Hayattan Korkma

Sadi Bey’in Twitter Günlükleri 8

“Muro: Nalet Olsun İçimdeki İnsan Sevgisine”nin gösterdiği box office başarısı ile Mustafa Üstündağ füze gibi başrol oyunculuğuna yükseldi.

Bu sezon peşpeşe “Abimm”, “Kutsal Damacana 2: İt Men” ve “Deli Dumrul Kurtlar Kuşlar Aleminde”de oynadı. Son filminde tüm film boyunca…

… neredeyse sadece masa başında bir mafya babasını canlandırdı. Bir ara arabada direksiyona da oturdu. “Bu ne biçim başrol oyunculuğu …

… kendini süratle harcıyor”, diye düşünürken açıklama Mustafa Üstündağ’dan geldi. Filmde hatır için konuk oyuncu olarak rol almış, fakat …

… arkadaşları parayı hatırdan daha değerli bulduklarından filmin afiş ve jeneriğinde başrol oyuncusu gibi lânse etmişler. Aynı dertten …

… Tarık Papuççuoğlu da muzdarip. Onunla da aynı şekilde anlaşma yapılmış fakat filmde rolü hiçde konuk oyuncu rolü gibi değilmiş.

Filmde konuk oyuncu vasfı sadece Levent Özdilek’e uyuyor. Sadi Bey’in pek beğenmediği filmin bir özelliği de ünlü bir yapımcının filme …

… destek vermesi fakat firma adını kullandırmaması. Vallahi bana sorarsanız, durum fısıltı gazetesinde karizmayı çizdirmek olarak geçiyor.

Bu vesileyle Tarık Papuçcuoğlu’nun soyadını bir türlü belleyemediğimi itiraf edeyim. Yoksa Pabuçcuoğlu muydu? Kendisi açıklasa da öğrensek.

“Aç TDK Sözlüğünü de bak” demeyin, açtım baktım, orada “pabuç -cu” yazıyor. Ancak yukarıdaki ilk yazılımı “Hayattan Korkma”nın …

… ikinci yazılımı “Deli Dumrul Kurtlar Kuşlar Alemi”nin afişinden aldım. Başka işim yok mu benim?

Yok. “Deli Dumrul Kurtlar Kuşlar Aleminde”nin web sitesinin künye bölümünde de TARIK PABUÇÇUOĞLU yazıyor.

KKTC Cumhurbaşkanı Talât, Lefkoşe’de yapılan toplantıda bağımsız aday olacağını açıklamış ve “Bu film geriye sarılmayacak” demiş.

Smart TV.nin reklâmını yapan vatandaş konuşuyor: “Çocuk TV, Erotik TV, Komedi TV, vs. TV, istediğiniz paketi alabilirsiniz.”

Çocuk ve erotik kelimesi reklâmda da olsa bir araya getirilir mi a şaşkın. Smart TV.den paket alacağım varsa da almayacağım, vazgeçtim.

Güzel yurdumun, güzel TV.lerinden birinin haftasonu programında Yunanistandan konuk gelmiş sanatçılarının çaldığı müzik eşliğinde yapılan …

… sirtaki dansının sonunda sinema okulu mezunu güzel sunucumuz “oley” diye seviniyor. Türkiye – Yunanistan – İspanya açılımı mıdır bu?

Yusuf Kurçenli’nin “Yüreğine Sor”unu basın gösteriminde izleyen bazı basın mensupları filmi “baş yapıt”, bazıları ise “TV filmi formatında” …

… şeklinde ifadelendirdi. Sadi Bey “baş yapıt” diyenlerden. Duayen sinema yazarımız ise Kenan Ece, Hakan Eratik ve Tuba Büyüküstün için …

… “Bayıldım, bayıldım, bayıldım” dedi. Yayladaki bıçaklı horon bölümünden sonra film iyice güzelleşmiş. Bu arada şimdiden bir tüyo vereyim.

sadibey.com yazarı Ali Ulvi Uyanık, “Yüreğine Sor” için yazacaklarını da, 12 Mart haftasında çok beğendiği filmlere yaptığı gibi çerçeve …

… içine alacakmış. Bizim bu Türk sinemasına doğrusu akıl sır ermiyor. Birkaç gün içinde “Eyyvah Eyvah” ve “Yüreğine Sor” insanı göklere …

… çıkarıyor. Semih Kaplanoğlu’nun “Bal”ı, Reha Erdem’in “Kosmos”u dünyayı hayran bırakıyor. Öte yandan “Recep İvedik”, “Deli Dumrul…”

… vs. ise “Bu filmleri niye yapıyorlar” diye insanı düşüncelere gaaark ediyor.

Oscar Ödülleri’nde hem 6’da 4, hem de 6’da 5 tutturdum. Nasıl olduğunu açıklayayım. Dünkü Milliyet Pazar ilâvesinde yayınlanan tahminler …

… sorulduğunda, Ölümcül Tuzak, Kathryn Bigelow, Jeff Bridges, Meryl Streep, Christopher Waltz, Penelope Cruz olarak cevaplandırmış ve …

… En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü büyük ihtimalle Mo’Nique’nin kazanacağını, ancak filmi henüz görmediğimden Penelope Cruz adını …

… vermiştim. Keza En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanan Sandra Bullock’un filmi de henüz Türkiye’de gösterilmediğinden tercihimde onun da …

… adını belirtmedim. “Aynı dalda Meryl Streep’in adını niye belirttin, onun filmi ‘Julie & Julia’ da Türkiye’de gösterilmedi” derseniz, o …

… başka. Meryl Streep de Robert Redford gibi benim fetiş oyuncularımdandır. Varımı yoğumu gözüm kapalı onun üzerine yatırırım.

Sinemamız şaşırtmaya devam ediyor. Sermiyan Midyat’ın “Ay Lav Yu”su çok sevimli ve seyri zevkli bir film. Diyaloglar iyi, müzikler güzel.

Önceleri bu filmin mülkiyeti Sinan Çetin’indi. Daha sonra Sermiyan Midyat filmi satın aldı ve kendi firması adına gösterime çıkarıyor.

Bu haber basına yansıdığında “Acaba film kötü de Sinan Çetin o nedenle mi filmden vazgeçti” şeklinde bir kanaate sahiptim. Neyse ki basın …

… gösteriminde filmin yardımcı yönetmeniyle yaptığım konuşmamızda Sermiyan Midyat’ın filme sahiplenme isteği nedeniyle filmin el …

… değiştirdiğini öğrendim. Belgelendirelim ki benim gibi yanlış kanaat sahipleri işin doğrusunu öğrenmiş olsunlar.

Şahan Gökbakar’ın yeni projesi, arabalı vapurun peşinden koşan mavi eşofmanlı vatandaş üzerine olacakmış. Duyan duymuştur, ben yeni duydum.

Bizim sinema yazarlarının kaderi böyledir. Bir film hakkında olumsuz birkaç şey çiziktirseniz, her yerden bir sürü sitem alırsınız, ancak …

… methettiğiniz ve övdüğünüz filmler hakkında ise bir Allahın kulu çıkıp da, ağzına, burnuna, gözüne, kaşına, eline, koluna, diline, …

… sağlık demez. Anladınız siz onu?

(10 Mart 2010)

Sadi Çilingir

[email protected]

Beyaz Show’da Bu Hafta “Eyyvah Eyvah”

BKM Film yapımı Eyyvah Eyvah, sinema ekran başındakileri de yerlerinde fıkır fıkır oynatacak. Senaryosunu Ata Demirer’in yazdığı, başrolünü Ata Demirer ve Demet Akbağ’ın paylaştığı, Eyyvah Eyvah ekibi canlı canlı şarkılarıyla bu hafta, Beyaz Show’dalar. Demet Akbağ, Ata Demirer, Özge Borak Şakrak, Serkan Çağrı, Salih Kalyon, Caner Alkaya ve Bülent Şakrak, Beyazıt Öztürk’ün bu haftaki konukları. Serkan Çağrı ve Ata Demirer’in klarnet çalacakları gece boyunca başta filmin açılış şarkısı “fasulya” olmak üzere, tüm şarkıları oyuncular tarafından canlı olarak seslendirilecek.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Beyaz Show’da Bu Hafta “Eyyvah Eyvah” yazısına devam et
  • 12 Mart 2010 Haftası

    “Acı Bir Hayat Hikayesi”, bir Amerikan kâbusu! 1987’de Harlem’de, evi terk etmiş babası tarafından defalarca tecavüze uğrayıp ondan ‘down sendrom’lu bir kız çocuğu dünyaya getirmiş ve şimdi, yine ondan hamile, egoist bir tembel olan annesi tarafından da sürekli itilip kakılan, aşırı şişmanlamış bir zenci ve disleksi sorunlu bir öğrenci olarak yaşamaya çalışmak kâbus değildir de nedir? Ensest ilişkiden kaptığı HIV virüsü de ‘bahşiş’! Yaşı mı: 16! Sadece 16! Çok mu inanılmaz geldi? O halde, son birkaç yılda üçüncü sayfalara yansıyan bizdeki haberlere bakın. Türkiye’de en yakıcı konuların üzerine cesaretle gidebilecek yönetmen eksikliği çektiğimiz için, Amerikan Bağımsız Sineması’dan gelen, psikolojik sertliği antolojilere geçebilecek, zor izlenir bu film karşısında şoke olduk. İnsanın olduğu her yerde yaşanan bu koyu dramın, melodramatik tuzaklara düşmeyen gerçekçi anlatımı, yönetim ve oyuncu performansları karşısında şaşırmamak olası değil.

    Ona, Precious’a yardım edebilen birilerinin varlığı, insanlıktan umudu kesmememiz için bir neden olsa da, problemlerin kökenindeki sevgisizliğin adaletsizlikle kol kola, en alttakilere azaplar yaşattığını kabûl etmek gerek. Bazıları için sevgi arayışı, hep acıdır; gözyaşıdır… Ve hâlâ, Harlem’deki Precious’lar ile Türkiye’deki Ünzile’lerin, yaşamlarından istifa etmeden direnebilmeleri de, asıl mucizelerdir.

    “Çılgın Kalp”, genç aktör Scott Cooper’ın Thomas Cobb’un kitabından uyarlayarak yazdığı ve yönettiği ilk film. Ama öyle olgun bir ilk film ki… Çaptan düşerek kasaba barlarında çalmaya başlamış alkolik country müzik efsanesinin, ellili yıllarında yeniden, hem de bir çocuklu genç kadına âşık olmasını ve aslında, hayranlarının belleklerinde unutulmadığının, yüreklerinde de çok sevildiğinin ipuçlarını, müzikle ışıldatarak anlatıyor. Eğer efsane katına yükselmişseniz, ne kadar düşseniz de, örneğin yıldız yaptığınız genç şarkıcının vefasının sağlamlığını görebilir; yeniden doğabilirsiniz… Hiçbir kusuru olmayan bir ‘insan hissetmek’ hikâyesi! Bir büyük oyuncu Jeff Bridges, aşılması zor bir dorukta; bir bölümde ona eşlik eden ‘konuk oyuncu’ Colin Farrell yine şaşırtıcı: İkisi de, mükemmel iki country şarkıcısı!
    “Yüreğine Sor”, yönetmenin güçlü biçimde hissedildiği filmlerden. Yusuf Kurçenli, kahramanlarıyla kolaylıkla empati kurabileceğimiz aşkı tüm yakıcılığıyla kalplerimize işleyip, oyuncularını doğru tonlarda oynattığı yerel ve aynı zamanda evrensel bir filmi, kültür bahçesine armağan etmiş bulunuyor. Yöre kültürü ve folklorun, uzmanlarla çalışılarak, en ince ayrıntısına kadar, rengârenk şekilde ve zengin görsel düzenlemelerle hikâyenin içine işlendiği filmlere, sinemamızda pek rastlanmadığından, Türk Sineması’nın bu has yapıtını kaçırmamanız gerektiğinin altını çiziyorum. İlk kez izlediğim Kenan Ece’nin de, ‘aura’sı olan ve hissettirebilen, son 15 yılda Türk Sineması’nda rastlamadığım türde bir genç erkek oyuncu olduğunu vurgulamalıyım.
    “Zindan Adası”, savaşa katılmış ülkelerdeki insanların korkunç ruhsal sarsıntılar geçirdiği bir dönemde, 1954 yılında geçiyor. Kaçak bir kadın suçluyu bulmak için, üzerlerinde deneysel tedaviler de uygulanan psikopat katil hastaların tutulduğu ve kaçmanın olanaksız olduğu adada kurulu Ashecliffe Hastanesi’ne, yeni tanıştığı ortağı Chuck Aule ile birlikte çağırılan adli polis Teddy Daniels’in, iz sürerken bir dolambaçta ‘kaybolması’nın öykülendiği usta işi çalışma. Gotik bir korku atmosferi içinde, gerçekle kâbuslar arasında gidip gelirken karanlığa çekilen genç adamın gerilimi yoğun öyküsünde, seyircilerin de, aklın esnekliği içinde kışkırtıcı bir meraka sürüklendiğini söylemek yeterli olacaktır. Zaman zaman kötülüğün daha baskın olduğu dünyada, insan olmanın, ruhu acılara gark eden nasıl ‘ağır’ bir durum olduğuna dair bir temaya ilişkin de diyebiliriz. Martin Scorsese – Leonardo DiCaprio ikilisinin dördüncü işbirliği, yine, çarpıcı bazı anlara, küçük şoklara, soluksuz izlenen bir başarıya dönüşmüş. Bu yılın en iyilerinden!

    (10 Mart 2010)

    Ali Ulvi Uyanık

    [email protected]

    21. Ankara Uluslararası Film Festivali, İstanbul Basın Toplantısı Yapıldı

    Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından bu yıl ikinci kez Halkbank ana sponsorluğunda düzenlenecek 21. Ankara Uluslararası Film Festivali basın toplantısı 02 Mart Salı, günü saat 16:00’da Şişhane’de yer alan Big Chefs’te gerçekleştirildi. Toplantıda Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı Başkanı İnci Demirkol ve festival Genel Koordinatörü Can Özgün festivalin bu yıl çok geniş bir programla sinemaseverlere hizmet edeceğini belirtti. Festivale 2 yıldır ana sponsor olarak destek olan Halkbank ise festival desteğinin artarak sürdürüleceğini açıkladı. Festivalde, 11 uzun metrajlı film, 16 dalda ödül için yarışacak.

  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    21. Ankara Uluslararası Film Festivali, İstanbul Basın Toplantısı Yapıldı yazısına devam et
  • Büşra’nın Basın Gösterimi Yönetmen Alper Çağlar’ın Katılımıyla Yapıldı

    Alper Çağlar’ın yönettiği ve başrollerinde Mine Kılıç, Tayanç Ayaydın, Coşku Cem Akkaya ve Çiğdem Batur’un oynadığı Büşra’nın basın gösterimi yönetmen Alper Çağlar’ın da katılımıyla 02 Mart 2010, Salı günü Maçka Cinebonus G-Mall Sineması’nda yapıldı. Filmin konusu şöyle: Büşra üniversiteden mezun olmuş, varlıklı bir ailenin türbanlı kızı, Yaman liberal bir gazeteci, Ferit ise Büşra’nın ailesinin damat adayıdır. Alara, Yaman ile ilişkisini kaybetmemek için her şeyi yapabilecek bir genç kadındır. Tüm farklılıklara rağmen, Büşra ile Yaman arasında naif bir aşk alevlenir.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Büşra’nın Basın Gösterimi Yönetmen Alper Çağlar’ın Katılımıyla Yapıldı yazısına devam et
  • Bu Hafta Sonu Herkes “Eyyvah Eyvah”a Güldü

    26 Şubat Cuma günü vizyona giren BKM Film yapımı Eyyvah Eyvah, 259.225 seyirci sayısıyla geçen hafta sonunun en çok izlenen filmi oldu. Senaryosunu Ata Demirer’in yazdığı ve başrolünü Demet Akbağ ile paylaştığı, Hakan Algül yönetmenliğindeki film, önce sinema eleştirmenlerinden sonra da seyirciden tam not aldı. Star Gazetesi sinema yazarı Serdar Akbıyık film hakkında şöyle diyor: “Türk sinemasının değişen komedi anlayışını eleştirenler rahat bir “oh” çekecek. İçinde herhangi bir sosyal meaj barındırmayan, kaliteli komedi filmleri de yapılabiliyor. Eyyvah Eyvah bunun en iyi örneği.”

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • SİYAD – Sinema Yazarları Derneği, Beyoğlu’nda Kapanan Sinemalar Üzerine Bildiri Yayınladı

    SİYAD – Sinema Yazarları Derneği, Beyoğlu Alkazar Sineması’nın 01 Mart 2010 tarihinde perdelerini kapaması üzerine kamuoyuna hitaben bir bildiri yayınladı. Bildiri şöyle: “Kamuoyunun ve basının değerli mensupları, saygıdeğer yetkililer, Alkazar Sineması izleyicilerine veda etti. Beyoğlu’nda sinemayı simgeleyen kurumlardan birini daha yitirdik. Biz sinema yazarları, Türkiye sinemasının yıllar boyunca kalbinin attığı Beyoğlu’nun ‘sinemasızlaşmasından’ üzüntü ve kaygı duyuyoruz. Sinemanın altın çağlarında İstiklal Caddesi üzerinde görkemli salonların sıralandığı; devasa Türkiye …”

  • SİYAD Bildirisinin devamı için tıklayınız.
  • SİYAD Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    SİYAD – Sinema Yazarları Derneği, Beyoğlu’nda Kapanan Sinemalar Üzerine Bildiri Yayınladı yazısına devam et
  • Tüm Şirketler

    Tüm Şirketler,
    26 – 28 Şubat 2010 Haftasonu (Weekend),
    26 – 28 Şubat 2010 Zirve 20 (Top 20) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.

    Bavula Sığmayan Hayatlar

    Set Servis Yapımcılık ve Öteki Film birlikteliği ile gerçekleştirilen ve T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteklediği Bavula Sığmayan Hayatlar belgeseli gala gecesinde seyircisi ile buluşuyor. Belgeselin galası, Ankara ANKAMall AVM’deki AFM Sinemaları, 2 no.lu salonda 03 Mart 2010 Çarşamba günü, 18:30’da gerçekleştiriliyor. Yapım öncesi, sonrası ve montajı ile 1 yıl süren ve Devrim Erdoğan’ın yönettiği belgeselde, Akyurt Vakfı Yaşamevi’nde kalan yaşlılarımızın hayalleri, umutları, geleceğe bakışları anlatılıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • Cehennemin Tam İçinden

    Ölümcül Tuzak (The Hurt Locker)
    Yönetmen: Kathryn Bigelow
    Senaryo: Mark Boal
    Müzik: Marco Beltrami-Buck Sanders
    Kurgu: Chris Innis-Bob Murawski
    Görüntü: Barry Ackroyd
    Oyuncular: Jeremy Renner (Will James), Anthony Mackie (JT Sarborn), Brian Geraghty (Owen Eldridge), Guy Pearce (Matt Thompson), Ralph Fiennes (Takım Lideri), David Morse (Albay Reed)
    Yapım: Voltage-First Light-Kingsgate (2009)

    “Tuhaf Günler” ve “Kırılma Noktası” gibi çarpıcı filmleriyle bilinen Kathryn Bigelow, ABD’nin Irak işgâlini bomba imha ekibinden bir grup askerin üzerinden anlatıyor. Bazı şiddet sahnelerine bakmak gerçekten zor. İşte bu film tam altı dalda Oscar kazandı.

    1951’de Kaliforniya’nın San Carlos şehrinde doğan Amerikalı yönetmen Kathryn Bigelow, sinemanın önemli kadın sanatçılarından. Sinemanın en iyi bilim-kurgularından biri kabûl edilen 1995 yapımı “Strange Days-Tuhaf Günler” filmiyle sinemada sağlam bir yer edindi. Onun 1991 yapımı “Point Break – Kırılma Noktası” filmi de görülmeye değer. Yönetmen Bigelow’un “The Hurt Locker – Ölümcül Tuzak” filmi, bir bomba imha ekibinin peşine takılıyor. Irak’ı işgâl etmiş ABD, milyonlarca insana trajedi yaşatırken, film savaşı ve trajedileri bir grup Amerikalı askerin gözünden yansıtıyor. Hem de tam anlamıyla. Bu film, zaman zaman hamaset kokan ırkçı filme dönüşüyor ve soylu Irak halkını düşmanca yansıtıyor.

    Cehennem gibi…

    Filmin girişi de şok edici. Bağdat’ta bir robot tank, Çavuş Sanborn’un komutasındaki bomba imha ekibinin denetiminde bir araçta bombayı alırken terslik oluyor. Çavuş Thompson, robotu tamir ederken bomba patlıyor ve ölüyor. Yerine de Çavuş Will James geliyor. Ardından savaşın içinde bombaların peşine düşüyorlar. Yönetmenin bu savaşın içindeki filminde şiddet bir kaos gibi yansıyor perdeye. Yönetmen sanki bu filmini, Amerikalı anneler için yapmış. Askere gönderdiğiniz çocuklarınız işte bu cehennemin içinde diyor sanki yönetmen. Film, seyircileri o çatışmaların ve patlamaların ortasında bırakıyor. O duyguları yaşatıyor. Yönetmenin kamerası, o anın tam içinde hep. Yönetmen, bir kadın olmasına rağmen erkek dünyasını da iyi yansıtabiliyor. Ama, şiddetin ve ölümlerin azalmadığı Irak’ta savaşı Amerikalı bomba imha ekibinin gözlerinden yansıtan filmde savaşa eleştiri getirilse bile direnişçilere ve Irak halkına belli bir mesafeden bakılıyor. Irak halkı da Amerikalı askerleri evlerinin pencerelerinden seyredip duruyorlar. Bir tek Çavuş Will James, kendisine Beckam diyen küçük Iraklı çocukla kurduğu iletişim var. Çocuktan porno DVD’ler alan Çavuş James, o çocuk vahşice öldürüldüğünde sarsılıyor. İntihar bombacıları, çocuğun karnını yarmışlar ve karnına bomba yerleştirmişler. Aslında hiçbir yer ve hiç kimse için güvenli yer yok buralarda. Her an bir yerlerde beklenmedik bir anda bombalar patlayabilir. Bomba imha ekibinin çölde, Black Water’ı çağrıştıran paralı askerlerle karşılaştıkları sekansta direnişçilerle çatışma gerçekten savaşın ne demek olduğunu yaşatıyordu. Canlı bomba sahnesi de kolay unutulmaz bir sahneydi. Yönetmen, Irak’taki cehennemi, şiddeti ve kaosu yaşatabilmek için hafif el kamerası kullanmış çoğunlukla. Yönetmen bazı sahnelerde, zamanı alabildiğine yavaşlatarak cehennemi daha ayrıntılı gösteriyor seyirciye. Bu anlarda saniyede yirmi bin kare çeken özel kamera kullanılmış yönetmen. Gerçekten bu kamera kaotik atmosfer yaratabiliyor perdede. Yönetmen kameraman Barry Ackroyd’u seçerek doğru yapmış. Çünkü kameraman Ackroyd, büyük yönetmenlerden Ken Loach’un filmlerinin de gözü. Filmin final bölümü de etkileyici. Çavuş Will James, eve izinli gelir. Vefalı dediği boşandığı eşi ve oğluyla kısa bir zaman geçirdikten sonra bir sığınakmış gibi hemen savaşa geri dönüyor. Kathryn Bigelow, güçlü ve iyi bir yönetmen. Bu yapıt film, yönetmen, senaryo, kurgu, ses ve ses miksajı dallarında Oscar kazandı.

    (10 Mart 2010)

    Ali Erden

    [email protected]

    Amerikan Saldırganlığına Muhalif

    Avatar
    Yönetmen-Senaryo: James Cameron
    Müzik: James Horner
    Kurgu: James Cameron-John Refoua-Stephen E. Rivkin
    Görüntü: Mauro Fiore
    Oyuncular: Sam Worthington (Jake), Sigourney Weaver (Dr. Grace), Stephen Lang (Albay Miles)
    Yapım: Fox (2009)

    Mükemmeliyetçi yönetmenlerden James Cameron, “Avatar” bilimkurgu filmi için yıllarca uğraştı ve sonunda üç boyutlu olarak beyazperdeye yansıttı. Bu film Akademi’den hak ettiğini alamadı, sadece görüntü. sanat yönetimi ve özel efekt ödüllerini kazanabildi.

    Mükemmelliyetçi yönetmen James Cameron’ın dünyada bir fenomene dönüşen ve şu ana kadar sinema tarihinin de en pahalı filmi olan “Avatar”, görselliği ve içeriğiyle gerçekten etkileyici. Üç boyutlu (3D) görüntüler muhteşem ötesi bir şey. Sanki o mekânların, atmosferin içindeymiş hissi yaşatıyor insana “Avatar” filmi. Ayrıca bu film, sinemanın da ulaştığı teknolojik olarak son nokta. Belki de hiçbir şey, gerçekten eskisi gibi olmayacak. Aslında, 1977’de George Lucas’ın bir mite dönüşen “Star Wars – Yıldız Savaşları” bilimkurgusundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Teknoloji ve bilgisayar her şeyi kuşattı, konvansiyonel olan yavaş yavaş silinmeye başlandı. Günümüzde dijital kamerayla çekilen filmler çoğalıyor ve negatif filmler yavaş yavaş hayatımızdan çıkmaya başlıyor. İşte “Avatar”, üst noktalara ulaştırdığı teknolojisiyle sinemayı uzayın derin yollarına savuruyor.

    Barışçı mavi insanlar…

    “Avatar”, Hinduizm inancına göre “gökyüzünden yeryüzüne Tanrı” anlamına geliyor. Cameron, bu filminde metaforik olarak ABD’nin saldırgan ve yok edici politikalarına sert eleştiriler getiriyor. “Avatar”da emperyalist ve militarist güç, mavi insanların gezegenini değerli bir maden için işgâl ediyor. Ama hiçbir şey plândıkları gibi gitmiyor ve batağa saplanıyorlar. Filmin hikâyesi 22. yüzyılda, Pandora gezegeninde geçiyor. Aslında gerçeklikle sanal gerçekliğin iç içe geçtiği bir dünyayı yansıtıyor yönetmen. Sanal gerçeklik dediğiniz şey gerçeklik olabiliyor. Süper güç, “Avatar Projesi” denilen bir çalışma başlatıyor. Sanal gerçeklikten başka bir boyuttaki gerçekliğe geçiş projesi bu. Pandora gezegeninde devasa ağaçlarda yaşayan mavi insanların topraklarının altındaki çok değerli madenleri ele geçirmek istiyor süper güç devlet. Bu proje için bilim insanlarını bile kullanıyor bu süper güç. Mavi insanları tanımak için, savaşta yaralanmış ve şimdi tekerlekli sandalyeye mahkûm er Jake Sully ve bilim insanları sanal gerçeklik yoluyla mavi insanların içine yollanıyor. Dış görüntüleri de tıpkı mavi insanlar gibi bunların da. Sonra Jake, tek başına mavi insanların arasına katılıyor onları tanımak için. Kabile gibi yaşayan mavi Na’vi halkı barışçı. Kendilerine saldırı olmadıkça da silâhlarına da sarılmıyor. Silâhları da mızrak ve kalkan sadece. Boyları da üç metre kadar. Bu dünyada kuşlar da helikopterler gibi Na’vi halkına hizmet ediyorlar. Jake, Na’vi prensesi Neytiri’yle karşılaşıyor ve sonra da aralarında doğal olarak aşk da doğuyor. Kendisine benzeyen Jake’in insan olduğunu biliyor Neytiri ve Na’vi halkı. Başlarda zorlansalar da aralarına alıyorlar Jake’i. Neytiri, Jake’e Na’vi halkından biri olması için eğitim de veriyor. Sonra da ona güvenip onunla oluyor. Sonunda süper güç saldırıyor ve trajedi çöküyor bu mutlu halkın üzerine. Gerçekten görsel ve teknolojik olarak bu film üzerine söz söylemek anlamsızlaşıyor. Her şey muhteşem. Görsel dünyanın sınırsız uzayın karanlığında nereye gittiğini seyrediyosunuz perdede. Sessiz sinemadan sesli sinemaya geçişteki gibi çelişkili duygular içerisinde buluyor insan kendini. Sesli sinemaya geçilirken sinemanın bittiğini ve anlamsızlaştığını söyleyenler olmuştu 1920’lerde. Bu da aynı mı? Artık görsellikte sınır olmadığını anlıyorsunuz.

    (09 Mart 2010)

    Ali Erden

    [email protected]

    Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu