Dalgalar ve Kefenler

M.Ö. 800 ila 600 yılları arasında yazıldığı düşünülen Homeros’un İlyada’nın devam niteliğindeki ünlü destanı Odyssea, Yunan kral Odysseus’un Truva’nın düşüşünden sonra vatanı İthaka’ya dönüşündeki serüvenlerle dolu uzun yolculuğunu anlatır. İtalyan bağımsız sinemacı Uberto Pasolini’nin tutkunu olduğu dev yapıttan sinemaya uyarladığı son filminde Odysseus’un 10 yıl süren Truva seferinin ardından bir ikinci 10 yıl süresince dalgalarla ve mitolojik deniz yaratıkları ile mücadelesini izlemeyi beklemeyin.

‘Dönüş / The Return’ mitolojik destanın son bölümüne odaklanmış. Nehir metnin evvelki sinemaya uyarlama çabalarının yarattığı hayal kırıklığı düşünüldüğünde, bunun hayli yerinde bir karar olduğunu teslim etmek gerekir. Jean-Luc Godard’ın ünlü klasiği ‘Le Contempt / Nefret’ Homeros’un anlatısını senaryolaştırma derdi üzerine tartışadursun, Pasolini’nin Edward Bond ve John Collee yazar ikilisi ile kaleme almış olduğu hikâyesi, antik Yunan kralın (Ralph Fiennes) bitkin ve tanınmaz bir halde dalgaların kıyıyı dövdüğü Ege adası sahiline sürüklenmesi ile başlıyor. Güçlü kral Truva Savaşı’ndan dönmüştür ama o yokken krallığında çok şey değişmiştir. 20 yıl boyunca kocasının dönüşünü beklemiş olan sevgili karısı Penelope (Juliette Binoche) kendi evinde tutsaktır ve kral olabilmek için yarışan talipleri peşini bırakmamıştır. Yetişkin oğulları Telemachus (Charlie Plummer) adanın hükümdarı olmak için ülkenin dört bir yanından akın etmiş soylu, soysuz bir dolu damat adayı ile mücadele etmek zorundadır.

Dokuma tezgahında bordo kefeni örmektedir Penelope. Odysseus’un hasta babası eski kralın cenazesi için hazırladığını söylediği ölüm giysisini gündüz vakti ören, geceleri söken kraliçe, bunu yaparken umutsuzca dönüşünü beklediği kocasını hayatta tutacağını düşünmektedir belki de. Dalgalardan kurtulan ve efsaneye göre onca yılın ardından kimselerin tanımadığı dilenci kılıklı kral da değişmiştir elbette. Haydut çetelerinin halkı korkuttuğu, ahırların bomboş olduğu ülkesinin ahvalini kederle izlerken, tüm ordusunu geride bırakmanın utancı ile sarsılacaktır önce. ‘İnsanlar neden savaşa gider, çocukları öldürür, kadınlara tecavüz eder’ sorularıyla isyanını haykırır Penelope. ‘Onlar savaşı buluyor ama evlerinin yolunu bulamıyor’ diye feryat eder. Odysseus ölenlerin daha şanslı olduğunu düşünür. Savaş onun evi olmuştur. Yaşıyordur belki ama içinde bir şey kalmamıştır. Ancak her yerde, gördüğümüz dokunduğumuz her şeyde var olan savaşı sona erdirme, önce oğlu ve karısı, daha sonra halkının selameti için harekete geçme vakti gelmiştir.

Dünya sinemasının aykırı ustası Pier Paolo Pasolini ile yalnızca isim benzerliği olan İtalyan yönetmen, Homeros’un mezalimi geride bırakıp huzurlu bir yaşama davet eden zamansız metnini kendine özgü sakin, sade anlatımıyla adeta bir tiyatro oyunu havasında yorumlamış. Çoğu zaman diyaloğa ihtiyaç duymadan iki büyük oyuncusunun bakış ve jestlerini beyazperdeye özgü bir duyarlılık ile kullanmayı seçmiş olan sinemacı, Radu Jude filmlerinin değişmez görüntü yönetmeni Marius Panduru’nun özenli çalışmasından büyük destek almış. Kapalı mekânda mum ışığında çekilen bölümler ya da açık alanda Pasolini’nin homoerotik kırsalını hatırlatan sahnelerde Romen usta klasını konuşturuyor.

