlatmak zordur. Yani bu neyi yapmak istediğinde âlâkalı. Ben güldürmeyi seviyorum bu yüzden de zorlanmıyorum. Daha doğal oluyorum. Diğer türlüsünü yapmak için gerçekten rol yapmam gerekiyor.

Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi’nde oynaman nasıl oldu?

Canbella’da 5 sene oyunculuk yaptım. 4. yılında da bu filmin teklifi geldi. Emre (Akay) ve Hasan (Yalaz) ile tanıştığımda 3. sınıfta öğrenciydim. Zaten Emre aldığım bir dersin asistanıydı. Oyunumuzun galasına Emre ve Hasan da gelmişti. Onlarda o sırada filmin çekimi ile uğraşıyorlarmış. Filmin başındaki cast seçmeleri de o oyundan sonraki görüntüler…

Yani filmdeki cast seçmeleri sahnesi gerçekten “filmin cast seçmeleri”ydi…

Evet, yani bir film çekmekte olduklarını biliyordum ama seçileceğimi bilmiyordum.

Rol yapmıyor muydun orada?

Aslında filmin her sahnesinde rol yapıyorum ama mümkün olduğunca doğal olmaya çalışıyordum. Zaten rol yapmayayım diye beni hiçbir zaman ziyadesiyle bilgilendirmediler. (gülerek)

Filmdeki gibi gerçekte de hep bir soru işareti vardı yani…

Öyle, çünkü filmdeki Emre’yi, Hasan ve ekibin geri kalan 3 erkeğini çok da iyi tanımıyordum. 5 gün boyunca Büyükada’da bir evde kapanma fikri önce biraz korkuttu tabii beni. (gülerek)

Diyaloglar doğaçlama mıydı?

Her sahne çekilmeden önce “Burada şöyle bir şey istiyoru; konuyu şurdan alın şuraya getirmeye bakın” şeklinde direktifler veriyorlardı. Aradaki diyalogları doğaçlama yapıyorduk.

Zor olmadı mı doğaçlama yapmak?

Tuğra, beni bu konuda çok rahatlattı. Çok güzel sahne açıyordu, ben de onun açtığı yerden ilerleyebiliyordum. Tiyatro işimi çok kolaylaştırdı. Fars komedisi gibi çok hızlı oyunlarda oynadığım için anlık aksaklıkları toparlama yeteneğim gelişmişti.

Filmdeki Gülüm karakterini anlatır mısın?

Filmdeki Gülüm, oyuncu olmak için her şeyi göze almış ama yine de korkuları, çekinceleri olan bir kızcağız.

Meşhur olmak için türlü yollara başvuranları ti’ye alma durumu var yani…

Evet, filmdeki tüm kadınlar hep en iyinin kendileri olduğunu düşünüyor. Meselâ filmdeki bir kahvaltı sahnesinde Gülüm, Tuğra’ya “Niye her şeye siz karar veriyorsunuz” diyor. Tabii o karar verecek çünkü yönetmen. (gülerek)

Tuğra Kaftancıoğlu ile birlikte oynamak nasıldı?

Film içinde film gibi o da. Emre ile Hasan, Tuğra konusunda başlangıçta beni uyarmışlardı ama ne kadar söyleseler azmış. (gülerek) Büyükada’ya filmi çekmek için giderken vapurda tanıştık. Tuğra çok babacan, düşünceli… Dublaj sesiyle konuştuğu için sert gibi görünüyor ama aslında çok sıcakkanlı. Normalde de film karakteri gibi hepimiz hayran hayran onu seyrettik.

Sonra film yılan hikâyesine döndü… 6 yıl geçti ve sonunda vizyona girdi. Neler hissetin tekrar izleyince?

İlk 2003 yılında gördüm. Şimdikinden epey farklı ve çok uzun bir versiyonunu izlemiştim. Daha sonra 3 – 4 farklı versiyonu daha oldu. Yıllar geçtikçe kendimi daha iyi ve filmi daha iyi irdelememi sağladı. Son halini izlediğimde ise ne kadar gençmişim diye düşündüm. (gülerek)

Filmden sonra neler yaptın?

