Mustang ya da Bir Başkaldırı Öyküsü

Gencecik bir yönetmenden ilgiye değer bir ilk film ‘Mustang’. Fransa’nın tanınmış sinema okulu ‘La Fémis’ mezunu Deniz Gamze Ergüven’in çalışması adını Batı Amerika’nın vahşi atlarından almış. Karadeniz’in yemyeşil cennetinde bir sahil kasabasında yaşayan beş kızkardeş vahşi batının başına buyruk atları gibi özgürce yaşamak istiyorlar genç kızlıklarını. Lakin özgür doğayı zincir altına almak isteyen töreler ve yasakların vücuda gelmiş hali babaanne ve yörenin diğer kadınları ile erkek egemen baskının sembolü amca buna izin vermeye niyetli değildir. Yöre gençlerinin kızlı erkekli oyunları bardağı taşıran son damla olur ve on yıl önce anne ve babalarını kaybetmiş beş kardeşin yaşadığı ev yüksek duvarlar ve parmaklıklarla çevrili bir hapishaneye dönüşür.

Bu esirlik süresince torunlarını iffetli (!) bir ev kadını olarak yetiştirmeye çalışan babaaane, gece vakti kıymetli oğlunun pervasızca odalarına daldığı torunlarını başlarına bir kaza gelmeden evlendirme derdindedir. Kızların kimi gönüllü kimi gönülsüz başka evlere gelin gittiği sürecin tanığı olan en küçük kardeş ise bu gidişe dur deme cesaretini gösterecektir.

‘Mustang’ adını aldığı yaban atları gibi enerjik, asi ve denetimsiz bir film. Çekiciliği tam da bu deli enerjisinden kaynaklanıyor. Filmin çekildiği İnebolu yöresinin örf ve adetlerine ya da genç karakterlerin şehirli kızlar gibi duruş ve davranışlarına, hatta abartı ve klişelere pek fazla aldırmadan yoluna devam eden Ergüven’in
hedeflediği evrensel bir başkaldırı hikâyesi. Kızların yaşadığı evin giderek kapanması, parmaklıkların yükselmesi ve sıklaşmasıyla tam bir kapalı cezaevine dönüşmesi o güzelim doğa içinde insanların ne denli karanlık bir zindanda yaşadıklarını simgelemesi açısından son derece etkileyici. Arada hoş şeyler de olmuyor değil. Kızların yalnızca kadınların seyircisi oldukları futbol maçına kaçışları ya da teyzenin erkekler takımı bunu fark etmesin diye yörenin elektrik trafosunu sabote ettiği ferahlatıcı anlar uzun sürmüyor gerçi.

Bin kilometre uzaklıktaki İstanbul’a kaçış da bir çözüm değil kuşkusuz. Ama masal bu ya, başkaldırmak gerekiyor. Evdeki bilgisayar, cep telefonu benzeri dış dünyayla iletişimi sağlayan tüm araç gereçleri, rengarenk giysileri, hatta isyancı kadının çıplak göğsü yüzünden Delacroix’nın 1830 devrimini tasvir eden ‘Halka Yol Gösteren Özgürlük / La Liberté Guidant Le Peuple’ resmini bile yok eden zihniyete dur demek gerekiyor.

Fransız sermayesiyle çekilen ve hoş bir sürpriz olarak Fransa adına en iyi yabancı film Oscar’ına aday adayı gösterilen ‘Mustang’ birbirinden yetenekli beş genç oyuncusu, David Chizallet ve Ersin Gök ikilisinin etkileyici görüntüleri ve Warren Ellis’in western tınıları taşıyan özgün müzik çalışmasından büyük destek alan ilgiye değer bir çalışma. Küçük kızların, genç kadınların artık büyük bir kasabaya dönüşmüş İstanbul’daki yaşam kavgasına Ergüven’in merakla beklediğimiz bundan sonraki işlerinde tanık olmayı bekliyoruz. Böyle bir hikâyeyi konu edinen başka bir genç sinemacının Emine Emel Balcı’nın Dardenne kardeşler etkisi taşıyan ilk filminin önümüzdeki hafta gösterime gireceğini de bu vesileyle müjdeleyelim. Bir işçi kızın İstanbul varoşlarında hayatta kalma mücadelesini soluk soluğa anlatan ‘Nefesim Kesilene Kadar’ı beklerken ‘Mustang’ın özgürlük çığlığına kayıtsız kalmayalım.

(23 Ekim 2015)

Ferhan Baran

[email protected]