AKAD’ı YAZMAK! (seyretmek varken)

Bir sinemacı hakkında ne yazılır… Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nu bitiren, Fransızca bilen bir kişi 40’ların Türkiye’sinde birçok işe girebilirdi. Ama Erman Film’e giriyor. Bu Akad için bir tesadüftür de sinemamız için nedir? Sinemacılıkta yeni bir kuruluş olan Erman Film’in yapmaya giriştiği Damga (Havaeri – 1948) filminin bazı sahneleri bozuk çıkar. Bunların bir kısmını yönetmen Havaeri, filmin bazı sahneleri ve kullanılmayan sahnelerle çözümlemeye çalışır (Havaeri kendisi anlatmıştı) ama yinede filmde eksik olan bir sahne vardır. Tamamlanması gereken bu sahne, filmde rol alan, sonradan yönetmenliğe geçecek olan Arşavir Alyanak, Turhan/Memduh Ün, Semih Evin ile tamamlanmaz da, filmin diğer oyuncusu Sezer Sezin’in ısrarı ile şirketin muhasebe elemanı Lütfi Ömer Akad’a tamamlattırılır. Tek sekanstan ibaret olan bu çekim bile Akad tarafından ciddiye alınır ve film tamamlanır. Sonradan gelen yapım olan Halide Edip Adıvar’ın daha sıcaklığı/heyecanı üzerinde ünlü romanı Vurun Kahpeye (1949) için yine Akad adı ortaya atılır. Başrolde oynayan Sezin’in de ısrarı ile Akad zorlu bir çalışmaya girer. Sinema öğrenilebilecek bir şeydir ama sinemada yaratıcılığın okulu yoktur. Akad, Erman Film’e yaptığı diğer filmlerle sinemayı öğrenirken -sinema öğrenimi okulda olduğu gibi sette de olabilir- sinemada tekniğin yanında başka şeylerin de varlığını sezgileri yolu ile öğrenir.

Erman Film’den ayrılıp Kemal Film’e geçince yapılan Kanun Namına (1952) sinemamız için önemli bir film olur ve Özön’ün tasnifi ile sinemacılar çağını başlatan film olur. Fakat Onaran, Akad’ın Vurun Kahpeye‘sinde de sinemasal unsurlar bulunduğu için, Özön’ün Kanun Namına ile başlattığı bu çağı Vurun Kahpeye’ye çekmek gerektiğini söyler. Ayrıca Kanun Namına, 1953 yapımı İstanbul Canavarı (Karamanbey) ile de üstünlük bakımından basında mukayeselere konu olmuş, taraftarları tarafından tartışılmış bir filmdir. O güne kadar yapılan filmlerin çoğunluğu iç mekânlarda çekilen filmlerdi. Dış mekânlarda, bahçelerde ıssız yerlerde çekilirdi. Kanun Namına şehrin sokaklarında, hatta toplu ulaşım araçlarında (1952’nin belediye otobüsleri…) çekimleri ile dikkat çekmiş, ilgi görmüştü. Gerçi bu tip şehir çekimleri Kenç’in Yılmaz Ali (1940) filminde de vardır ama Kanun Namına’nın mekân kullanımı ve gerçekçiliği daha sinemasaldır.