Bir yıl daha Tiyatro Canbella devam etti. Mezun olduktan sonra bir süre daha devam ettim ama araya master girdi. Master sürecinde oyunculuktan uzaklaştırarak akademik kariyer yapmaya yönlendim. Bu kez oyunculuk yapmadan mutlu olamayacağımı anlayıp akademik kariyerden de vazgeçtim. Apar topar oyunculuğa dönmek istedim. Küçük küçük skeçler hazırladım. İlk başlarda asla dizilerde, reklâmlarda oynamam gibi bir prensibim vardı. Sonra bununla bir yere varamayacağımı anladım. Oyunculuk eğitimi almak için platoya falan gittim ama hiçbir zaman çok da büyük bir çaba göstermedim.

Doğru zaman – doğru yer hikayesi belki de..

O da doğru ama işin yolunda bulunmak çok önemli. 3 – 4 sene artık liseli kız rollerinde oynayamam. (gülerek) Bu yüzden acele etmekte fayda var. Hâlâ daha çok istekli ve heyecanlıyım.

BİR TUĞRA KAFTANCIOĞLU FİLMİ’NİN YÖNETMENLERİNDEN EMRE AKAY: “İŞE AKLI SELİM BİR ŞEKİLDE BAŞLIYORUZ AMA BİR SÜRE SONRA SAPITIYORUZ”

Filmin oluşum sürecini anlatır mısınız?

Senaryoyu benim başladığım ama asla bitiremediğim bir kısa filmden yola çıkarak Hasan’la beraber yazdık. Aslında daha büyük bir film projemiz vardı ama deneyimsiz olduğumuzdan ve para bulamayacağımızı düşündüğümüzden dolayı önce küçük bir film çekerek işe başlayalım dedik. O da bu film oldu.

Filmin büyük kısmını, yani adada geçen bölümünü 4 günde çektik. Geri kalan casting sahnelerini de birkaç haftasonunda çektik. Oldukça kısa sürdü yani.

Filminiz ile ilgili bir değerlendirme yapmanız gerekirse neler söyleyebilirsiniz, uzun zaman geçti yapımının üzerinden…

O kadar da değil yahu (gülerek) 2004’te bitmişti, yani 4 yıl olmuş. Bence hâlâ aynı güncelliğini koruyor ve hâlâ Türkiye’de eşi benzeri çekilmemiş bir film. Ben bizden sonra benzerleri çıkar sanıyordum… Bizim için ve ilk filmimiz olduğundan dolayı yeri çok ayrı. Eleştirel bir gözle bakamıyorum dolayısıyla.

Yeni bir çekerseniz yine bu türde mi olacak, yani bildiğimiz tüm sinema kalıplarını bir köşeye bırakacak mıyız?

Film projeleri var. Hem Hasan’la beraber düşündüğümüz hem de benim tek başıma çekmeyi plânladığım iki proje var. Kalıpların dışında çalışmayı seviyorum. Yeni projelerde tanıdık türlerin dışında olur muhtemelen.

Proje geliştikçe kalıpsızlaşıyor belki de…

Evet, aynen öyle. Yola çıkış noktası olarak; “Ben tüm kalıpların dışında bir film yapacağım” demeyi anlamsız buluyorum. Kâğıda dökmeye başlayınca kalıpsızlaşıyor belki de…

Yeni projelerden bahsettiniz, nedir bunlar?

Şu anda ilgilendiğim iki senaryo var. Birisi kitaptan uyarlama, diğeri ise gerçek olaylara dayanan bir tarih filmi. Aklı selim bir biçimde başladık çalışmaya ama işte iş ilerledikçe sapıtıyoruz. (gülerek) (Bu röportaj Mirror Dergisi’nin 48. sayısında yayınlanmıştır.)

(29 Mayıs 2008)

Gizem Ertürk