Umudunu Kaybetme

Gabriele Muccino’nun yönettiği ve Will Smith, Jaden Smith, Thandie Newton ile Brian Howe’un oynadığı Umudunu Kaybetme (The Pursuit of Happyness), 02 Mart 2007’de Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
Chris, eşi evi terk edince beş yaşındaki oğlu Christopher ile başbaşa kalır. Kısa süre sonrada oturdukları daireden çıkartılırlar ve geceyi geçirmek için düşkünler evi, otobüs durağı, bulabildikleri her yerde kalırlar. Çektiği sıkıntılara rağmen, Chris, babalık görevini özenle yerine getirmeye devam eder ve oğlunun kendisine karşı duyduğu sevgiyi, karşısına çıkan engelleri aşmak için kullanır.

“Umudunu Kaybetme” üzerine bir yorum

  1. Filmi izlemek için nedene ihtiyacı olanlar için yazıyorum… Filmin bence en etkileyici yanı ne mağara sahnesi, ne Chris’in patronlarını saçlarında ve vücudundaki beyaz boyalarla etkilediği, ne tarayıcı dediği aleti satabilmek için kapı kapı dolaştığı, ne de gece yatacak yeri bulabilmek uğruna oğlunun en sevdiği oyuncağı bile arkasında bırakmayı göze aldığı sahnelerdi. Bence en etkileyici sahnesi oğluyla basket oynadığı, oğlunun basketbol yerine daha sağlam bir meslek edinmesini önerdikten sonra onun yüzündeki hayalkırıklığını görüp kendine geldiği ve “Kendileri yapamayanlar sana senin de yapamayacağını söylerler. Sana kimsenin başaramayacağını söylemelerine izin verme. Hatta bu ben olsam bile…” dediği sahneydi. Bu sahne filmin, gerçek hayatta bu genç adamın hayatının özetiydi.

    Hepimizin kaybetmek, yenilmek, hayatın pençesinde parçalanmak için nedenleri var. Mücadeleyi, dövüşmeyi, savaşmayı bıraktığın anlar… Kendini mazaretlerin arkasına attığın anlar… İşte o an, hayatla kavganı daha başlamadan kaybedersin. En çok yenilmekten korkanlar sever baştan kaybetmeyi. Çünkü yenilmemişlerdir, zaten savaşmamışlardır. Teslim olmak onlara savaşmaktan kolay gelir. Bırakın savaşmayı, yenilmeyi bile beceremeyenlerdir onlar.

    Ben mücadelecileri, savaşanları severim. Tıpkı bu filmdeki Chris gibi kendi hayalini yaratıp, ne olursa olsun peşini bırakmayanları severim. Onu değerli kılan, hayali değil cesareti, herşeye rağmen dimdik yürümek konusundaki kararlılığıdır. Böyle insanlar başarırlar. İnsanların hayallerini gerçekleştirebilmesine ben ‘başarı’ derim.

    Bu filmde beni etkileyen, ne sonunda zengin olmasıydı, ne de istediği gibi borsacı olması. Hayallerini gerçekleştirememek için her türlü mazereti olan, çocuğuyla sokaklarda yatan, aç kalan, kendisinden eğitimli insanlar arasında yer bulmaya çalışırken çocuğunu yalnız bırakmayan, en zor şartlar altındayken oğluna “Yapabilirsin, yapamayanların öğütlerine aldırma” diyen bir adamın metro tuvaletlerinde ağlarken bile amacından vazgeçmemesiydi. Hayattan, sefaletten, açlıktan yakınmak yerine tuvalette, yere serdiği kağıtların üzerinde yattı gecenin sabahında “Nasılsın?” diyenlere “İyiyim” diye cevap verebilmesi, mazeretlere saklanmamasıydı beni etkileyen.

    Herhangi birşeyi yapamamak için geçerli olduğuna inandığı mazeretleri olanlar bu adamın hayatına baksınlar. Size yapamayacağınızı, başaramayacağınızı, denememenizi, size göre olmadığını vs. gibi şeyleri söyleyenlere bu filmi izletin. Çünkü Chris Gardner’ın hayatını izledikten sonra…

    Ya başaracaklar… Ya utanacaklar…

    10/10.

Yorumlar kapalı.