Gençler, o günleri yaşamamıştır; eskiden Yeşilçam’ın siyah-beyaz günlerinde, yabancı, çoğunlukla da ABD filmleri ülkemize birkaç yıl gecikme ile gelirdi, şimdiki gibi yurt dışı ile birlikte gösterim hayâl bile edilemezdi. Daha da ilginci renkli filmler Anadolu’da siyah-beyaz kopyalarıyla gösterime çıkarılırdı, filmin orijinal lobilerinde ve jeneriğinde renkli olduğu belirtilse de, siyah-beyaz seyredilmesi yadırganmaz, çoğunlukla da orijinalin renkli olduğunun farkına varılmazdı. Bu handikap Cinemascope filmlerde de vardı. Cinemascope 50’li yıllarda sinemanın araştırdığı teknik yenileşme çabalarının ulaştığı en uzun soluklu ve yaygınlaşmış gelişme biçimlerinden biri olarak, ülkemizde de pek çok sinemada kullanılmış bir teknik. Göstericiye bir objektif eklenmesi ile elde edilen bu tekniğinde, bozularak ortadan kaldırıldığı durumlar gerçekleşmiştir. Geniş perde sisteminden vazgeçilince, Cinemascope film beyazperdede, karenin üstünde ve altında siyah bir kuşak ile seyrediliyordu. Bu sakıncayı gidermek için ek bir objektif kullanılır ve kare içindeki siyah kuşaklar giderilmiş olurdu. Bu şekle dönüştürülen Cinemascope filmler aynı zamanda renkliden de siyah-beyaza döndürülmüş ise film iki kere budanmış oluyordu. 50’li 60’lı yıllarda görülen bu uygulamalar artık sona ermiş bulunuyor vede filmlerin sıcağı sıcağına da gösterime girmesi -uygulama olarak- sevinilecek bir başka nokta. Bütün bunlar sinema salonlarında olan yakınmalardı. Cinemascope’un normale döndürülmüş haline getirilmiş şeklini, özel objektif ile gösteren sinemaların olduğu söyledik. Bu uygulamayı yapan sinemalardan biri -Tokat’ta Erses Bahçe Sineması- normal filmleri de bu objektifle oynatarak her filmi Cinemascope havasında oynatmak yoluna gidiyordu. Yalnız gözden kaçan veyahut bilerek yapılan hata şu idi: Cinemascope’tan dönme filmlerde görüntünün üst ve altında oluşan siyah kuşaklar kadar kısım görüntünün -üstünden ve altından- kesiliyordu. Böylece filmin tamamını görüntüsü her karede daraltılmış olarak seyretmek durumunda kalıyordu seyirci. Görüntüdeki, bu kesilen yerlere denk gelen kısımlar önemli olsun olmasın, seyirciye budanmış kareler ulaşıyordu.
Gelelim bu girişin varacağı yere…
Ülkemizde televizyonun başlangıç günlerinde, ağırlıklı olarak ABD kaynaklı diziler bol bol yayınlanıyordu. Önce garipsenen bir olgu sonra çözüldü, dizilerin belli yerlerinde görüntü kararır, sonra aynı mekânda –çoğunlukla- bir omuz çekimle tekrar açılırdı. Bu kararıp açılma, çekim sırasında hazırlanmış reklâm yerleri idi. (Bu bir) Televizyon o günlerde yayınladığı film aralarında reklâm koymaz, filmi bütün olarak yayınlardı. Sonra gazetelere haber olarak da giren, film aralarına reklâm alma olayı başladı. Keşke hiç başlamasa idi…
Günümüzde gerek filmlerde gerek dizilerde reklâma katlanmama lüksümüz yok. Bir aralar dizi jeneriğinin hemen bitiminde konulan “uzun” reklâm bantları eleştirilmişti. Şimdilerde bu uygulama yapılmıyor. İyi bir gelişme, fakat film ve dizilerini son otuz saniyesinden önce konulan reklâm bantları hâlâ azap verici, bu reklâm yerine final jeneriğinin tamamı -çoğunlukla kesilerek gösterilmiyor- gösterilse, daha iyi olur. Film (ve dizilerin) aralarında kısa süreli ve az sayıda reklâm gösterilmesi kabûl edilse bile, film (ve dizilerin) yayını sırasında alttan devamlı yazı veya reklâm geçirmek kabûl edilebilecek bir olgu değil. Bu ancak film es verdiği yerlerde ve daha çok geniş açılı çekim sahnelerinde kullanılırsa -ve bu kullanım daha önceden belirlenmiş olursa- iyi olur. Fakat bu yapılmıyor, gösterilen sahnenin, o andaki dramatik durumuna ve sahnenin açısına hiç bakılmadan, önceden belirlenmiş reklâm bantları film (ve dizilerin) görüntüsü üzerine bindiriliyor, kare işgâl ediliyor. Bunu reklâm bandını girerken kareyi küçülterek, işgâl etmeden yapan kanallarda var, ama bu da değinildiği gibi kareyi küçülterek yapıyor… Hele iki-üç dakika sonra yayınlanacak programın haberini alt yazı olarak girmek ve kareyi işgâl etmek iyice moda. Şimdilerde sinemalarda altyazı kuşağı ile reklâm olgusu yaşamıyoruz, ama yakında bununda uygulamasına başlarlar. Final jeneriğinin kesilmesi artık alıştığımız bir şey oldu, ama kesmeyenlerde var, haklarını yemeyelim. Her halükârda çekilen kareleri tam görebileceğimiz sinema (ve televizyon) gösterimleri dileyelim… İyi seyirler.
(24 Şubat 2006)
Orhan Ünser