1. Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali Sona Erdi

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından 13 – 17 Aralık 2006 tarihleri arasında birincisi gerçekleştirilen Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali 17 Aralık 2006 Pazar günü Tayyare Kültür Merkezi’nde düzenlenen kapanış töreni ile son buldu. Sunuculuğunu Pelin Batu’nun yaptığı kapanış gecesinde festival başkanı Burçak Evren “Başarmak için değil başarmak zorunda olduğumuz için hareket ettiğimiz festivalimizde Bursalıların yoğun ilgisini görünce başardığımızı anladık” dediği konuşmasının ardından sözü Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanı ve Festival Onursal Başkanı Hikmet Şahin’e devretti. Hikmet Şahin festivalin kapanış konuşmasında “Festivalin Bursa’nın kültür sanat hayatına yepyeni bir yenilik kattığını ve festivalin gördüğü ilgiden büyük gurur duyduğunu” belirtti.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 1. Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali Sona Erdi yazısına devam et

    2006’da 33 Milyon Sinema Seyircisi

    Türkiye boxoffice listelerini hazırlama yükümlülüğündeki Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi 2006 yılı boxoffice listelerini yorumladı. Bitirmekte olduğumuz yılın son günlerinde sinema çevrelerinde 2006 yılına ait seyirci ve hasılat sayıları merak edilmeye başlandı. Geçen yıla oranla vizyon gören film sayısı, gösterime giren yerli film sayısı ve bu filmlere giden seyirci sayılarında büyük bir artış söz konusu. 2006 yılı içerisinde yer alan ve 07 Aralık tarihine kadar oluşan kırk dokuz gösterim haftasında vizyona giren film sayısı 212. Bu sayı geçen yılın aynı zaman aralığına rastlayan döneminde 209’ken 2005 yılında Türkiye sinemalarında 221 film vizyon görmüştü. Bu yıl bu sayının 230’u geçmesi bekleniyor. Yerli filmlerde ise aradaki fark 7 olacak. 2005 yılında gösterime giren yerli film sayısı 27 iken 2006’da bu sayı 34’e ulaşacak.

  • Basın Bülteni
  • Serdar Orçin


    Serdar Orçin (Sır Çocukları’ndaki Ziya, Bekleme Odası’ndaki Kemal, Serdar Akar’ın yönettiği Barda’daki 45.)


    Kerem Kupacı (Kahpe Bizans’taki Borazancı. Hayat Bilgisi adlı TV dizisinde Afet Hoca’nın kardeşi Pikaçu Kerem olarak biliniyor.)


    Jesse Bradford (Atalarımızın Bayrakları – Flags of Our Fathers’daki Rene Gagnon.)

    She – J, Belgesel Test Gösterimi

    Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nde 19 Aralık Salı günü saat 15.00’de iki kadın DJ hakkındaki Elvan Kıvılcım’ın yönettiği She-J adlı belgesel filmin test gösterimi yapılıyor. Seyirci görüşlerinin bitirilmesine katkıda bulunacağı filmin konusu şöyle: Biri Avrupalı, diğeri yüzyıllardır Avrupalı olmaya çalışan Ortadoğu’lu bir ülkenin vatandaşı; biri Hristiyan diğeri Müslüman kültürlü ülkelerden; biri dünyanın zengin Batılı bölümünden, diğeri zenginleşmeye çalışan, Doğulu kısmından… Ama her ikisi de kadın, DJ ve 11 yaşında erkek çocuk annesi. She-J, birbirinin diğer beni olan iki kadın, DJ Beyza ve DJ Dame hakkında olduğu kadar, yeni kentli genç nüfusu ile Türkiye ve onun Avrupa ile çatışması hakkında bir film. Gösterimi İngilizce/Türkçe ve İngilizce altyazılı olarak gerçekleştirilecek 80 dakikalık filmden sonra soru-cevap ve anket yapılacak.

    Müzik & Dans: Minik Hikâyeler ve Kocaman Bir Tutku!