Film sayısının giderek arttığı 1952 yılından sonra Akad, Erman Film’de başladığı çalışmalarını Kemal Film’de sürdürür. 1955’de Beyaz Mendil ile kırsal kesime (köye) geçinceye kadar çeşitli filmler yapar. Akad, bir söyleşisinde yaptığı filmlerin bir kısmını “istemeden, yapmak durumunda kaldığı için” yaptığını söylüyor. Son dönemde tekrar Erman Film’e yaptığı filmler ise, yazımı (senaryo) ile yönetimi düşünülerek ve isteyerek yapılmış filmlerdir. Bir yazarımız Gelin (1973) filmi için “Akad, yazamadığı romanları film olarak yapıyor” diyordu. Doğrudur, Kanun Namına’dan sonra şehir hikâyelerine yönelirken zaman içinde kentsel gerçekçilikten, kentin gece/yeraltı öykülerinden örnekler ele aldıktan sonra, bunların serüvene/intikama yönelik örneklerine geçen Akad, bunların yanında komedi, şarkılı/müzikli, fantastik filmlerde yaptı. Zaman geldi sinemaya ara verdiği sanıldı, oysa bu dönemde bir takım belgesel filmlerle sinemacılığını başka kanallara taşırken, tekrar döneceği kurgusal sinema için -gerekli- bir bekleme dönemine girdi. Hudutların Kanunu (1967) bu ikinci dönemin başlangıç filmi olurken Akad’ı Anadolu’ya götürüyordu. Bu filmden önce (Üç Tekerlekli Bisiklet – Ün tamamladı “1962 – 65” ) ve sonra (Vesikalı Yarim “1968” ) yaptığı filmler kentin çok farklı kesimlerinden kişileri, bulundukları veya içine girdikleri ortamlarda ele alıyordu. Hele Vesikalı Yarim, çok klâsik ve bilindik bir öyküyü bir kült filme dönüştürecek atmosferi yakalayarak sinemamız için belli bir dönemeç oluşturacaktır.

Akad’ın filmografisinde önemli bir yeri olan Yalnızlar Rıhtımı (1959) Attila İlhan’ın senaryosundan çekilir. Film gösterime çıkarılınca en çok senaryo yönünden eleştirilir, sonradan Akad’ın filminin sinemasal değeri övülmeye başlanır. Film, belli bir zaman sonra rağbet gören bir film olur fakat Attila İlhan, senaryoyu İzmir’i düşünerek yazdığını -liman ile şehrin iç içe oluşunun öyküde önemli olduğunu- fakat filmin İstanbul’da çekilmesinin yanlış olduğunu, bunu yaparak Akad’ın filmi anlamadığına !!? değinir. Bu gün için dahi İlhan’ın senaryosu, özellikle diyaloglar, eleştiri konusu olmaktadır.

Akad’ın çektiği 48 film içinde sinemamızın çok önemli filmleri olduğu gibi, sıradan bir takım filmlerde vardır. Charlie Chaplin’in son filmi A Countess from Hong Kong filmi için bir yazarımız, “Filmi beğenmeyebilirsiniz ama gidin seyredin, ne de olsa bir Chaplin filmi” diyordu. Akad’ın da bir takım sıradan filmleri vardır ama -hele son dönem filmleri- “ne de olsa bir Akad filmi”dir, görülmeyi gerektirir. Başkasının elinde sıradan bir filmin ötesine geçemeyecek olan Yaralı Kurt (1972) Akad’ın elinde önem kazanırken, Cüneyt Arkın denen oyuncudan sinemadaki en önemli verimini alıyordu. Bunu başka bir yönetmenin alabileceğini zannetmiyorum. Yine sıradan bir film olan Kurbanlık Kaatil’in (1967) bir yirmi dakikasında Yılmaz Güney’in oynadığı oyun için de aynı şey söylebilir ama oradaki oyun için, Arkın’dan alınan oyundan farklı şeyler söylemek mümkündür. Akad’ın Güney’den aldığı rolde Güney’in -o günlerdeki oyunculuk imajını yıkan- oyunculuk katkısı, Arkın’ın oyunculuğundan daha fazladır. Fark, Akad’ın oyuncudan aldığı role, oyuncunun katkısının payından kaynaklanır.

