Deja Vu

İnsanın biraz tanrıyı oynama isteği midir, nedir bilinmez, nedense zamanı kontrol etmeyi çok isteriz. Kimisi geçmişin nostaljisi ile, kimisi de geleceğin nasıl olacağını merak ettiğinden, neredeyse yirminci yüzyılın başından beri sürekli bir zaman makinesi icat etme teorileridir almış başını gidiyor. Bu konuda pekçok film de yapıldı haliyle. Sonuncusu Deja Vu.

Şimdi bunu söyleyerek biraz filmin heyecanını kaçırmış oldum. Ama esas filmde ilgimi çeken “kahraman” profili oldu. Denzel Washington ailesini kaybetmiş bir ATF (Alkol, Tütün, Silâh ve Patlayıcılar Bürosu) ajanı. Tutunduğu tek şey işi, zaten film boyunca da epey işkolik davranışlar sergiliyor. Zaten ben de bunu pek anlayabilmis değilim –ne yani kahraman olmak için sevdiği herkesi kaybetmiş olmak ve hayatının geri kalanından mutsuz olduğu için işkolik olarak bu mutsuzluğu gidermeye çalışmak mı gerekiyor? Mutlu, aile sahibi bir kahraman olunamaz mı? Denzel Washington’ın kahramanımız olduğunu filme ilk giriş yaptığı sahneden anlıyoruz. Koskoca bir gemi patlamış, 532 kişi olmuş, ortalık kan – revan içinde, tam bir ana – baba günü ama kamera bir noktaya odaklanıyor, ve ta – tam! –karşımızda kahramanımız açık renk gömleğiyle bir “kurtarıcı melek” gibi ağır çekimle geliyor. Güneş gözlükleriyle de çok da “cool” bir görüntü içinde hani. Açıkçası birinci dakikadan kahramanın kim olacağı bize filmlerde görmeye alıştığımız kalıplaşmış görüntülerle gayet güzel anlatılıyor. Ama kahramanımızın karakterinde alışılagelmiş Hollywood kahramanının biraz dışına çıkılarak biraz yenilikçi davranılmış. Zaten filmde yenilik adına söyleyebileceğimiz tek şey de bu. Diğer yönleri ile filmi daha önce birkaç kere görmüştük. Yani tam bir deja – vu.

Kahramanımız çok yakışıklı değil. FBI ajanı da değil. Rap dinlemeyen, arkadaşlarıyla selamlaşırken “What’s up dude?” demeyen, ve belki de basketbolu hiç oynamamış bir zenci. Konusunu çok iyi biliyor ama laboratuvarda çalışan FBI ajanları kadar işin jargonuyla konuşmuyor. Hâttâ aynı konuda araştırma yapan polislerle ilk karşılaştığında kahvenin yerini sorma şekliyle, daha önceki filmlerde kendini fazlasıyla ciddiye alan polislere ufak bir gönderme yaparak ‘kahvenin yerini bildiğine göre işin başında olan o olmalı” diyor.

Ajanimiz bazi zamanlarda daha “insanca” davranarak icguduleriyle hareket ediyor. Bu da onu cok daha siradan bir insan yapiyor ve biz siradan insanlar olan izleyiciye yakinlastiriyor. Bir diger insancil ozelligi ise arada-sirada cok cekingen, kendinden emin olmadigini belirten davranislar sergilemesi. Bunda tabii ki bir aktor olarak Denzel Washington’in payi cok buyuk.

“Kahraman” olgusu filmde bir de kendini feda etme olgusuyla beraber, kolkola gidiyor. Denzel Washington, kendini vatansever bir kahraman sanan, filmin “kötü adam”ı Jim Caviezel’e esas vatanseverin kendini feda eden bir insan olduğunu söylüyor -yani kahramanlar kendini feda edenler oluyor. Bu aslında İsa’nın tüm insanlığın günahları için kendini feda edip çarmıha gerildiği inancı doğrultusunda “kahraman”lığın tanımı için uygun bir düşünce. Böylelikle kendini feribottaki 532 kişi için feda eden Denzel Washington kahraman olduğunu İsa ile de özdeşleşerek pekiştiriyor.

Peki neden herşeyi bilen, her türlü sportmen, çok yakışıklı, kadınların peşinde koşturduğu, kendinden küstahlık derecesinde emin, “ultra cool” kahramanlara alışmışken böylesine insanca bir kahraman ile karşımıza çıkmış yapımcılar? Aslında aynı soru son James Bond (Casino Royale) filmini izlerkende aklıma takılmıştı. Casino Royale’deki James Bond da çok daha insanca, zaman zaman başını belâya sokan, hatta kendisinden önceki Bond’lar ile karşılaştırıldığında sakar sayılacak bir kahraman. Öyleyse ortada yeni bir kahraman tanımı olmalı.

Çok daha insancıl bu yeni kahraman adeta sıradan birer insan olan izleyicilere “siz de kahraman olabilirsiniz” diyor. Bu deyim de bana Amerikan ordusunun, Irak’a gönderilmek üzere askere başvuranları ikna etmek için kullandığı (tanıtım) reklâmlarındaki söylemleri hatırlattı. Böylelikle bu yeni kahramanlar özellikle Amerikalı izleyicilere “o Irak’a gidenler boşuna gitmedi. Her ne kadar çesitli yayın mecralarında yerli halka işkence ve tecavüz ederkenki görüntüleri yayınlanmış dahi olsa, ya da kimi zaman daha ne olduklarını bile anlamadan bir intihar bombacısının aralarına dalmasıi sonucu olmuş dahi olsalar, onlar birer kahraman. Dahası onlar bizler gibi, aramızdan insanlar, siz de onlardan biri olabilirsiniz” diyor. Bir yerde “kahraman” olduğunu düşündüklerimizin hatalarını daha kolaylıkla hoşgörebilir, kendimizin de kahramanlar olabileceğimizi hissederek mutlu olabiliriz, ki böylelikle zamanı geldiğinde birer kahraman gibi davranabilelim.

Ben şahsen bu yeni kahramanları çok daha fazla sevdim. Diğerleri fazla maço, fazla “cool,” fazla gerçekdışıydılar. Onları bir insan olarak göremez, insanüstü varlıkların bizi kurtaracaklarını düşünürdük. Sonuçta belki de kendi kendimizin kurtarıcısı olabileceğimizi görmemizin zamanı geldiğinden Hollywood bizim için bu tür yeni kahramanlar yaratıyordur. Kim bilir?

(11 Aralık 2006)

Yasemin Sim Esmen