‘Yaseminin yanında yatan bir taş
Taşın altında bir hazine
Yolda duruyor baba
Aydınlık, aydınlık bir gün
Filiz vermiş akkavak ağacı
Çiçek açmış okka gülleri
Ve körpe ıslak çimen
Bir daha olmadım, öylesine mutlu
Mümkün değil geri dönmek, anlatılamaz
Nasıl mutluluk doluydu, o cennet bahçesi’
Tarkovski sinemasının özüne ve diline çok yakışan bir üslûpla bizzat aynı adı taşıyan yönetmenin oğlunun çektiği, oğuldan babaya incelikli bir saygı duruşu özelliği taşıyan ‘Andrey Tarkovski: Bir İbadet Olarak Sinema / Andrei Tarkovsky: A Prayer’ belgeseli, usta yaratıcının şair babası Arseny Tarkovski’nin bu dizeleriyle açılıyor.
‘Sanatçı tüm hayatı boyunca çocukluğundan beslenir, çocukluğunun özellikleri sanatının doğasını belirler’ diyen yönetmenin babasının evi terk etmesinden sonra annesi ile geçen çocukluğu, savaş yılları ve sonrasının açlık ve korku ile geçen zorlu günlerini perdeye taşıyan siyah – beyaz fotoğraflar devreye giriyor. Tarkovski 1975 yapımı üçüncü uzun metrajı ‘Ayna / Zerkalo’da çocukluğu ve annesi ile bağı hakkında söylemesi gereken her şeyi söylediğinin altını çiziyor. Film boyunca yer yer kendi sesinden de duyduğumuz yönetmenin zihninde gezinirken, onun anılarından ve düşlerinden hareketle savaşlar ve katliamlar çağının gerçekliğinden sıyrılıp sadece hissederek kavrayabileceğimiz sözcükler ve imgeler yoluyla özel bir evrene konuşlanıyoruz. ‘Ayna’da doğa Tarkovski sinemasında her zaman olduğu gibi bir gizem unsurudur. Yönetmenin annesine dair en güçlü imge olarak hatırladığı sahnede, çitin üstünde sigara tüttüren kadın eşinin geri dönmesini bekliyordur.
Arseny Tarkovski evden gittiğinde henüz 3 yaşında olan sanatçı, babasıyla ilişkisi sürmesine rağmen, savaşın zorlu koşullarında piyano eğitimi aldığı müzik okulunu bitirmesine ve resim kurslarına devamını sağlayan annesi olmasa asla bir film yönetmeni olmayacağını ifade eder. Mezuniyet filmi olan ‘Silindir ve Keman / Katok i Skripka’ (1960) ‘dünyamızı aşkın olan başka dünyaya bağladıklarına inandığı’ çocukluk başroldedir. Kruşçev dönemindeki yumuşamanın da etkisiyle sinema dünyasında profesyonel kariyerine adım atan Tarkovski’nin ilk uzun metrajı ‘Ivan’ın Çocukluğu / Ivanovo Detstvo’ (1962), İkinci Dünya Savaşı’nda babasını kaybetmiş, annesi ve kız kardeşi Naziler tarafından kurşuna dizilmiş 12 yaşındaki kimsesiz Ivan’ın Kızıl Ordu için düşman hatlarında mücadelesini anlatır. Vladimir Bogomolov’un kısa öyküsünden beyazperdeye uyarlanan, bir çocuğun gözünden harbin yıkıcı yüzünü soğukkanlılıkla gözler önüne seren şiirsel filmde ‘savaşın kazananı yoktur, bir savaşı kazansak bile içinde yer aldığımız için zaten kaybetmiş sayılırız’ mesajı zihinlere kazınır.
1964 – 1966 yılları arasında çektiği ikinci uzun metrajı ‘Andrey Rublev’, 15. yüzyıl başlarının kıtlıklar ve iç çekişmeler arasında zanaatını icra etmeye çalışan ikona ressamının hayatı üzerinedir. İlk başlarda insanlığın kötülüğün aşma gücüne inanan Rublev, kanlı saldırılara tanıklık ettikten sonra insanlığa inancını yitirerek sessizlik yemini eder, konuşmayı ve resim yapmayı tamamen bırakır. Siyasi baskıların ve sansürün görece azaldığı Kruşçev döneminin ardından müdahalelerin tırmandığı Sovyetler Birliği’nde Rublev’i baskıcı bir rejimde sanatsal özgürlüğün temsili olarak sunan Tarkovski, kültürün din olmadan var olmayacağına inancında ısrarlıdır. Bir keşiş olan ve tüm varlığı ile dünyeviliğe karşı olan Rublev’in öyküsünün Hristiyan maneviyatı Sovyet makamlarını kızdırırıp, Rusya’nın mezalim tasvirleri milliyetçilerin tepkisini çekerken, film 5 yılı aşkın süreyle rafa kaldırılacaktır. Tarkovski kendisini zor günlerin beklediğini anlamıştır.
Yönetmenin 1972 yapımı bir sonraki eseri ‘Solaris / Solyaris’in Stanley Kubrick’in ünlü ‘2001: A Space Odyssey’ine (1968) bir karşılık olarak Sovyetler Birliği’nce devreye sokulduğu rivayet edilir. Stanislaw Lem’in aynı adlı romanından uyarlanan film, bütün yüzeyi bir okyanusla kaplı Solaris gezegeninde olup bitenleri inceleyen uzay istasyonu Promotheus’un Dünya ile irtibatının kopması sonucu uzay adamı Chris Kelvin’in üsse gönderilmesiyle başlar. Ancak bu bir Tarkovski yapıtıdır ve bu yolculuk kısa özetin vadettiği bir maceranın hikâyesi değildir. Kelvin içinde yüzdüğü gizemli Okyanus ile iletişim kurmaya çalışırken, üssün kendi dışındaki mürettebatı gibi benliğinin karanlık geçmişi ile yüz yüze gelir. Rüyalar ve sanrılar arasında vicdanı ve geçmişi ile yüzleşmesi insan varoluşuna dair bir yolculuğa dönüşür. Artık ‘eve dönüş’ mümkün müdür?
Tarkovski’nin bundan sonraki yolculuğu, bir göktaşından kaldığına inanılan kalıntıların bulunduğu, fizik yasalarının geçerli olmadığı, tanımlanamayan ve tekinsiz görünen bir alan olan ‘Bölge’ye olacaktır. 1979 yapımı ‘İz Sürücü / Stalker’ herkesin dileklerinin gerçekleşeceği rivayet edilen bir odaya ulaşmak için biri Yazar diğeri Profesör iki kişiye rehberlik yapmak üzere ‘Bölge’ye gidecektir. İnsanın derinliklerine, maneviyatına doğru bir yolculuğa dönüşecek olan film, Tarkovski’nin şiirsel diliyle çok katmanlı insan varoluşuna dair güçlü bir sorgulamaya dönüşür. Sanatçının anavatanında çekebildiği son filmidir bu. Bundan sonra tıpkı Solaris’in ana karakteri gibi eve dönüşü mümkün olmayan vatan hasreti ile yaşayacaktır.
Sovyetler Birliği’ndeki baskı ve sansüre dayanamayan sanatçının ülkesi dışında ilk çektiği film olan ‘Nostalji / Nostalghia’, Tarkovski’nin dehası ile tanıştığımız ilk film olması nedeniyle biz İstanbullu genç sinefiller için büyük önem taşır. 1984 yılının Nisan ayında –henüz festival adını almamış- ‘İstanbul Sinema Günleri’nde gösterilen filmin hepimizin aklını başından aldığını çok iyi hatırlıyorum. Çekimlerin yapıldığı Toskana bölgesinde geçen yapımda, 18. yüzyılda yaşamış, yurdundan uzak düşmüş Rus bestecinin izini süren bir yazarın anlam arayışını izleriz. Bestecinin izinde Rusya kırsalından Toskana’ya varan yazar melankoliye kapılarak çevresine, yurduna hatta kendisine yabancılaşır. Köylünün deli olarak adlandırdığı sokak filozofu ile tanışan yazar, adamın deli değil inançlı olduğuna, Domenico’nun insanlığın kurtuluşu için kendini feda ettiğine tanıklık eder.
Tarkovski’nin son durağı İsveç’tir. 1986 yapımı ‘Kurban / Offret’nin çekimleri sırasında son evre kanser teşhisi konmuştur. Televizyondan nükleer bir çatışmanın haberini alan son filminin ana karakteri orta yaşlı entelektüel akılcılığını bir kenara bırakarak dua etmeye başlar. Savaşın sesleri ile birlikte kıyametin yaklaştığını tasavvur eden Alexander, Tanrı ile bir anlaşmaya girişir. Dünyadaki yaşamın sona ermemesine karşılık dilinden ve dünyevi her şeyden feragat edecektir. Sanatçı kendi sonunun yakınlığının ve ‘Kurban’ın son filmi olduğunun farkındadır. Tüm olumsuz koşullara rağmen filmini ‘umut ve güvenle’ oğluna ithaf eder. Film çaresizlik ve umut arasındaki ince bir çizgide ilerlese de Tarkovski son filminin final sahnesini umuda yelken açarak kapatır. Sanatın anlamının Yaradan’a ibadet olduğunu ifade eden büyük usta ‘benim ibadetim başkalarının ibadetine dönüştüğünde, sanatım içtenlikle onların olur’ diyerek sözünü tamamlamıştır artık.
Kadıköy Sinematek / Sinema Evi’nin mevsim sonu kapanış programı çerçevesinde, sinema ve düşün tarihinin büyük yaratıcısının eşsiz külliyatını 10 – 27 Haziran tarihleri arasında beyazperdede izleme şansına erişebilirsiniz.
(06 Haziran 2025)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com