Etiket arşivi: Tavuri

Eğitim mi, Toplum mu?: Tavuri

Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar diye sürekli sorulan, yanıtı kolay verilemeyen soruyu, gelin insanın iyiliği için soralım. İnsan iyi midir ya da insanın yaşamını belirleyen nelerdir? İnsanın karakterinin genlerle oluştuğunu biliyoruz. Yani, aile geçmişi insanın yaşamını belirleyen en önemli etkenlerden biri…

Sosyoekonomik, sosyopolitik, sosyopsikolojik ve tabii sosyoekolojik ilişkiler yaşamın belirleyicileri. Siz çok sessiz sakin biri olabilirsiniz, ama çevreniz (mahalle baskısı) sesini yükseltiyorsa, artık sessiz değilsinizdir. “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” sözü tam da bu nedenle kişileri tanımakta önemli bir nirengi sayılır.

Aynı mahallede, top peşinde koşturduğu, Kıbrıs’ın namlı dolandırıcısı Çetin Serttaş’a (Tavuri) kamerasını çeviren Derviş Zaim, bir toplumsal sorunu vurguluyor. Çocukluğundan beri (anne baba ayrılığının temel neden olduğunu göz ardı etmemek gerekir) hırsızlık yapan, yaşamının yüzde 70’ini hapishanede geçiren Tavuri, anlayışlı olarak tanımlayabileceğimiz bir şeffaflıkla anlatıyor yaşamını.

Sülün Osman ya da Selçuk Parsadan gibi, sizin de muhakkak bir tanıdığınız “tavuri” vardır. Aslına bakarsanız, kendilerince dürüst insanlardır; haksız da sayılmazlar. Kendilerini kandırmaya çalışanları dolandırırlar onlar. Gönülleri kadar elleri de açıktır.

Kıbrıs’ın namlı dolandırıcısı Tavuri’yi belgeselini yapmaya ikna etmesi bile başlı başına önemli bir başarı Zaim’in hanesine yazılacak. Hapishanede çekim izni alması, oradaki hükümlülerin hayata bakışını da filme yansıtabilmesi bir diğer başarısı yönetmenin. Belki biraz gözlemci, belki biraz duygusal, belki de biraz insanca bir dili var filmin; arada kamera ile kendisini de gördüğümüz için birazdan biraz az interaktif. Kendisinin dile getirdiği gibi pek bir merhamet görülmese de, yardımseverliğin insan duyarlılığını yansıttığını söyleyebiliriz.

Yaşamın her alanında…

Elimin altında tuttuğum ve herkesin mutlaka okumasını önerdiğim “Çoğu İnsan İyidir” (Mundi Yayınları), insanların yaşamının koşullara bağlı olarak dönüşebildiğini anlatıyor. Bilmem Derviş Zaim “Çoğu İnsan İyidir”i okudu mu, ama Tavuri’nin yaşamının aynı çerçevede belirlendiğini izliyoruz.

Beş yıllık bir süreci, aynı ekiple tamamlayabilmek de önemli… Bunu başardığı için de kutluyoruz Derviş Zaim’i.

(04 Eylül 2023)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

15 Eylül’den başlayarak gösterimde…

Hakikati Yakalama Adına Moda Olanın Dışında Kalan Başka İnsanlar

“Tavuri (Şeytan)”, Derviş Zaim’in yönettiği, Mustafa Serttaş isimli bir dolandırıcının hayatına odaklanan uzun metraj bir belgesel sinema eseri. Zaim bu kez suç olgusuyla örülü “Tavuri” lâkaplı dolandırıcının uzun yıllara yayılan hikâyesini anlatarak, suçluların dünyasına derinlemesine bir bakış sunuyor. Seyircisini sıradanlıktan uzaklaştırarak, suçun karmaşıklığını ve insan psikolojisinin derinliklerini keşfetmeye davet ediyor. Belgesel; suç, kötülük, ceza, özgürlük süreçleriyle ilgili önemli sorular sormasının yanı sıra, kurmaca dışı sinemanın sınırlarını zorlamayı da başarıyor.