    İtiraf etmeliyim ki Carlos Saura’nın IBERIA’sına girerken sıkılmaktan korkarak girdim. Bu Saura’nın ilk müzikâl nitelikteki filmi değil, kendisini de çok iyi bir yönetmen olarak bilirim. Ancak, sonuçta IBERIA İspanyol müziği ve dansını konu alan, kelimeler yerine görselliği ön plâna çıkaran bir filmdi. Ne İspanyol kültürü, ne de dans ve müzik konularında uzman olmadığı için “anlayamaz da sıkılır mıyım?” diye bir endişem vardı. Oysa hiç de öyle olmadı. IBERIA kolay anlaşılan, akıcı, muhteşem bir film.

    Hayır, IBERIA’da kelimeler yok. Aktör/dansçılar tüm insana özel duyguları yüz ifadeleri ve dansları ile ifade ediyorlar. Bu konuda da öylesine başarılılar ki, bir noktada kendimi kelimlerin aslında insanlar arasındaki iletişimde pek de bir rolü olup olmadığını sorgularken buldum. Bu bana Babil Kulesi’nin efsanesini hatırlattı. -Babil kralı yıldızlara ve tanrıya ulaşmak için bir kule yaptırır. Tanrı kralın bu hareketine kızarak kralı ve halkını insanlar arasındaki iletişimi kopararak cezalandırır. Artık tüm insanlar ayrı kelimeler kullanırlar ve o yüzden de anlaşamazlar.- Saura, IBERIA’da sanki Babil Kulesi efsanesini tersine çeviriyor. İspanyolca kelimeler kullanmayarak, her insanın içinde olan duyguları ön plâna çıkararak, ana dili ne olursa olsun herkesin “söyleneni” çok kolaylıkla anlayabileceği bir hikâye anlatıyor. Bunu da kelimeleri (insanların dilini) değil, müziğin, dansın ve sinemanın dilini kullanarak yapıyor.

    Pekçok kişiden artık eskisi kadar iyi filmler yapılmadığını, yönetmenlerin artık eskisi kadar iyi hikâye anlatamadığına dair şikayetler duyuyorum. Bunun en önemli nedeni artık maalesef sinemanın görsel dilinin eskisi kadar etkili bir şekilde, hikâyeyi anlatmak için kullanılmaması. Sessiz döneminde sinema konusu olan hikâyeyi anlatmak için tamamen görsel öğelere dayanırken, kelimelerine kavuştuktan sonra giderek bu çok önemli unsuru gözardı etmeye başlamış ve sinemanın görsel dili zaman içinde geliştirilen bir takım kalıplara dayanır hale gelmiş. Öyle ki, sinemanın görüntü ve sese dayalı kendine özgü dilini kullanarak konuyu anlatmak yerine, aktörlerin ağzına bazı kelimeler “tıkılarak” hikaye anlatılmaya çalışır hale geldi. İşte bu yüzden kelimelerin kullanılmadığı, görselliğin ve müziğin, aktörlerin başarılı ifadeleri ile birleştiğinde bu kadar etkileyici olan IBERIA tam bir sinema filmi, bize sinemanın nasıl olması gerektiğini hatırlatan bir harika.

