Önce, sadece duydum, Pangaltı’da -şimdiler de kapanmış olan- Dormen Tiyatro’sunun bulunduğu pasajda, dört kişinin oturması halinde gelenin ayakta kalacağı bir büfede (Garbis’in Büfesi) her hafta toplanan bir grupun ortak noktalarının sinema olduğunu. Sonraları ben de aralarına katıldım, uzun bir süredir toplanıyorlarmış, dergi ve gazetelere haber olmuşlar, aralarından ayrılanlar olmuş, yaşamını yitirenler olmuş… Hepsi eski sinema seyircileri idi, o günlerde birbirlerine kaset alıp veriyorlardı (video), sonra cd.ler çıktı. Müzikal tutkunları vardı, westernciler, tarihi film meraklıları… Gruptan bir kişiden söz ediyorlar, Randolph Scott hayranı, lisan bilmemesine rağmen, Scott hakkında bir kitap çıktığını öğrenince, izini sürüp kitabı ABD’den getirtiyor, bir diğeri aynı hayranlığı Alan Ladd’a duyuyor, mekânın sahibi Garbis, Tyrone Power tutkunu. Hepsinin yoğun ilgi duydukları sinema alt yapıları var. İçlerinden biri Nazım Bey ise Nouvelle Vague (Yeni Dalga) öncesi Fransız Sineması meraklısı idi ve “o dönemi” gerçekten iyi bilirdi. İyi bir gözlemci idi, örneğin bir filmde kral oynayan bir oyuncunun, bir başka sahne de bir kayıkçıyı oynaması -hiç- kaçırmazdı. (Böyle bir örneği, film ve oyuncu, oynadığı rolleri de belirterek vermişti bir toplanmamızda, ben hatırımda kaldığı kadar, örnekleyebildim.)
Nazım Bey’in sinema anlayışı, “karanlık sokaklar, koşuşan ayaklar, yeraltı dehlizleri ve patlayan tabancalardır” şeklinde özetleniyor (*). Kişisel olarak bu görüşe –pek- katılmadığımı belirteyim ama unutmamak gerekir ki, her seyircinin sinema anlayışı farklılık gösterebilir. Bu anlayış ile filmleri izlerken, bu biçimde olsun olmasın yaptığı eleştiriler ile “her filmi eleştiriyorsun -kolaysa- sende bir tane yapsana” şeklinde bir eleştiri kendine yöneltilince, oturup bir senaryo yazarak, yönetip çekimini de gerçekleştirir. Kamerayı da -dikkat 8 mm-kendisi kullanır ve mutlaka oynamam gerekir diyerek, seçtiği bir rolü de kendisi oynar, (bu sırada kamerayı güvendiği bir mesai arkadaşına bırakır), seslendirmesini yaparlar.
8 mm ile çekildiği düşünülecek olursa, böyle amatör işler her zaman yapılıyor diyebilirsiniz ama sıkı durun, bu film tam 200 (iki yüz) dakika, başka bir deyişle 3 saat 20 dakika. Beş bölümden oluşan, her bölümün farklı bir adı olan filmin adı Kara Çanta. Bölümler ise şöyle sıralanıyor: Tehlikeli Arkadaşlar (30’), Ölüm Mahzeni (45’), Dr. Korbon’un Esrarı (38’), Amansız Tuzak (32’), Şerefsiz Darbe (55’). İkinci bölüm 1970’de Hisar (Kısa) Film Yarışması’nda “teknik mükemmelliğinden ötürü” Seçici Kurul Özel Ödülü’ne lâyık görülmüş. Dördüncü bölüm “hareketlilik” bakımından diğerlerinden öne çıkıyor. 1969 yılında bitirdiği filmi 1970’de seslendiren Nazım Bey, o zamanlar 40 – 45 yaşlarında ve 20 yıldır avukatlık yapan birisi olarak, filmini -mevcut hali ile- pazarlama girişiminde bulunamıyor, yeni filmler içinde, sona ermeye başlayan Yeşilçam düzenine giremiyor. Sinema dışında edebiyat ile uğraşıyor, kaçınılmaz şekilde polisiye roman tutkunu, 12 adet polisiye roman yazıyor, yayınlanıyor bunlar. Çekilme olanağı bulamadığı senaryo yazımları ile başlayan, yazım uğraşı, senaryolar filmleşemeyince, romana yöneliyor. (**)
Şimdi bu bilinmeyen -gün ışığına çıkmayan demek daha doğru olur- sinemacıdan neden söz ettim. Yukarıda da söyledim, Pangaltı’da, Garbis’in yerinde yaptığımız söyleşiler ile bir dostluğumuz oldu, sonra Nazım Bey Bakırköy’e taşınınca, -sağlığı da el vermediği için- toplantılara katılamıyordu. O’nun ayrılmasından sonra da çözülme başladı, geçende bir gün gazetede bir yazıda öldüğünden söz edildiğini görünce araştırdım, 2007’nin son ayında vefat etmiş. Sinemamızda 8 mm olarak çekilmiş 200 dakikalık bir başka film var mı? Ben bilmiyorum. İşte böyle bir filmi, düşünüp çekimini her aşaması ile gerçekleştiren Nazım Mirkelâm’dan sözetmeden edemezdim. (Haa bir de meraklısın için not: Nazım Bey, şarkıcı Fergan Mirkelâm’ın babası olur.)
(*) Antrakt Dergisi, Sayı: 49 (Ekim – 1995), Sayfa: 53 – 55 (Söyleşi: Tarkan Kaynar)
(**) Bilgiler Tarkan Kaynar’ın söyleşisinden.
(05 Haziran 2007)
Orhan Ünser
Yazı için çok teşekkürler.