İlkokulu bitirmemiş olan Mustafa Serttaş, Kıbrıs’ta yoksul ve parçalanmış bir ailede yetişir ve çocukluğundan itibaren hırsızlığa başlar, bu alışkanlığı zamanla bir tutkuya dönüşür. Serttaş’ın sekiz yıl boyunca hapishane içinde ve dışarıdaki yaşamı takip edilerek oluşturulan belgeselin çekimleri Kuzey Kıbrıs’ta ve İngiltere’de gerçekleştirilmiş. Zaim, dünya prömiyerini ABD’de Mart 2023’te ‘True False’ta tüm dünyadan sadece 33 filmin gösterildiği yarışmasız özel ve butik bir festivalde yaparak önemli bir başarıya imza atıyor. Ardından Nisan ayında İstanbul Film Festivali’nde yarışma dışı olarak gerçekleşen Türkiye’deki ilk gösterim ve Haziran’da ise Safranbolu ve İzmir festivallerindeki yarışma dışı gösterimler geliyor.

Ben de belgeseli Safranbolu’da izleme ve Derviş Zaim’e sorularımı sorma fırsatı buldum.

Tavuri’nin hikâyesini belgesel film yapmaya nasıl ve neden karar verdiniz? Kısacası derdiniz neydi?

Tavuri sosyal, düşünsel, ruhsal bakımlardan bir sürü soruyu sormamı kolaylaştırabilecek bir karakter gibi duruyordu. Şahsi sebepler de projeye kalkışmama yol açtı. Ben Mustafa Sertaş’ı on yaşından itibaren yaşamaya başladığım Mağusa’nın Yenişehir semtinden tanıyordum. Adadaki 1974 savaşı nedeniyle on yaşında iken ailemle beraber Limasol’daki evimizi terketmek zorunda kalmış, Limasol’dan Mağusa’ya göç etmiş ve Mağusa’nın Yenişehir semtinde başımızı sokacağımız boş bir ev bulmuştuk. Tavuri’yi o mahallenin bize uzak bir sokağında yaşayan bir ailenin dokuz yaşındaki oğlu olarak tanıdım. Evler çok yakın olmadığı için onunla çok sık görüştüğümü de söyleyemem ama tanışıklık esnasında onun hırsızlık eğilimleri olduğunu işitmeye başladık. Giderek ciddi suçlara yöneldi. Ülkenin en namlı hırsız ve dolandırıcısı oldu. Tavuri merkezi cezaevine düştüğü sırada tamamıyla kopmuştuk. Onu yeniden görmem kırk yıl sonrasına, 2014 yılına denk düşüyor. Lefkoşa’nın Rum hapishanesinden yeni çıkmıştı. Kuzeyde arandığından şüphelendiği için Kuzey Kıbrıs’a, yani Türk bölgesine geçmekte tereddüt ediyordu. Onun hakkında bir kitap yazmış olan gazeteci Aral Moral’ı buldum. Aral Moral sayesinde Rum tarafında sınırın yakınında yer alan Ledra sokağında, Rum – Türk barikatına yüz metre mesafedeki bir kafede üçümüz buluştuk. Tavuri görüşmemizden bir süre sonra Kuzey’e, Türk tarafına geçti ve sanırım arandığı bir suç yüzünden hapishaneye düştü. O hapishaneye düştüğü zaman benim onunla Rum tarafındaki ilk görüşmemizin üzerinden birkaç aylık bir zaman geçmişti.