    Bir kültürün yarattığı herşeyin –müzik, dans, resim, heykel, mimari ve hatta yemeğin- birbirlerinden ayrılamayacak bir bütün olduğunu, bu kültürü oluşturan insanların yaşam biçimlerinden kaynaklandığını ve onu yansıttığını düşünürüm. Bu yüzden de IBERIA, bana ünlü İspanyol içkisi Sangria’yı hatırlattı. Sangria’yı yapmak için kırmızı şaraba biraz şeker, meyva suyu ve baharatlar katılır. Sonuç ise, tatlı ama ekşi, baharatlı ama meyvamsı; tezatları birlikte barındıran ama bu tezatlardan bir uyum çıkaran bir içecektir. Tıpkı İspanya’nın çok kültürlü toplumu gibi. Avrupa kıtasının en batısında bulunmasına rağmen Endülüs istilası altında kalmış, Afrika’dan bir boğaz ile ayrılan, en koyu Katolikleri ve (1500’lerde kovuncaya kadar) Musevileri barındırmış, Amerika’ya (özellikle Güney Amerika’ya) kral ve kraliçe adına yapılan pekçok sefer sonucunda oradaki halk ile de karışmış bir toplum İspanyol halkı. İspanyol kültürü ve dolayısıyla dansı ve müziği de, bu karmaşayı ve karmaşadan doğan uyumu yansıtır. Bu yüzden de filmde siyah peçeli kadınlar, beyaz uzun elbiseli rahibelerle yanyana dans ediyorlar. Ancak beni gerçekten etkileyen Saura’nın bu çok kültürlülüğe duyduğu, hayranlık, aşk ve tutku. Ülkesine, kültürüne bu kadar aşık bir yönetmen daha olduğundan emin değilim. Saura dansçıları, müziğin, dansın ve sinemanın dilini kullanarak ülkesini öylesine güzel, şiirsel ve ikna edici bir şekilde anlatıyor ki, izleyen de hem İspanyol kültürünü anlıyor, hem de bir sempati duymaya başlıyor.

    Saura, İspanyol toplumunu bir araya getiren değişik fragmanları anlatmak için bir de görsel bir öğeden faydalanıyor –aynaların ve kat kat perdelerin yardımıyla dansçılar sahneye çıkmadan önce fragmanlı bir ortamdan geçerek geliyor ve sahnede bir araya geliyorlar. Bu bir anlamda da İspanya’daki insanların değisik ortamlardan, kültürlerden bir araya geldiklerinin görsel bir anlatımı. Ancak bir araya geldiklerinde bir bütün oluşturarak ortaya güzel, anlamlı şeyler çıkarıyorlar- “İspanyol halkı gibi” derken duyabiliyorum Saura’yı.

    IBERIA’nin aktör/dansçıları inanılmaz bir performans sergiliyorlar. Küçük çocuklardan tombul kadınlara, sürmeli gözlü esmer İspanyol güzeli’nden uzun saçlı (neredeyse orta yaşlarındaki) erkek dansçıya kadar tüm duygularını vücutları, bileklerinin bir kıvrılışı, yüzlerindeki ifadeler ile anlatıyorlar. Bu o kadar güçlü bir anlatım ki, en ağır kelimelerden daha öfkeli, yüzlerce gözyaşından daha kederli, en tatlı aşk kelimlerinden daha tatlı bir fısıltı halinde izleyenin yüreğine işliyor.

    Aslında filmde bir de görünmeyen bir aktör var –Saura’nın kamerası. Eğer kamerayı sabit bir yere bırakmış olsaydı, biz sadece bir dans gösterisi izler ve büyük bir ihtimalle çok da sıkılırdık. Oysa Saura’nın kamerası da dansçılarla birlikte sahnede yerini alıyor, onların yüz ve vücut ifadelerini bize aktarırken onlara kâh yaklaşıp kâh uzaklaşıyor, etraflarında donuyor, adeta onlarla dans ediyor. Ancak tüm bunları yapar, sahnedeki kahramanların kişiliklerini ve duygularını bize Saura’nın bakış açısından, onun kişiliği ile yansıtıyor. Saura’nın kamerası bir sahne gösterisinde görmeyeceğimiz birşeyi daha yapıyor: bize müzisyenleri de gösteriyor, onların ve müziğin bu bütünde aldıkları önemli rolü anlatıyor.
    IBERIA çok tutkulu, harika bir sinema filmi. Filmden çıktığımda, bırakın başta korktuğum gibi sıkılmayı, en yakın müzik dükkanına girerek Albeniz’in eserlerinin olduğu bir CD almayı ve dans derslerine başlamayı düşünüyordum. Gerçekten etkileyici.