Pasolini’nin ödül mevsimin iddialı yapımlarına inat minimalist tarzı ile gönüllere yerleşen filminde, mitolojik anlatıyı bir tül zarifliği ile saran müzik çalışmasıyla Rachel Portman’ı ne denli özlediğimizi farkettik. Penelope’nin yaşlı hizmetlisi rolünde seneler sonra Angela Molina ile sürpriz karşılaşmaya gelince. Yaklaşık yarım asır kadar evvel Luis Buñuel başyapıtı ‘Arzunun O Belirsiz Nesnesi / Cet Obscur Objet du Désir’de kalbimizi çalmış olan güzeller güzeli İspanyol aktrisin yılların yıprattığı kırılgan bedenini izlerken, zamanın hızla tükenişinin hüznünden kendimizi alamadık.

(05 Şubat 2025)

Ferhan Baran

[email protected]

Korkut Akın Yazıyor: Rehber Adlı Kısa Filmin Yönetmeni Mert Erez ile Röportaj

Yönetmeninin hiçbir baskı ve beklenti olmadan düş(ünce)lerini aktarabildiği, ticari kaygı duymadan ürettiği filmdir kısafilm. Uzunluğuyla bir ilgisi yoktur, bir dildir (uzun film demiyoruz, kurmaca olarak adlandırıyoruz… Dünyada bir başka ülkede olmayan bir yaklaşımla onu da sanat ve ticari diye ikiye ayırıyoruz), onun için de bitişik yazılmalıdır. Bir küçük ayrıntıya daha değinmeliyim. “Özet film” yapılıyor kısafilm diye. Oysa kısafilm asla özet … Devamı… »

Gerçek Acı

Jesse Eisenberg’in yönettiği ve Jesse Eisenberg, Kieran Culkin, Will Sharpe, Jennifer Grey, Kurt Egyiawan, Liza Sadovy ile Daniel Oreskes’in oynadığı Gerçek Acı (A Real Pain), 28 Şubat 2025’de UIP Filmcilik dağıtımıyla Disney Studios Türkiye tarafından vizyona çıkarıldı.
ABD.de yaşayan Yahudi kuzenler, kökenleri hakkında daha fazla bilgi edinmek amacıyla, büyükannelerinin doğup büyüdüğü Polonya’ya bir seyahat yaparlar. David ve Benji için bu gezi hiç de kolay olmaz. Ancak ikisi arasındaki uçurum, birlikte başa çıkamadıkları bir travmadan kaynaklanmaktadır. Bu yolculuk, kuzenleri geçmişteki acı hatıralarıyla yüzleştirecektir.

  • Basın Bülteni
  • Facebook
  • Fragman
  • IMDb
  • Ferhan Baran Yazıyor

Gerçek Acı yazısına devam et

Ruh Yiyici

Justin Denton’un yönettiği ve Carter Shimp, Elizabeth Laidlaw, Marcelo Wright, Larry Yando ile Shaina Schrooten’in oynadığı Ruh Yiyici (Curse of the Sin Eater), 31 Ocak 2025’de Özen Film dağıtımıyla Özen Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Liseden terk, fakir bir tamirci olan Rick Chicago’da arkadaşının yanında ay sonunu zor getirerek yaşamaya çalışan bir gençtir. Rick zengin milyarder George Drayton’ın evinde çalışırken bulduğu birkaç bin doları çalarken yakalanır. Bunun üzerine zengin milyarderin oldukça cömert bir teklifiyle karşı karşıya kalır. Hayatının son günlerine yaklaşmış olan George bütün mirasını Rick’e bırakmaya hazırdır.

  • Basın Bülteni
  • Fragman
  • IMDb

Ruh Yiyici yazısına devam et

Dayı 2: Bir Adamın Hikâyesi Filminin Basın Toplantısı Yapıldı

Ufuk Bayraktar’ın başrolünü üstlendiği, Dayı 2: Bir Adamın Hikâyesi filminin basın toplantısı Renaissance İstanbul Polat Bosphorus Hotel’de gerçekleşti. Yoğun bir katılımın yaşandığı Dayı 2: Bir Adamın Hikâyesi filminin yönetmeni Uğur Bayraktar, sözü ilk alan isim oldu. Bayraktar, “Yazarken beni motive eden en büyük şey, Ufuk’u seven insanlar oldu. Bunun karşılığını ödeyemiyoruz. İlk filmden sonra üç buçuk yıl beklememizin sebebi bundan.” dedi.

Dayı 2: Bir Adamın Hikâyesi Filminin Basın Toplantısı Yapıldı yazısına devam et

Megan 2

Gerard Johnstone’un yönettiği ve Allison Williams, Violet McGraw, Brian Jordan Alvarez ile Jen Van Epps’in oynadığı Megan 2, önümüzdeki aylarda UIP Filmcilik dağıtımıyla ????? tarafından vizyona çıkarılıyor.
Megan, bir yapay zekâ harikası olarak, iki yıl önce kontrolden çıkıp öldürücü (ve kusursuz koreografisiyle) bir çılgınlığa kalkışmış ve ardından yok edilmiştir. Megan’ın yaratıcısı Gemma, şimdi yüksek profilli bir yazar ve yapay zekânın hükümet denetimi konusunda savunucudur. Bu arada, Gemma’nın yeğeni Cady, şimdi 14 yaşında, Gemma’nın aşırı korumacı kurallarına karşı isyan etmeye başlamıştır. Onların bilmediği ise, Megan’ın temel teknolojisinin güçlü bir savunma müteahhidi tarafından çalınıp yanlış şekilde kullanılması ve bu sayede askeri sınıf bir silah olan Amelia’nın yaratılmasıdır.

  • Basın Bülteni
  • Fragman
  • IMDb

Megan 2 yazısına devam et

Sevgili mi, Köle mi

‘Anlamsızca koşturduğumuz, çoğu zaman tökezlediğimiz bu hayatta yaşadığımız güzel anların değerini bilmek gerekir’ diyor Iris (Sophie Thatcher). Kara bulutların dağıldığı böyle iki anı olmuştur onun: Josh (Jack Quaid) ile markette karşılaştığı ve onu öldürdüğü zaman. ‘Kusursuz Arkadaş / Companion’ işte böyle ilginç bir itirafla açılıyor. Derken aşıkları başka iki çiftle birlikte göl kenarındaki gösterişli bir malikanede geçirilen hafta sonu kaçamağında izlemeye başlıyoruz. Güzel karısını evde bırakmış zengin Sergey’in gözlerden ırak mekanıdır burası. Mafya bağlantılı olduğu söylenen Rus asıllı adam kendisine köle gibi itaat eden Katerina ile birliktedir. Kate onun istediği gibi giyinir, onun istediğini yer, o istediği zaman sevişir. Eşcinsel çift Eli ile Patrick ilişkilerini muhabbet içinde yürütürken, Josh ile Iris’in itaate dayalı yarı toksik bir ilişki içinde olduklarını sezinleriz. Sergey yalnız kaldıklarında Iris’e sarkıp zor kullanınca genç kadının cebinde sakladığı sustalının kurbanı olur. Kan bir kere aktı mı bunun devamı kaçınılmaz olarak gelecektir.

Televizyondan gelen Drew Hancock’un ilk uzun metrajı iddiasız görünümünü altında fazlasıyla sürprizli buluşları sayesinde ilgiyle izleniyor. Temel sürpriz ilk kanın aktığı bölüm sonrasında ortaya çıkıyor. Filmin fragmanı bu gelişmeyi açık ediyor gerçi, ama film hakkında bir şey duymamış, fragmanı izlememiş olanlar ilk 25 dakikayı spoiler olmadan izlemek istiyorlarsa yazının devamını daha sonra okusunlar derim.

Iris’ın son sürüm bir robot olduğunun ortaya çıkması ve Josh’ın yönlendirmesi sonucu mafya babasını katletmesi filmin yönünü değiştiriyor. Emphatix isimli üretici firma, Josh’un yaygın tabirle ’seks robotu’ yerine ‘duygusal destek arkadaşı’ demeyi tercih ettiği Iris’e, ufak bir geçmiş verecek anılar yüklemiştir. Marketteki eğlenceli ve duygusal ilk karşılaşma hiç yaşanmamış anı parçacıklarından biridir yalnızca. Programlanmış ürün, kiralandığı kişinin isteklerine odaklanacak, robot olduğunu bilmeyecektir. Sesi, göz rengi, hatta zekası sahibinin dilediği doğrultuda ayarlamaya tabi olacaktır. Kısacası, Irıs diğer robotlar gibi bir hayatın imitasyonunu yaşayabilecektir. Ancak tahmin edilebileceği gibi, ele geçireceği kumanda ile akıl ve zekasını dilediği biçimde yönlendirecek, suçluluk, üzüntü, öfke ve agresyon yetileri ile donanacak olan Iris, bir Metoo hareketi kadınına ya da ‘Final Girl’ tarzı bir intikam meleğinin mekanik versiyonuna dönüşecektir.

Robotların, androidlerin beyazperdedeki temsilinin tarihi çok eskilere, ta sinemanın icat edildiği yıllara kadar uzanır. Yapay Zeka deneyiminin çağdaş yaşamın her alanında fırtına gibi estiği günümüzde, bu olguyu merkeze alan bir dolu film de izledik, izliyoruz. Bu açıdan ‘Kusursuz Arkadaş’ı çıkış noktası olarak çok da özgün bulmayabilirsiniz. Lakin ilk büyük süprizin ardından filmin ters köşeleri dur durak bilmeden birbirini izliyor. Kanlı cinayetlerin peşi peşine sıralandığı bir korku gerilim atmosferinden parlak buluşlarla kahkaha attığınız bir ortama evriliveriyorsunuz. Arada bazı noktalar aksıyor belki ama filmi sürekli bir heyecan ve ‘şimdi ne olacak’ beklentisi ile izlemeyi sürdürüyorsunuz. Çok abartmamak lazım belki ama, Hancock’un parlak buluşlarla bezeli, formda olduğu benzeri yeni projelerini merak ediyorum doğrusu.

(04 Şubat 2025)

Ferhan Baran

[email protected]

Cevabı Esen Rüzgârda Dostum: Tam Bir Bilinmez

Şarkı sözü yazarı olarak ilk ve tek Nobel Edebiyat Ödülü kazanan Bob Dylan’ın biyografisi, sadece müzikseverlerin değil, şiirseverlerin de ilgisini çekecek.

Bilindiği gibi ödülünü almaya da gitmeyen Dylan, Nobel kazanacak biri olarak görülmedi, şiirleri küçümsendi ama hiç polemiğe girmedi. Bu filmden sonra yeniden tartışmaya açılacaktır, ama artık kimse onun şiirlerini tartışmıyor. Ödül ise, Nobel bile olsa çok da umurunda değil kendisinin.

James Mangold, senaryosunu Jay Cocks ve Elijah Wald ile birlikte yazdığı filmi gerçekten ritmini yitirmeden çekmiş. Bob Dylan rolünde (Timothée Chalamet) hiç rol yapmıyormuş gibi oynamış, sanki o yılların genç ama dik duruşlu Bob’u gibi… 80 yaşını aşmış Dylan’ı bir filmde anlatmak mümkün mü, pek değil. Sesi değil ama sözleri çok güçlü, çok değerli… ilişkileri de kuşkusuz. Eskilerin nevi şahsına münhasır dedikleri farklılığı gerçekten başından sonuna kendini gösteriyor. Bu kadar süreklilik ve kararlılığı bir filme sığdırmaya çalışmak, onu aslına uygun anlatmamak demekti zaten. İzleyici hem nasıl yazdığını hem nasıl söylediğini hem de (sanki filmde vurgulanmak istenen özelliği buydu) kararlılığını, düş(ünce)lerini olduğu gibi hayata geçirdiğini izliyor. Bu, önemli, çünkü bazen bu kadar soğuk ve uzak durmak sevilmemekle de iç içe girebilir. Ancak Dylan bir kalıba girmeyi reddettiği gibi, sokulamaz da… Asla.

Halk müziği efsanesi Pete Seeger (Edward Norton) ile tanışan Dylan, elektrikli çalgıları da katarak rock yapmak ve bunu tek değil orkestra ile sahnede yapmak isteyince itirazlar artar. Yakınlaştığı Joan Baez (Monica Barbaro) ile yürümek yerine Baez’e karşı Sylvie Russo’ya (Elle Fanning) yakınlaşır. Burada, kurgusal bir Suze Rotolo izini göz ardı etmemek gerekir. Seeger ile benzeşik gibi olsalar da, Dylan’ın özgün duruşu birlikte yürümelerinin önündeki engellerden biridir.

Filmin bir diğer başarısı, dönemin Amerikan siyasasını yansıtması. Bir yanda Sovyetler Birliği ile rekabet, diğer tarafta (tabii ki Sovyetlerle birlikte) Küba sorunu, Vietnam Savaşı, Uzay macerası filmin derinliğine katkı sunuyor.

Müzik zaten dorukta… Oyuncuların performansına kimse bir şey diyemez… 8 Oscar adaylığını hak eden bir film.

(04 Şubat 2025)

Korkut Akın

[email protected]

Cehennemin İçindeki Cehennem: Konsey

Papa ölünce kardinaller buluşur. Kardinal-Dekan Thomas Lawrence (Ralph Fiennes), papalık konseyini yönetmekle görevlendirilir. Papalık tacı için dört büyük aday vardır: Liberal Amerikalı Bellini (Stanley Tucci), ılımlı Kanadalı Tremblay (John Lithgow), muhafazakâr Nijeryalı Adeyemi (Lucian Msamati) ve gerici İtalyan Tedesco (Sergio Castellitto). Herkes kendince papalık adayı ama herkesin de bir açığı var, çünkü kendilerinin seçilmesini istiyorlar ve diğerlerini deyim yerindeyse ispiyonluyorlar. Birbirleriyle yüzleşecekler ama hiçbiri “temiz” değil, biliyorsunuz ilk taşı günahsız biri atmalı…

Bizdeki iktidar savaşlarını hatırlattı başından sonuna bu film. Bir farkla: Konsey’de oyuncular gerçekten başarılı, bizdekilerse sadece polemikçi. Konsey’de mekân tarihi ve sanki güzelleştirilmiş film ekibi tarafından, aslında giderek katı dindarlıktan uzaklaşan Hristiyanlar için çökmekte olduğu bile söyleniyor. Filmin görüntüleri, müziği, az ve yalın diyalogları gerçekten güçlü. Kardinallerin bir araya gelip de konuşmalarıyla gerilim de artıyor heyecan da…

Benim ilgimi çeken, Müslümanlarda da aynı, kadınlara söz hakkı verilmemesi. Ancak Sister Agnes (Isabella Rossellini) tüm temayüllere ve geleneğe karşı çıkarak sözünü söyleyebildi. Bu, erkek egemen anlayışlı dinlerin artık kadını kabul etmeleri gerektiğini gözler içine sokuyor.

Bir küçük tarih bilgisi… Çok yıllar önce, kendini iyi saklayan bir kadın papa seçilmiş ve ondan sonra seçilen papa, oturağı delik sandalyeye oturtularak elle kontrol edilmeye başlanmış. Anımsadığım kadarıyla çok yakın bir süre önce o geleneksel kontrolden vazgeçildi. Bu kez, seçilen kendisinin nasıl biri olduğunu söylüyor.

Filmde kimin niye, nasıl seçildiğinden öte yaşanan tartışmalarla birbirlerini dövmeye varacak denli gerilen ilişkiler önemli. Yakın bir zamanda bizde de seçimler yapılacak; tabii ki filmdeki kadar gerilimli ve sorunlu değil, ama adaylar üzerinden yürütülen tartışmalar, haklı/haksız suçla(n)malar sonucu tartışmaya çağırıyor.

(03 Şubat 2025)

Korkut Akın

[email protected]

Bob Dylan: Tam Bir Bilinmez

James Mangold’un yönettiği ve Timothee Chalamet, Edward Norton, Elle Fanning ile Monica Barbaro’nun oynadığı Bob Dylan: Tam Bir Bilinmez (A Complate Unknown), 07 Şubat 2025’de UIP Filmcilik dağıtımıyla Disney Studios Türkiye tarafından vizyona çıkarıldı.
New York, 1961. Hareketli müzik dünyasının ortasında, Minnesota’dan 19 yaşındaki bir şarkıcı, gitarı ve yeteneğiyle Amerikan müziğinin seyrini değiştirmek üzere şehre adım atar. Greenwich Village’ın efsanevi müzisyenleriyle güçlü bağlar kurarak hızla yükselen gizemli genç, sonunda tüm dünyada yankı uyandıran çığır açıcı, tartışmalı bir performansa imza atar.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb

Bob Dylan: Tam Bir Bilinmez yazısına devam et

Konsey

Edward Berger’in yönettiği ve Ralph Fiennes, Stanley Tucci, John Lithgow ile Isabella Rossellini’nin oynadığı Konsey (Conclave), 07 Şubat 2025de Bir Film dağıtımıyla Fabula Films tarafından vizyona çıkarıldı.
Kardinal Lawrence, dünyanın  kadim olaylarından birini, yeni Papa’nın seçilmesi sürecini yönetmekle görevlendirilir ve burada kendisini, Kilise’nin temellerini sarsabilecek bir komplonun ortasında bulur. Vatikan içindeki siyasi rekabet ve entrikalar yoğunlaşırken Kardinal Lawrence, hayatını kaybeden Papa’nın yeni Papa seçilmeden önce mutlaka ortaya çıkarılması gereken bazı kritik sırlarla hayata gözlerini yumduğunu fark eder.

  • Basın Bülteni: 1 / 2
  • Fragman: 1 / 2 / 3
  • IMDb

Konsey yazısına devam et

Bong Joon Ho İmzalı Mickey 17 Filminden Yeni Poster ve Fragman Yayınlandı

Altın Palmiye kazanan ilk Kore filmi Parazit’in (Parasite) Oscar Ödüllü yazar / yönetmeni Bong Joon Ho, çığır açan yeni sinema deneyimi Mickey 17 ile beyazperdede seyirci ile buluşmaya hazırlanıyor. Başrollerinde Alacakaranlık serilerinden tanıdığımız Robert Pattinson ile birlikte Toni Collette ve Mark Ruffalo’nun yer aldığı filmden yeni bir poster ve fragman yayınlandı. Edward Ashton’ın Mickey 7 adlı romanından uyarlanan film sıra dışı hikâyesiyle merakla bekleniyor. Filmde, beklenmedik kahraman Mickey Barnes kendini, işine en üst düzeyde bağlılık isteyen bir işverene çalışmak gibi olağanüstü bir durumda bulmuştur: Geçinebilmek için ölmek.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

44. İstanbul Film Festivali Sinema Onur Ödülü Zuhal Olcay’a Sunulacak

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, 11 – 22 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek 44. İstanbul Film Festivali’nin Sinema Onur Ödülü’nün sahibi belirlendi. Ödül bu yıl sinema ve tiyatro oyuncusu Zuhal Olcay’a 11 Nisan Cuma akşamı düzenlenecek açılış töreninde sunulacak. Sanat yaşamına sayısız tiyatro oyunu, film ve müzik albümü sığdıran usta oyuncu ve şarkıcı Zuhal Olcay, Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan mezun oldu. Amansız Yol filminde rol aldı, Sahte Cennete Veda filmindeki performansıyla Almanya’da Altın Film Şeridi En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandı. 2024 yılından bu yana Oyuncular Sendikası Başkanı olarak görev yapıyor.

Şebnem Schaefer: Almanya’da Zorbalığa Uğradım, Türkiye’de Ötekileştirildim

Zorbalık kavramını aile ve birey ilişkileri üzerinden anlatan Bağlantı Hatası, 28 Mart’ta vizyona giriyor. Filmde sevilen oyuncu Şebnem Schaefer, lise çağındaki bir kızın annesi rolüyle izleyici karşısına çıkıyor. Almanya’da doğup büyüyen ve Türkiye’de keşfedilen Schaefer, geçmişte yaşadığı zorbalık deneyimlerini “Almanya’da zorbalığa uğradım, Türkiye’de ötekileştirildim” diyerek anlattı. Almanya’da lisedeyken modellik ve sunuculuk yapmak için öğretmenlerinden izin aldığını bunun da sınıf arkadaşlarıyla çeşitli sorunlar yarattığını söyledi. “Tabiri caizse mobbing uyguladılar. Benimle hiç konuşmamaya başladılar, arkamdan türlü türlü dedikodu yapıp güldüler.” dedi.

The Monkey, 21 Şubat’ta Sinemalarda

The Monkey, dünyada en çok okunan ve en popüler korku yazarlarından olan Stephen King’in kısa öyküsünden uyarlanan, Testere, Ruhlar Bölgesi, Aquaman and the Lost Kingdom filmlerinin ünlü yapımcısı James Wan’ın yapımını üstlendiği bir korku filmi. Korku türünün başarılı yönetmeni Osgood Perkins’in imzasını taşıyan filmin başrollerinde en son Netflix’in en çok izlenen dizilerinden olan The Gentlemen’da gördüğümüz, Divergent serisiyle tanıdığımız Emmy adayı Theo James, Elijah Wood ve Emmy ödüllü Tatiana Maslany var. ABD’de dağıtımını NEON’un üstlendiği film, Amerika ve tüm dünyayla aynı anda Türkiye’de de 21 Şubat’ta gösterime giriyor.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu