O

Orhan Pamuk

On iki yıl yaşadığı Frankfurt’tan dönünce çocukluğunu paylaştığı arkadaşlarıyla yürüdüğü bütün o İstanbul sokaklarının, dükkânların, sinemaların baştan aşağı değiştiklerini, yok olduklarını, ruhlarını kaybettiklerini görmenin kendisinde çocukluk ve saflığı başka bir yerde arama isteği uyandırdığı, bu yüzden Kars yolculuğuna, çocukluğunda bıraktığı sınırlı bir orta sınıf yoksulluğuyla karşılaşmak için çıktığı da söylenebilir. (Orhan Pamuk, Kar, İletişim Yayınları, 10. baskı, Kasım 2006, Sayfa 23)
*****
Amerikalı zenci profesör Marvin King’in de belirttiği gibi, ünlü artist Elizabeth Taylor son yirmi yılda çarşaf içine girseydi, şişmanlığından utanıp akıl hastanelerine düşmeyecek, mutlu olacaktı. (Orhan Pamuk, Kar, İletişim Yayınları, 10. baskı, Kasım 2006, Sayfa 49)
*****
“Bu akşam şehir sinemasında en son şiirini okuyacakmışsın,” dedi Muhtar belli belirsiz gülümseyerek. (Orhan Pamuk, Kar, İletişim Yayınları, 10. baskı, Kasım 2006, Sayfa 55)
*****
Edward G. Robinson’u hatırlatan bu sevimli ve orta yaşlı adam ne herhangi birini vurabilecek kadar kararlı ne de sağlam gözüküyordu. (Orhan Pamuk, Kar, İletişim Yayınları, 10. baskı, Kasım 2006, Sayfa 75)
*****
“… Bugün sanki İslam hakkında tek bildiğim şey, Anthony Quinn’in başrolünü oynadığı Çağrı adlı film,” dedi Ka gülümseyerek. “Geçenlerde Almanya’da Türk kanalında nedense Almanca olarak gösterdiler. …”(Orhan Pamuk, Kar, İletişim Yayınları, 10. baskı, Kasım 2006, Sayfa 96)
*****
O kadar mutluydu ki çocukluğundaki aşırı mutluluk anlarında olduğu gibi hayal gücünün sineması heyecandan aynı anda iki film göstermeye başlamıştı. Birincisinde, Almanya’da bir yerde -Frankfurt’taki evinde değil- İpek ile sevişiyorlardı. Bu hayali sürekli görüyordu ve bazan seviştikleri yer Kars’taki otel odası oluyordu. Aklının diğer sinemasında “Kar” şiirinin son iki dizesine ilişkin kelimeler ve hayaller oynuyordu. (Orhan Pamuk, Kar, İletişim Yayınları, 10. baskı, Kasım 2006, Sayfa 97)
*****
Çok uzaklarda bir yerde, belki de Afrika’nın göbeğinde, gölgeler içinde ağaçlı bir arazide ağır çekim bir filmdeki gibi memnun mesut ilerleyen bir zürafa çiftini hepsi uzun bir süre, kendi hayatlarını neredeyse bütünüyle unutarak seyrettiler. (Orhan Pamuk, Kar, İletişim Yayınları, 10. baskı, Kasım 2006, Sayfa 122)
*****
Gecenin programı okunurken hisseli hikâyeler, milli kalecinin itirafları, siyasal tarihimizin utanç verici sırları, Shakespeare’den, Victor Hugo’dan sahneler, beklenmedik itiraflar, rezaletler, Türk tiyatro ve sinema tarihinin unutulmaz ve emektar isimleri, şakalar, şarkılar ve korkunç sürprizler arasında Ka, “yıllardan sonra sessizce ülkemize dönen en büyük şairimiz,” olarak kendi adının okunduğunu işitti. (Orhan Pamuk, Kar, İletişim Yayınları, 10. baskı, Kasım 2006, Sayfa 123)
*****
Ayda kaç kere sinemaya gidiyorsun? (Orhan Pamuk, Kar, İletişim Yayınları, 10. baskı, Kasım 2006, Sayfa 124)
*****
Nişantaşı’nın bir arka sokağındaki evinde bir arkadaşımızın genç yaşta dul kalmış iyice şişman annesinin düzenlediği bu gecelere diğer mutsuz ev kadınları, parmakları felç olmuş bir piyanist, bizim, “o da geliyor mu?” diye sorduğumuz orta yaşlı ve asabi bir film yıldızı ve onun ikide bir bayılan kızkardeşi, geçkin film yıldızına “kur yapan” emekli bir paşa ve bizi arka odadan sessizce salona alan arkadaşımızla birlikte Ka ile ben de katılırdık. (Orhan Pamuk, Kar, İletişim Yayınları, 10. baskı, Kasım 2006, Sayfa 126 – 127)
*****
Silahların ilk ateşlenişinde harekete geçen beş kurşundan biri çeyrek yüzyıl önce Kars’ın son Sovyet başkonsolosunun köpeğiyle birlikte film seyrettiği locanın üzerindeki alçıdan defne yapraklarına isabet etmişti. (Orhan Pamuk, Kar, İletişim Yayınları, 10. baskı, Kasım 2006, Sayfa 157 – 158)
*****
Bir ara Frankfurt’ta Kaiserstrasse’de yürüdüklerini, akşam sinemaya gittikten sonra evlerine geri döndüklerini gözünün önüne getirmeye çalıştı. (Orhan Pamuk, Kar, İletişim Yayınları, 10. baskı, Kasım 2006, Sayfa 176)
*****
O günlerin mutlu, neşeli ve rahat havasını ve iyimserliğimizi hatırlatan ilk Türk meyveli gazozu Meltem’in gazete ilanlarını, reklam filmlerini ve çilekli, şeftalili, portakallı ve vişneli ürünlerini sergiliyorum burada.

Sibel, Zaim’in asla evlenmeyeceği küçük artistlerle, mankenlerle (Türkiye’de o günlerde yeni ortaya çıkan şüpheli bir meslek) sırf evlenmeden yattıkları için maceralar yaşamasından da hiç hoşlanmıyor, doğru düzgün kızlarla hiç sonuçlanmayacak ilişkiler kurmasını da sorumsuzca buluyordu. (Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınları, 1. Baskı, Eylül 2008, Sayfa 35)
*****
Ama bu yalnız yabancı filmlerde olurdu. (Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınları, 1. Baskı, Eylül 2008, Sayfa 37)
*****
On gün sonra gözlerini kapayıp bana sarılırken, aklının ona hangi filmi gösterdiğini sorduğumda, “Ayçiçekleriyle kaplı bir tarla görüyordum,” dedi bana. (Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınları, 1. Baskı, Eylül 2008, Sayfa 39)
*****
Hazreti İbrahim adlı filmi gördünüz mü?”

“Siz tabii öyle filmlere gitmezsiniz. Ama küçük hanımı da alın, bu filmi mutlaka görün. … Oğul yerine kesilecek kurbanlık koyun gelince ise, hep birlikte bütün sinemayla birlikte sevinçten ağladık. (Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınları, 1. Baskı, Eylül 2008, Sayfa 51)
*****
O kutuyu, çocukluğumda ağabeyimle biriktirdiğimiz futbolcu ve artist resimlerini bulursam, iddiayı kazanacağımı biliyordum.

Zambo çikletlerinden çıkan artist resimlerini sakladığı teneke kutuyu, o gün 1975’in Mayıs ayının onuncu günü Merhamet Apartmanı’ndaki dairede bulmuştum, ama boştu. Mütegezerin göreceği artist resimlerini yıllar sonra, İstanbul’un tıkış tıkış odalarda üşüyen mutsuz koleksiyoncularıyla ahbaplık ettiğim günlerde, Hıfzı Bey’den aldım. Dahası, yıllar sonra, koleksiyona bir bakınca, dizideki Ekrem Güçlü (Hazreti İbrahim’i oynayan) gibi bazı erkek oyuncularla sonraki yıllarda sinemacıların gittiği barlarda arkadaşlık ettiğimizi de çıkardım.

Hikâyemin geçtiği yıllarda, dünyanın çoğunluğu gibi ben de, dudaktan öpüşen iki kişiyi hayatımda ilk defa sinemada görmüş ve sarsılmıştım. … Amerika’daki bir-iki rastlandı dışında, aslında otuz yıllık hayatımda dudaktan öpüşen bir çifti sinemadan başka bir yerde de hiç görmemiştim. Sinemalar yalnız çocukluğumda değil, o yıllarda bile bana öpüşen başkalarını seyretmek için gittiğimiz yerlermiş gibi gelirdi. … Füsun’un da, benimle öpüşürken filmlerde gördüğü öpüşmeleri taklit ettiğini hissederdim. (Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınları, 1. Baskı, Eylül 2008, Sayfa 55-56)
*****
Ertesi gün, öğle vakti tek başıma sinemaya gittim. Aklımda film seyretmek hiç yoktu, ama öğle tatilinde her zamanki gibi Satsat’ın yaşlı muhasebecileri ve çocukluğumda ne şeker olduğumu bana hatırlatmaktan hoşlanan şefkatli ve şişman sekreterleriyle birlikte Pangaltı’daki esnaf lokantasında yemek yiyemeyeceğimi hissediyor, yalnız kalmak istiyordum.

Osmanbey’de Cumhuriyet Caddesi’nde vitrinlere bakarak dalgın dalgın yürürken Hitchcock haftası ilanına kanıp girdiğim filmde de, Grace Kelly’nin bir öpüşme sahnesi vardı. Beş dakika arada içtiğim sigara, öğle matinesine gelen ev kadınlarıyla okulu asan tembel öğrencileri hatırlatsın diye yıllar sonra bulup müzeme koyduğum buzlu “Alaska Frigo”, yer göstericinin el feneri, bütün bunlar ergenlik yıllarımdaki yalnızlık ihtiyacımı ve öpüşme isteğini sinemada hatırladığıma işaret olsun. Bahar sıcağında sinemanın serinliğinden, küf kokan ağır havasından, hevesli bir-iki sinemaseverin fısıltısından, kalın kadife perdelerin kenarlarındaki gölgelere ve karanlık köşelere bakıp hayallere dalmaktan hoşlanıyor, az sonra Füsun’u göreceğimin bilinci, kafamın bir köşesinden bütün ruhuma bir mutluluk olarak yayılıyordu. Sinemadan çıktıktan sonra Osmanbey’in çarpık çurpuk ara sokaklarından, manifaturacılar, kahvehaneler, nalburlar, gömlek ütüleyen kolacılar arasından Teşvikiye Caddesi’ne, buluşma yerimize doğru yürürken, bunun son buluşmamız olması gerektiğini düşündüğümü hatırlıyorum. (Orhan Pamuk, Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınları, 1. Baskı, Eylül 2008, Sayfa 57-58)
*****

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Sinemacılık ve Filmcilik Yararına Bağımsız İletişim Platformu