Sırası gelmişken, sinemamızda adı iyi oyuncuya çıkmış Turan Seyfioğlu hakkında Akad’ın Onaran’a söylediklerine bakarsak, Seyfioğlu’nun çok iyi bir oyuncu olmadığını ama çok iyi niyetli ve kendini yönetmene bırakan bir oyuncu olduğunu, bu nedenle de yönetmeni dinleyerek yaptıkları ile ve yönetmenin yaptıklarına izin vermekle, sinema için/film için iyi malzeme oluşturacak roller verdiğini söylüyor -aşağı yukarı-… Bu ve diğer birçok nedenlerle Akad, sinemacılar çağını başlatan yönetmen sayıldığı gibi, sinemamızın her daldaki elemanı tarafından da usta olarak anılmayı sonuna kadar hak ediyor. Kimi filmleri ortadan yok olsa da, birçok filmi ile her zaman anılacak olan Akad, gelecek zamanlarda da, o hiç bir teknik canbazlık taşımayan, son yıllarına doğru iyice hareketsizleşen kamerası ile filmleri izlenebilen, kendine has bir sinema dilini oluşturmuş bir usta olacaktır.

bitirdikten ? sonra…

Akad hakkında daha yazacak çok şey var iken, -bir yerde bitirmek gerektiğinden- yazıyı geldiğim bir noktada bitirdim ama ertesi günkü gazeteyi (Hürriyet) görünce dayanamadım. Yazmamak elde değildi, çünkü Akad, gazetenin yazdığı gibi 100’ün (yazı ile yüz) üzerinde film yönetmemişti. Kim, neresinden uyduruyor bunları? Yukarıda da yazdığım gibi, ikisi yarım kalan (Üç Tekerlekli Bisiklet ve Mahşere Kadar) 48 (kırksekiz) sinema filmi yönetmişti. Bunlara ek olarak dörder bölümden oluşan bir Ömer Seyfettin, bir Faruk Erem uyarlamasını TV için yapmıştı. Ayrıca yine TV için yapılan, bir giriş ve dört bölümden oluşan İstanbul belgeseli var. Ayrıca 10 belgesel… Tanrının Bağışı Orman’dan (1963) başlayan, peşinden 7 tane daha yapılan orman ile ilgili diğer belgeseller ve Bir Gazetenin Hikâyesi ve Ünilever belgeselleri… Hadi onu da sayalım, bir tane film daha var, MSÜ öğrencileri ile birlikte çalıştıkları. Çekimi bitirilen fakat takip eden işlemleri yapılmayan film… (Yani bırakın aşmayı, 100’e ulaşamayan çalışma…) Ama her çalıştığı ekip elemanına (oyuncu, görüntü yönetmeni, senaryo yazarı…) “biz sinemayı ondan öğrendik” dedirten filmler. Herhangi biri bile Akad’ı sinemamızın köşe taşlarından biri yapmaya yeter. Birde Agâh Özgüç “Türk Film Yönetmenleri Sözlüğü”, Burçak Evren, “Türk Sinema Yönetmenleri Sözlüğü” kitaplarında Akad’ın adını Ö. Lütfü ve Ömer Lütfi olarak vermektedirler. Aynı hata, –Ömer Lütfi Akad- “Benim yetişmemde büyük emeği ve payı olan değerli ağabeyim ve ustam” diye Hürriyet Gazetesi’ne ilân veren Türker İnanoğlu ve Lütfi Ömer Akad’ın oğlu Ömer Akad’ın arkadaşları olduklarını belirten Hayat, Mustafa, Sarper, Cengiz’in aynı gazeteye verdikleri ilânda yapılmaktadır.

(20 Kasım 2011)

Orhan Ünser

Arka Pencere Dergisi’nde Hüzünlü Bir Aşk Yaşanıyor

Arka Pencere Dergisi, 107. sayısında, kapağına, derginin yazarlarından Burak Göral’ın kaleme aldığı Beni Unutma’yı yerleştiriyor. Tunca Arslan, Trendeki Yabancı köşesinde, Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nin yürüttüğü Türk Sineması Görsel Hafıza Projesi’nin önemine değiniyor. Vizyon filmleri eleştirileri arasında Beni Unutma, Gelecek Uzun Sürer, Ölümsüzler: Tanrıların Savaşı ve Görünmeyen yer alıyor. Arka Pencere Dergisi’nin 107. sayısı, her sayıda olduğu gibi bir Alfred Hitchcock alıntısıyla nihayete eriyor: “Oscar Wilde’ın dediği gibi: ‘İnsan sevdiğini yok eder!”