Hapishane yetkililerinden izin alarak onu içeride iken ziyaret ettim. Konuşmayı ve çekim yapmamı kabûl etti. Ama proje sadece onun üzerine değildi. Daha doğrusu bir sürü mahkûmla konuşmaya, çekim yapmaya başlamıştık. Kafamda suç olgusu ile ilgili sınırları tam netleşmemiş bir proje gerçekleştirmek vardı ama karakter, çatışma, temel fikrin ne olacağı gibi gibi konular aklımda o sıralarda henüz net değildi. Netleştirmek umuduyla hapishanede yatan bir sürü mahkûmla eşzamanlı biçimde konuşuyor, hikâyelerini dinlemeye, onları anlamaya çalışıyordum. Zamanla Tavuri temas ettiğim mahkûmların arasından tek konuştuğum insan olarak kaldı. Röportajlar yapmayı zamana yayarak sürdürdüm. Aradan aylar geçti ve çalışma gözlemci belgesele doğru evrilmeye başladı. Ama gözlemci belgesel olarak kalmadı. Zamanla belgeselin başka duraklarına doğru seyahatini sürdürdü ki tarzlar arasındaki bu yolculuğu nihai ürünün içeriği mânâsında olumlu ve keyif verici olarak değerlendiriyorum.

Yeri gelmişken meraklısına not olarak ileteyim. Onunla yaptığım konuşmalardan oluşan geniş malzemeyi ayrıca montajlamaya çalıştım. Şu anda beş bölümlük kırk dakika civarında bir malzeme söz konusu. Bu yıl, yani 2023 yılında seyirciye sunulan Tavuri filminden bağımsız, ayrı bir sözlü çalışma bütünü olarak o malzemeyi de seyirci karşısına ileride çıkarmayı planlıyorum.

Tavuri’nin hikâyesini belgesel sinemaya yansıtırken, biçim üzerine nasıl kafa yordunuz? Bu süreci paylaşır mısınız?

Yaptığım belgesel, Bill Nichols’un tabiri ile bir açıklayıcı belgesel değildir. Filmi çıkarmaya gayret ederken motivasyonlarım ne idi? Çocukluk arkadaşınız, ülkenin en namlı dolandırıcı ve hırsızı haline dönüşmüşse, bu durum size iyilikle kötülüğün doğası, kötülüğe karşı nasıl bir mesafe alabileceğimiz, insanın yazgısı ve özgürlük, kurumlar üzerine bereketli bir soruşturma alanı açabilir. Bu sorular benim onunla olan şahsi tarihim ve belgeselin yapısı, inşa ediliş biçimi üzerinde başka kıymetli sorularla zenginleştirilebilir diye düşündüm.

Eski mahalle arkadaşımla seneler sonra kamera varken sohbet etmeyi başarabilir, hatta onunla beraber yürümeyi ekleyebilirsem; etik, özgürlük, sorumluluk, hakikatin saptanması üzerine verimli sorular üretebilirim diye hayal etmiştim. Elbette motivasyon listesi artırılabilir. Sosyal deneyimin hangi alanlarının sinema tarafından reddedilmekte olabileceğini düşünüyordum o sıralarda. Filmografimin biçim, içerik, tür, yaklaşım olarak zengin ve geniş bir yelpazeye yayılması beni memnun ediyordu ama bir yandan da yaşadığım, parçası olduğum coğrafyanın sinemasının bazı konu ve insanları görmezden gelip gelmediğini soruyor, hakikati yakalama adına moda olanın dışında kalan başka insanları, onların deneyimlerini taze yaklaşımla ele almayı tasarlıyordum. Belgeselin günümüzde aldığı biçim üzerine soru sormak da amaçlarım arasındaydı. Devir filminde belgesel ile kurmaca arasında yer alan çok bereketli araziye dalmıştım. Burada aynı deneyimi olmasa da farklı bir yapı ve lezzeti yakalama şansı beni heyecanlandırıyordu.

Bir belgesel çekerken karakter ile belgeselci arasındaki ilişkiyi dengelemek çoklukla zordur? Hele ki karakteri sizin özelinizde olduğu gibi yıllar öncesinden tanıyorsanız. Siz bu dengeyi nasıl sağladınız?

İşi sürdürürken meseleye ve karaktere mesafeli durmaya, onlarla benim arama mümkün olduğunca estetik uzaklık koymaya çalıştım. Karar verici denebilecek kendi pozisyonumu da sorgulayıcı bir bakışla gözlemledim, yani klasik manada merkezi figür olmamaya gayret ettim. Kamera önü ‘katılımcılarını’ olabildiğince işin içine katarak üretmeye çalışmanın nihai sonucun hakikati bakımından daha hayırlı olabileceğini aklımda tutmaya çalıştım. İşe başlarken projeyi entelektüalize etmek, fazla plan yapmak niyetinde değildim. Aşırı plan yapmazsam bile sonuçların ilginç olabileceğini seziyordum, çünkü enerjisi çok yüksek bir persona ile beraber yürüme şansı kazanmıştım ki, şükür, baştan itibaren sona dek beraber yürümeyi başardık. Projenin en zor kısımlarından biri, Tavuri gibi her an ne yapacağı kestirilemeyen bir karakterle beraber uzun süren, bütçesiz bir işe kalkışmaktı. Yine de Tavuri ile birlikte sonun ne olacağını bilmeden, projenin ucu açık kalacak biçimde yürüdük. Beraber yürüme, ucu açıklık, self reflektivetenin işin içinde bulunması gibi terimleri özellikle kullanıyorum. Çünkü yapımın ve sürecin sadece ve her noktada benim tarafımdan domine edilen bir seyir izlemesini istemiyordum. Saptamam, işin içinde Tavuri’nin de bana ortak bir yönetmen olduğu anlamına gelmiyor elbette. Ben bir yönetmen olarak filme alacağım olaylara müdahale edecektim, ki ettim, ama Tavuri bazı kararlarda benimle aynı fikirde olsun, sahneyi kurmasa bile, akışa rıza göstersin, bana öneride bulunabilsin istiyordum. Bu niyetim nasıl gerçekleşebilir, onu da bilmiyordum ama bir şekilde işin başında karşılıklı röportaj yapmak üzere kolları sıvadıktan sonra süreci götürecek sinerjiyi yakaladık. Onun temposunu dinlemek, temposuna göre çekimi ayarlamak, kimi zaman yavaş, kimi zaman hızlı çekmek, çekimleri on beş günde bir yaparak dinlenmesini sağlamak, her zaman olmasa da zaman zaman karşılıklı karar almaya gayret etmek, çekimde iken zevk almaya çaba sarf etmek ve zevk alabildiğimiz için de fazla düşünmeksizin işi sürdürmek, akıntıyla akmak zannedersem işin üzerinde olumlu etkide bulundu. Deyim yerinde ise, kervanı yolda düzecektik, ki öyle oldu denebilir.

Filmin festival yolculuğundan söz edersek; yarışmalara katılmadınız bu filmle sadece gösterim bölümlerinde yer aldınız? Bunun özel bir sebebi var mı?

Tavuri filmini olabildiğince ‘korumak’ istedim. Yine de burada bir açmaz var. Ana akım sinema dışında bir iş yaptığınız zaman, o filmin pazarlama bütçeleri genelde büyük olamayabiliyor. Hatta sembolik olabiliyor. Bu nedenle filmi tanıtabilmek, raf ömrünü uzatabilmek için, festivallerdeki muhtemel olumsuz koşulları bilseniz bile gözünüzü kapatıp yapıtınızı festivallere sokmak zorunda kalabiliyorsunuz. Ben de Tavuri için elimizde diri bir tanıtım bütçesi olmadığı için öyle yapmak zorunda kaldım. Yani festival kulvarına girmek zorunda kaldım daha evvel yaptığım üzere. Ama festival kulvarına girerken de onu korumaya gayret ettim.

Tavuri’nin True False gösterimi esnasındaki geri bildirimlerden oldukça memnun kaldım. Yani oradaki seyirciden gelen titreşim filmi yapım sürecindeki yıllara dağılan yorgunluğumu aldı, açıkçası o atmosferden sonra İstanbul’a hoşnut döndüm. Filmi şu ana dek yarışma dışı göstermek biçimindeki tavrım bundan sonra yapacağım her filmde aynı biçimde devam edeceği anlamını taşımıyor. Çünkü kendimi ve ileride yapacağım işleri bu tip beyanlarla sınırlamak istemiyorum. Bir filmi gün ışığına çıkarma serüveninde daha sonraki yıllarda muhtemelen şöyle bir tablo ile karşı karşıya kalabileceğimizi tahmin ediyorum. Şartlar bugünkü gibi sürmeye devam ederse görünür bir gelecekte festival, ana akım sinema ve platformlar arasındaki keşmekeş devam edeceğe benziyor, bu da şartların alternatif işlerin tanıtılmasını olumsuz etkilemeye devam edeceğinin bir işareti. Yani alternatif işlerin üretilmesini, üretildikten sonra pazarlanmasını, duyulmasını sağlayacak diri mekânizmalar ve finans kaynakları görünür gelecekte yoğun biçimde ortada olmayacak. Her projede deyim yerinde ise ‘yeni, taze pazarlama, gösterim yollarını eldeki kaynaklar ve şartlar ölçüsünde o projenin hayrı için keşfetmek’ zorundayız, her filmin hayrına olacak ayrı bir güzergâh keşfetmek zorunda kalabiliriz. Ben öyle yapmaya gayret ediyorum.

Ağırlıklı olarak kurmaca film çekmekle birlikte belgesel de çekiyorsunuz? Aralarındaki fark ne sizin açınızdan?

Belgeselin konusunu ele alırken uzanabileceği kılcal damarların el değmemişliği, biçimsel ve içeriğe dair cüreti, deneme yapabilme yelpazesini genişletebilmesi, biçim ve içerik manasında bir uçbeyi olabilecek gibi durması beni cezbediyor. Ama bu saptamalar onun kurmaca ile aralarındaki ana fark olarak ileri sürülemez. Muhtemelen söyleyebileceğim şeylerden birisi, bu filmi yaparken kendimde gördüğüm etkilere ilişkin olabilir. Sahici bir belgesel yapma girişimi daha önce kurmaca filmler yapmış bir yönetmenin kurmaca yapma deneyiminden kaynaklanabilecek alışkanlıklarını, olumsuz denebilecek tortularını temizleyebilir. Eğer kişi belgesel sonrası kurmaca yapmaya devam edecekse belgesel deneyimi ona kurmacaya ilişkin kariyerine ve sanatına yeni bir ivme kazandırmasının yolunu açabilir. Kendi sanat anlayışında değişiklik yapmayacaksa dahi işi üretirken neyi, nasıl, niçin yaptığını daha taze bir gözle görmesini sağlayabilir. Ha, bazen de kurmaca üretme kapasitesine olumsuz etkide de bulunabilir. Ama az evvel değindiğime dönecek olursam tazelenmekten daha büyük kazanç var mıdır dünyada?

Bir belgesel film değerlendirirken nelere dikkat edersiniz öncelikle? Sizin belgesel sinema tanımınız nedir?

Belgeselin kendi koyduğu öncellere ne kertede riayet edip etmediğine bakmak sanırım faydalı bir yaklaşımdır. Ayrıca belgesel üretim sürecinde veya nihai yapıtta en başta kendine koyduğu öncelleri değiştirmeye kalkıştıysa, bu değişikliğin gerekçelerinin inandırıcılığına bakmak isterim. Elbette anlattığı şey ile anlatma biçimi arasındaki gergin birliğin filmin içinde doygunluğa ulaştırılıp ulaştırılmadığı konusu da filmi değerlendirirken ele aldığım konuların arasındadır. Belgesel sinemanın tanımına bu röportajın sınırları içinde girmek niyetinde değilim. Tanıma ilişkin ne söylenirse söylensin edilen lafın ya eksik ya da fazla kalabileceğinden çekindiğim için belgesel tarifine şu an için kalkışmamak daha doğru gibi geliyor bana. Ama her belgesel yapıt belgeselin tarifine ilişkin kendi tanımını örtük olarak izleyiciye, okura, fısıldar; dahası yapıtın içine örtük veya açık yedirebilir. Tavuri’ye bakılması benim belgesele dair fikrimin ne olduğunu en azından 2023 itibarı ile sizlere sezdirebilir. Öyle umuyorum.

(Bu yazı ilk olarak 09 Temmuz 2023 tarihinde cinedergi.com’da yayınlanmıştır.)

(10 Temmuz 2023)

Semra Güzel Korver