    (25 Aralık 2006)

    Yasemin Sim Esmen

    Meleğin Yükselişi Sürüyor

    Semih Kaplanoğlu’nun yönettiği Meleğin Düşüşü katıldığı 31’inci uluslararası festivalden de ödülle döndü. Hindistan’ın en önemli uluslararası festivallerinden 11. Kerala Film Festivali’nde En İyi Film ödülünü Meleğin Düşüşü ile Forever Flows filmleri paylaştı. Kerala Film Festivali’nin Elia Suleiman (yönetmen), Darrell James Roodt (yönetmen), Julie Christie (oyuncu) ve Revathy (oyuncu) gibi çok önemli isimlerden oluşan jürisi filmleri, zaman ve mekânı başkalaştırarak estetik bir tavırla günlük hayatın kıyısında kalmış anları şiirsel bir boyuta dönüştürdükleri ve ticari sinemaya karşı yenilikçi bir alternatif sundukları, aynı zamanda, hem perdeye taşınan görüntülerle hem de dışarıda bıraktıklarıyla, küreselleşmenin bizi ezdiği bir dünyada kimlik arayışını anlattıkları için ödüllendirdi. Meleğin Düşüşü’nün DVD’si Ekim ayında D Production etiketiyle piyasaya sürüldü.

  • Geniş Bilgi
  • Derviş Zaim ile “Cenneti Beklerken” Üzerine

    Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nde 18 Aralık Pazartesi saat 18:00’de Cenneti Beklerken, Çamur, Filler ve Çimen, Tabutta Rövaşata gibi filmlerin yönetmeni olan Derviş Zaim ile son filmi Cenneti Beklerken üzerine bir söyleşi gerçekleştirilecek. Söyleşi öncesinde Cuma günü sinemalarda gösterime girmiş ve büyük ilgiyle karşılaşmış olan Cenneti Beklerken saat 16.00’da gösterilecek. Söyleşiye e-posta ile rezervasyon yapılabiliyor. filmcenter@boun.edu.tr ‘ye atılacak ‘Rezervasyon’ konulu mesajda isim, MAFM üye numarası ve katılmak istenen söyleşinin isminin belirtilmesi gerekiyor. Film gösterimlerine e-posta ile rezervasyon yapılmıyor, gösterim günü günlük olarak sabah 9’dan itibaren yer kuponları dağıtılıyor.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • A. E. Film, Luc Besson Filmlerinin DVD.lerini Çıkarmaya Devam Ediyor

    A. E. Film, Luc Besson filmlerinin DVD.lerini birbiri ardına çıkarmaya devam ediyor. Geçtiğimiz haftalarda Leon ve Beşinci Güç adlı filmleri yayınlayan A. E. Film, bu hafta ise yönetmenin en iyi filmlerinden, büyüleyici The Big Blue – Derinlik Sarhoşluğu’nu “ilk kez” yayınladı. Leon, özel metal kutuda satışa sunuldu ve Türkçe altyazılı ek içeriklerle dolu 2 DVD seti olarak hazırlandı. Derinlik Sarhoşluğu’nun DVD versiyonu, “Director’s cut – yönetmenin kurgusu”nu içeriyor. A. E. Film, bu filmlerden önce ise Ateşli Geceler, Elm Sokağı Kabusu 2, Maske, 1900 Efsanesi, Astronotun Karısı, Dişi Kovboylar da Hüzünlenir ve Don Juan DeMarco filmlerini yayınlamıştı.

  • Basın Bülteni: Derinlik Sarhoşluğu, Leon
  • Fotoğraflar: Derinlik Sarhoşluğu, Leon
  • A. E. Film Web Sitesi
  • Hakan Boyav


    Hakan Boyav (Serdar Akar’ın yönettiği Barda’daki Patlak.)


    Yüksel Arıcı (Amerikalı, Yara, Kızılırmak Karakoyun (Şahin Gök) gibi filmleri var. TV dizisi Kurşun Yarası’nda da oynamıştı.)


    Danny Trejo (Akla gelen ilk filmi Desperado. Con Air ve Anaconda’da da izlemiştik, önümüzdeki günlerde Oyun Bitti / Spy Kids 3′te izleyeceğiz. Yabancıların Çirkin Kral’ı da diyebiliriz.)