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere Dergisi’nde Hüzünlü Bir Aşk Yaşanıyor yazısına devam et
  • 2. Malatya Uluslararası Film Festivali’nden Duyuru

    Zenne filminin yönetmenleri M. Caner Alper ve Mehmet Binay’ın, “bürokratik engeller öne sürülerek filmlerinin gösterim dışı bırakılmak istendiği” şeklinde yaptıkları basın açıklaması üzerine 2. Malatya Uluslararası Film Festivali tarafından kamuoyuna duyuru yapıldı. Duyuru şöyle: “2. Malatya Uluslararası Film Festivali olarak; Ulusal Uzun Film yarışmacılarından biri olduğunu açıkladığımız ‘Zenne’ filminin bugün yapmış olduğu basın açıklamasını üzüntüyle karşıladık. 2. Malatya Uluslararası Film Festivali’nin Ulusal Uzun Yarışma film başvuru koşulları ve yönetmeliği 25 Ağustos 2011 tarihinde …”

  • Duyurunun devamı için tıklayınız.
  • Ulusal Uzun Film Yarışması Yönetmeliği
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1

    Bill Condon’un yönettiği ve Kristen Stewart, Robert Pattinson, Taylor Lautner ile Billy Burke’un oynadığı Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1 (The Twilight Saga: Breaking Dawn Part 1), 18 Kasım 2011’de Tiglon Film dağıtımıyla Tiglon Film tarafından vizyona çıkarıldı.
    Bella ve Edward evlenirler fakat balayları Bella’nın hamile olduğunu farketmesiyle yarıda kesilir. Edward, Bella’nın hayatını kurtarmak için ne yapması gerektiğini biliyordur ve bu kararı vermesi gerekecektir. Bu bölümde Bella ve Edward, tüm sevdikleri, düğünleri, balayları ve bebeklerinin doğumunun getirdiği zincirleme sonuçlarla yüzleşmek durumunda kalırlar.

    • Basın Bülteni: 1 / 2
    • Fotoğraflar
    • Web Sitesi
    • Fragman
    • IMDb

    Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1 yazısına devam et

    İstemi Betil’i Kaybettik

    Ülkemizin en önemli seslendirme sanatçılarından biri olarak kabûl edilen, tiyatro ve sinemamızın sevilen oyuncusu İstemi Betil, dün sabah evinde vefat etmiş olarak bulundu. Ölüm sebebi henüz belli olmayan sanatçının cenazesi bugün 11:00’de Üsküdar Tekel Sahnesi’nde düzenlenen törenin ardından yarın Ankara Karşıyaka Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Karşıyaka Mezarlığı’nda defnedilecek. Tanrı Misafiri, Alın Yazısı, Cumhuriyet, Son Osmanlı Yandım Ali filmlerindeki rolleriyle de hatırlanan merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İstemi Betil’i Kaybettik yazısına devam et
  • Türkiye’nin En Pahalı Yol Filminin Fragmanı Sinemalarda

    Sezonun merakla beklenen filmi Yangın Var, 09 Aralık’ta sinema izleyicisiyle buluşuyor. Fragmanı sinemalarda büyük beğeni toplayan filmde Osman Sonant Koşman adlı itfaiyeciyi, Nesrin Cavadzade Asya’yı Yavuz Bingöl ise Diyarbakır Belediye Başkanı’nı canlandırıyor. Sinema izleyicileri arasında fenomen olan Selvi Boylum Al Yazmalım’a göndermeler yapan Yangın Var’da her yangın sönüyor, bir tek aşk yangını sönmüyor. Karadeniz’in Çayırbağı beldesine hibe edilen itfaiye kamyonunun teslimi sırasında Koşman, Asya’ya vuruluyor, Asya da zaman içinde bu sempatik itfaiyeciye aşık oluyor.

    • Basın Bülteni
    • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
    • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

    Zenne Filminin yönetmenleri M. Caner Alper ve Mehmet Binay’dan Açıklama: Zenne’ye Gizli Engeller mi Konuluyor?

    Eser İşletme Belgesi olmadığı gerekçesiyle 2. Malatya Uluslararası Film Festivali’nin Uzun Metraj Film Yarışması’ndan çıkarılması gündeme gelen Zenne filminin yönetmenleri M. Caner Alper ve Mehmet Binay açıklama yaptı. Açıklama şöyle: “Üzülerek duyuruyoruz ki, 48. Antalya Uluslararası Film Festivali’nden 5 ödülle dönen filmimiz, 2. Malatya Uluslararası Film Festivali’ndeki gösterimimize 2 haftadan az bir süre kala bürokratik engeller öne sürülerek gösterim dışı bırakılmak istenmektedir. Oysa son derece önemli bir sosyal problemi ve nefret cinayetlerini öne çıkaran …”

  • Açıklamanın devamı için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Türkiye’nin İlk Kuir Festivali Başlıyor

    Türkiye’nin ilk kuir festivali Pembe Hayat KuirFest’in açılış töreni 17 Kasım 2011 Perşembe günü saat 19:00’da Kızılay Büyülüfener Sineması’nda başlayacak. Sunuculuğunu Pembe Hayat Derneği’nin kurucusu ve Teslimiyet filminin oyuncularından Buse Kılıçkaya’nın yapacağı gece mini bir konserle başlayacak. Festival’in açılış filmi ise, 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde büyük ilgi gören Zenne adlı film olacak. 2008’de eşcinsel olduğu için ailesi tarafından öldürülen Ahmet Yıldız’a adanan film, Ankara galasını festival kapsamında yapacak.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Bir Cinayetin Kara Mizahı

    Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi
    Yönetmen-Senaryo: Onur Ünlü
    Müzik: Attila Özdemiroğlu
    Görüntü: Vedat Özdemir
    Oyuncular: Selçuk Yöntem (Celal), Ezgi Mola (Jülide), Türkü Turan (Özge), Tansu Biçer (Kamuran), Bülent Emin Yarar (Ergün), Güler Ökten (Kamuran Hanım), Yılmaz Gruda (Nida Bey), Köksal Engür (Turan), Tuğra Kaftancıoğlu (Okan), Cengiz Bozkurt (Hakkı)
    Yapım: Eflatun Film (2011

    18. Adana Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Film” seçilen “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi”, polisiteyle komediyi iç içe geçiren tam anlamıyla traji-komik bir film.

    Bu film, üniversitede anayasa profesörü olan Celal Tan ve ailesinin traji-komik hikâyesi. 18. Adana Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Film” ve “En İyi Senaryo” dallarında ödüller alan 2011 yapımı “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi”, tüm oyuncularının ortak performanslarına da “Altın Koza” kazandırdı. İşte bu film tam anlamıyla bir kara mizah. Film, Celal Tan’ın doğum günü yemeğinin hazırlığıyla başlıyor. Celal Tan’ın genç eşi Özge’nin de son gecesi bu doğum günü. Eve geç gelen Celal Tan kıskançlıkla, kendini karşılayan genç karısı Özge’nin ölümüne neden oluyor ve telâşla evden çıkıp gidiyor. Ailesinin evde olduğunu da düşünmüyor Celal Tan. İşte filmde bu noktadan sonra her şey zıvanasından çıkıyor ve trajedinin içinde de mizah dolaşmaya başlıyor. Celal Tan, cinayeti birine yıkmaya çalışırken aklına emekli anayasa profesörü Turan geliyor. Turan’ın da ölümü yaklaşmış. Çünkü o kanser. Turan’ın da tüm derdi, ölünce iki meleğe ne cevap vereceği. Celal Tan, din kitabından Turan’ı çalıştırırken geride de hikâyeler devam ediyor. Bir baltaya sap olamamış ve babaannesinin adını taşıyan oğul Kâmuran, yeni iş girişimi olan sarsarken rahatlatan koltukları satmak için babasından yardım bekliyor. Babaanne Kâmuran, televizyonda sanat müziği programı yapan Nida beye tutkun. Evin “femme fatal”ıysa Jülide. Doyumsuz Jülide, intihar etmiş kocasının ölümüne mi neden olmuştur? Filmin derinliğinde bu kadının her şeye neden olabileceğine kanaat getiriyorsunuz. Bir de Celal Tan’ın âmâ kayın biraderi Ergün var. Bir dedektif gibi kız kardeşi Özge’nin katilini arıyor. Operacı Okan da unutulmamalı elbette. Jülide’nin sevgilisi Okan, hikâyedeki karışıklığın odağında. Sonunda kazanan aile oluyor. Kaybedenlerse iyiler.

    Çok komik film…

    18. Atın Koza Fim Festivali’nde gördüğümüz “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi” filminde Adanalı sinemaseverler çok eğlendiler. Hatta trajik sahnelerde bile güldüler. Yönetmenin de istediği bu olmalı. 1973 yılında İzmit’te doğmuş Onur Ünlü, ilk filmi 2006 yapımı “Polis” filmiyle hatırlanıyor. Yönetmen, 2007’de “Çocuk”, 2008’de “Güneşin Oğlu” ve 2010’da “Beş Şehir” filmlerini yönetti. “Acemi Müezzin” ve “Leyla ile Mecnun” dizilerini de televizyon için çekti. Televizyon dizilerinden edindiği deneyimlerle “dolly”ye takılı kamerayla çalışmayı seven yönetmen, “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi” filminde televizyon dizisi tadı da veriyor yer yer. Sinemaskop çekilmesine rağmen. Filmde sinemaya yakın yerler de var elbette. Ama, yönetmen televizyonun çok etkisinde kalmış. “Dolly”ye takılı kameranın aileyi arabanın içinde tepesi aşağı göstermesi, hem görsel açıdan hem de metaforik olarak en iyi anlardan diyebiliriz. Yönetmen bazı anlarda gerçeküstü sahneler de yaratmış. Celal Tan’ın trafik lambasıyla konuşması, ölü Özge’nin Kâmuran’la görünmesi gibi. Filmde, özellikle operacı Okan’la âmâ kayınbirader Ergün’ün göründüğü sahneler gerçekten eğlendirici. Hatta sivil polis Hakkı da filme eğlence katmış. Seyirciyi kahkahalarla güldüren bu filmde bol bol küfür de var. Adanalı sinemasever hanımlar bu küfürlere kahkahayı bastılar. Babaanne Kâmuran’ın ağzından dökülen belden aşağı espriler, gülmekten seyircilerin midesine kramp indirebilir. Bu film, Eskişehir’de çekildi. Ebette çekimlerin bir bölümü de Anadolu Üniveritesi’nde gerçekleşmiş. “Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi”, işte böyle eğlendirirken, büyük ödülü hak etti mi, diye zihinlerde soru işareti bırakıyor. Jürinin bir bildiği vardı herhalde.

    (18 Kasım 2011)

    Ali Erden

    [email protected]

    Zenne, Ankara’da

    48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, SİYAD Ulusal En İyi Film, En İyi İlk Film, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Tilbe Saran), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Erkan Avcı) ve En İyi Görüntü Yönetmeni (Norayr Kasper) ödüllerini alan Zenne, 17 – 24 Kasım 2011 tarihleri arasında Ankara’da düzenlenen Pembe Hayat KuirFest’in “açılış filmi” olarak gösterilecek. Devlet erkânıyla büyükelçilik temsilcilerinin katılımının da beklendiği festivalde, M. Caner Alper ile Mehmet Binay’ın yönettiği Zenne, bu defa başkentte konuşulacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Alacakaranlığın Şafağından Gelen Şey

    Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1 (The Twilight Saga: Breaking Dawn – Part 1)
    Yönetmen: Bill Condon
    Roman: Stephenie Meyer
    Senaryo: Melissa Rosenberg
    Müzik: Carter Burwell
    Görüntü: Guillermo Navarro
    Oyuncular: Kristen Stewart (Bella), Robert Pattinson (Edward), Taylor Lautner (Jacob), Peter Facinelli (Carlisle), Billy Burke (Charlie), Sarah Clarke (Renee), Ty Olsson (Phil), Ashley Greene (Alice), Elizabeth Reaser (Esme)
    Yapım: Summit Entertainment (2011)

    Ünlü Amerikalı yönetmen Bill Condon’ın yönettiği “Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1”, ikiye bölünmüş bir film. Şafak vakti doğan melez bebek Renesmee, gelecek filmin de asıl kahramanı sanki.

    Bu son serideki hikâye, Bella ve vampir Edward’ın görkemli düğünüyle açılıyor. Yüksek topuklu giyemeyen Bella, Brezilya’nın Amazonlarındaki balayında genç kocası Edward’la mutlululuğun içinde uçarken beklenmedik bir şey oluyor. İçinde bir şey hızla büyüyor. Birkaç haftalık evli Bella, birdenbire dokuz aylık hamile oluyor. Bella’ya aşk ötesi tutkulu bir de Jacob var. Bu tutku da filme melodram katmış. Jacob, “dönüştürülmüş” bir genç. Öfkelenince birden kurt adama oluveriyor. Serinin önceki “Alacakaranlık” filmlerini görmemiş seyirciler için bu son film zihinlerde boşluk yaratabilir. Catherine Hardwicke, 2008’de “Twilight – Alacakaranlık” serisinin ilk filmini çekmişti. 2009’da Chris Weitz serinin “The Twilight Saga: New Moon – Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay” filmini çekti. David Slade, 2010’da “The Twilight Saga: Eclipse – Alacakaranlık Efsanesi: Tutulma” filmini sinemaseverlerle buluşturdu. Tüm “Alacakaranlık” serisinin senaryolarında Melissa Rosenberg imzası var. “Harry Potter” serisini takip etmemiş sinemaseverlerin herhangi bir bölümü gördüğünde şaşkınlığa düşmesi gibi “Alacakaranlık” serisinde de boşluğa düşebilir. İşte bu yüzden, Jacob’ın Bella’ya tutkusu hemen algılanamıyor. Başka karakterler için de öyle. Serinin ilk üç filminin DVD’leri bulunabiliniyor. Serinin önceki filmlerindeki gibi karakterleri de aynı oyuncular canlandırıyor, belirtelim.

    Yeni hayat geliyor…

    Ormanın içindeki vampirlerin malikânesinde Bella, vampir Carlisle’ın gözetiminde doğumunu gerçekleştirmeye çabalıyor. Bu gebelik Bella’da “dönüşüm” de yapıyor. Carlisle ona kan veriyor içmesi için. İçindeki bebek Bella’nın vücuduna da tahrifat veriyor. Öte tarafta, ormanın içindeki kurt insanlar, Bella’ya ve doğacak bebeğini öldürmek için harekete geçtiklerinde, Jacob onlara savaş açıyor. Seyirciler, bebeğin bir canavar yaratık olacağını düşünürken, sağlıklı güzel bir kız bebek dünyaya geliyor. İkinci bölümde bu bebek birçok yaratığı zorlayacak gibi. Bella’nın doğumdan sonra kalbi duruyor. Acaba Bella geri dönecek mi? Son jenerik yazıları akarken salonu hemen terk etmemek gerekebilir. Yönetmenin ikinci bölüm için sürprizi saklı olabilir bu son anda. Belki de asıl hikâye bu bölümün ikincisinde. Bella, çabucak dünyaya gelen melez bebeğine Renee’yle görümcesi Esme’nin ismini veriyor: Renesmee… Bu isim, edebiyat ve sinema tarihinin çok özel isimlerinden biri olmaya aday sanki. Bu film, “Alacakaranlık” seri romanının Amerikalı kadın yazarı Stephenie Meyer’ın “Breaking Dawn” eserinden uyarlandı. Roman iki bölüm halinde beyazperdeye geliyor. İkinci bölüm de gelecek yıl bu 16 Kasım’da gösterime girecek. 2011 yapımı “The Twilight Saga: Breaking Dawn – Part 1 / Alacakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1”, tüm dünyayla aynı anda Türkiye sinemalarında da seyircilerle buluşuyor şimdi.

    Epsilon’dan çıkan bu roman, serinin dördüncü kitabı. Bu yayınevi yazarın bütün romanlarını yayımladı. Yazarın, “Alacakaranlık” serisinden “Breaking Dawn” romanını da “Şafak Vakti” adıyla 2009’da yayımlamıştı. Filmin hikâyesi, Louisiana, Rio de Janeiro ve İngiliz Kolombiyası’nda geçiyor. Özellikle Brezilya’daki Amazonlar ve Kanada’daki İngiliz Kolombiyası’ndaki ormanlar, sinemaskop görüntülerle seyircileri büyülüyor. Küresel ısınmayla tükenen dünyamızdan mücevherler gibi oraları. Filmde bu güzelliklerin hakkını veriyor. 1955’te New York’ta doğan yönetmen Bill Condon’ın, 2006 yapımı “Dreamgirls – Rüya Kızlar” siyah müzikal filmi sekiz dalda Oscar’a aday olmuş, sadece iki ödül alabilmişti. Yönetmen, 1995 yapımı “Farewell to the Flesh – Şeker Adamın Laneti 2” korku filmiyle bu türe uzak olmadığını gösteriyor. 2004 yapımı biyorafik dram filmi “Kinsey” filmi de sinemalarımıza gelmişti. New Yorklu besteci Carter Burwell’ın müzikleri de Condon’ın filmine çok şey katmış. Filmdeki gerilimi yaşarken bu tınılarla ruhunuz rahatlıyor. Burwell’ın müziklerini Coen kardeşlerin filmlerinden hatırlayabilirsiniz. Condon’ın filminin kameramanı da önemli bir sanatçı. Meksikalı Guillermo Navarro, önemli yönetmenlerden Robert Rodriguez’in birçok filminin gözü oldu. Navarro, Guillermo del Toro’nun yönettiği 2006 yapımı “El Laberinto del Fauna – Pan’ın Labirenti” filmiyle Akademi’den “En İyi Görüntü Yönetmeni” dalında Oscar kazanmıştı. Condon’ın filminde santranç anlarındaki konuşmalara da kulak vermek iyi olabilir.

    (Bu yazı 18 Kasım 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)

    (18 Kasım 2011)

    Ali Erden

    [email protected]

    En Güzel İstanbul Videosu Aranıyor

    İstanblue Vodka, İstanbul ile ilgili İstanblue Anlat adlı bir video yarışması düzenliyor. İstanblue Anlat Yarışması, yeteneğine güvenenleri, İstanbul’u videoyla anlatmaya çağırıyor. Kendi İstanbul’unu videoyla anlatmak isteyenler için son başvuru tarihi 11 Aralık 2011 olarak tesbit edildi. İstanblue Anlat Yarışması’na katılacak olan yarışmacıların değerlendirilmesi iki etapta yapılacak. Web sitesine gerçekleşen başvurular incelendikten sonra ön elemeyi geçen yarışmacılar proje için özel olarak belirlenen jüri üyeleri tarafından değerlendirilip ödüllendirilecek. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Görsele haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    En Güzel İstanbul Videosu Aranıyor yazısına devam et
  • Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu