‘Mavi En Sıcak Renktir’ sadece içinde bulunduğumuz yılın değil, son dönemin en etkileyici filmlerinden biri. 66. Cannes Film Festivali’nin tartışmasız galibi olarak ayakta alkışlanan, Steven Spielberg başkanlığındaki Cannes jürisinin, festival tarihinde bir ilk olarak büyük ödül Altın Palmiye’yi yönetmen Abdellatif Kechiche ve iki muhteşem oyuncusu Adèle Exarchopoulos ve Léa Seydoux’ya birlikte takdim ettiği bu soluk kesici başyapıt, birçok yerde olduğu gibi bizde de İngilizce adının (Blue Is the Warmest Color) çevirisiyle gösterime giriyor.
Baş karakterlerden birinin ismini taşıyan özgün adıyla ‘Adèle’in Yaşamı-Bölüm 1 & 2 / La Vie d’Adèle-Chapitre 1 & 2’, iki genç kızın derin aşklarının hikâyesi. Cinsel olgunlaşma sürecindeki liseli Adèle, güzel sanatlar okuyan kendisinden yaşça büyük Emma ile karşılaştığında hayatı değişir. Mavi saçlı Emma ona aşkı ve arzuyu tattıracak, Adèle’i yetişkin bir kadın yapacaktır. Tunus asıllı sinemacı, iki kadının tutkulu birlikteliğini cesur sahneler aracılığıyla anlatırken, eşcinsel aşkı herhangi bir aşk hikâyesi olarak vermeyi seçmiş. ‘Adèle’in Yaşamı’nın Cannes ödülü, aynı günlerde Fransa’da yasallaşmış eşcinsel evliliği onaylayan kanunu protesto eden muhafazakâr direnişe bir şamar niteliğinde görülmüş olsa da, Kechiche’in filmi salt bir lezbiyen aşk hikâyesi tanımlamasının çok ötesinde, gençliğe ve cinsel özgürlüğe adanmış bir çalışma. ‘Tunuslu olduğum kadar Fransızım’ diyen yönetmen Kechiche, Cannes kapanış gecesindeki duygu yüklü konuşmasını, ödülünü kendisine özgürlük ruhunu öğreten Fransız gençliğine ve de kendilerini daha özgürce ifade edebilmek ve özgürce sevebilmek için mücadele veren Tunus’un devrimci gençliğine adayarak bitirir. ‘Tunuslu gençler özgür olma, kendilerini ve aşklarını tam bir özgürlük içinde ifade etme arzusuna sahipler’ şeklinde ifade eder duygularını. ‘Cinsel özgürlük olmadan devrim devrim olmuyor’ şeklinde ilâve eder söyleşilerinde.
Abdellatif Kechiche (soyadı ‘Keşiş’ olarak okunuyor) tüm eserinde kendine özgü ritmini koruyan bir sinemacı. Cannes’daki kapanış konuşmasında, yaptığı her işte ‘vakte ve zamana ihtiyaç duyduğunu’ belirtmişti. Örnek aldığı büyük Japon usta Ozu’nun yapıtları gibi insan doğası üzerine müthiş bir gözlem içeren filmlerinin süreleri oldukça uzun (‘Mavi En Sıcak Renktir’ tamı tamına üç saat sürüyor). Sıkça kullandığı omuz kamerası ve yakın plânlarla karakterlerinin duygu dünyalarını son derece etkileyici biçimde ifade etmesi hayranlık uyandırıcı.
Tiyatro ve sinema oyunculuğundan kamera arkasına geçmiş Kechiche’in Cannes’ı ayağa kaldıran başarısı onun sinema kariyerini takip edenler için hiç de rastlantı değil aslında. Adèle’in hikâyesininin öncülü sayılabilecek 2003 yapımı ‘Kaçak / L’Esquive’de varoş yaşamından hareketle genç kuşakları anlamaya çalışır yönetmen. Bunu çete tecavüzleri, uyuşturucu, peçeli kızlar ya da zorlanmış evlilikler üzerinden değil de, çoğu Müslüman liseli gençlerin Marivaux’nun ‘Le Jeu de L’amour et du Hasard’ (Aşkın ve Tesadüfün Oyunu) adlı eseri sahnelemeleri aracılığıyla yapar. Varlıklı ve seçkin sınıfın zevklerine uygun, ağdalı bir dille yazılmış, aynı zamanda bu üst sınıfın hal ve tavırlarını alaya alan Marivaux’nun metni aracılığıyla sınıf ilişkilerini irdeler, toplumun alt tabakasından gelen gençlerin yüksek kültür ve estetik değerlerle ilişkileri üzerine kafa yorar. Burada aracı edebiyat öğretmenidir. Bu vesileyle, tutkulu performans sanatçıları olarak adlandırdığı öğretmenlere saygı duruşunda bulunur Kechiche.
Yönetmenin Marivaux üzerinden gençlerin izini sürmesi ‘Adèle’in Yaşamı’nda da sürüyor. Charles Baudelaire lisesi öğrencisi Adèle ile arkadaşlarını yine derslerdeki Marivaux tartışmaları üzerinden anlamaya çalışıyor. Adèle’in aşkla büyüme öyküsünü kurgularken, yazarın bir başka eseri (La Vie de Marianne / Marianne’ın Yaşamı) üzerinden, öksüz Marianne ile hayatın ve aşkın getirdiklerine karşı cesaretini yitirmeyen kararlı Adèle arasında paralellik kurduğunu belirtiyor.
Adèle’in Yaşamı’na esin kaynağı olmuş Julie Maroh imzalı çizgi roman karakterinin Clementine olan isminin Arapça ‘Adalet’ anlamına gelen ‘Adèle’ olarak değişmesi de tesadüf değil kuşkusuz. ‘Adalet’, yönetmenin gözde temalarından birisi çünkü. Tüm yapıtı İstanbul Film Festivali programlarında yer almış bulunan sinemacının ilk yönetmenlik deneyimi ‘Kabahat Voltaire’de / La Faute A Voltaire’ (2000), Paris’te zor bir yaşam sürdüren Afrika kökenli yasadışı mülteciler üzerinedir. Voltaire’in torunlarının özgürlük ve insan hakları ülkesi olarak övündükleri çağdaş Fransa ile dalgasını geçerken, Candide’in çağdaşı Tunuslu göçmen Jallel’in apar topar sınır dışı edilmesiyle tartışmaya açtığı özgürlük ve adalet mücadelesinin sözcülüğünü yapmaktadır Kechiche. Daha sonra sırasıyla, 2007 Venedik Şenliği’ni ayağa kaldıran unutulmaz kuskus güzellemesi ‘Balıklı Bulgur / La Graine et Le Mulet’ ile, 35 yıllık hizmetinin sonunda paçavra gibi bir kenara atılmış Kuzey Afrika kökenli göçmen Süleyman’ın şahsında işçi sınıfının çığlığını duyurur. 2010 yapımı ‘Siyah Venüs / La Vénus Noire’, 19. yüzyıl başlarında Londra ve Paris’te ucube olarak sergilenen Güney Afrika’nın ‘Hottentot’ kabilesinden dev boyutlu Saartjie Baartman’ın gerçek öyküsünden hareketle sömürü düzenini kıyasıya eleştiren bir insan hakları manifestosuna dönüşür.
Kechiche’in sınıf ilişkileri üzerine söylemi ‘Adèle’in Yaşamı’nda da sürmekte. İşçi sınıfından bir aileye mensup Adèle’e karşılık, entelektüel bir çevreden gelen Emma’nın çatışması toplumsal baskıdan değil, bireylerin sınıfsal farklılıklarından doğan kültürel ayrılıklardan kaynaklanıyor. Bu da, geçici deli tutkunun, sınıfsal kültürel değerlere çarparak tuzla buz olduğu benzer kırık aşk hikâyelerini getiriyor aklımıza. Goretta’nın ‘Dantelci Kız / La Dentellière’i ya da Fassbinder’den ‘Özgürlüğün Zorbalık Hakkı / Faustrecht der Freiheit’ gibi. Ancak yaşamı ve mücadeleyi seçecek olan Adèle’in hikâyesi daha farklı bir yolda ilerleyecektir. Öğretmenliğe yeni başlayan ve ilk aşkının hüznünü taşıyan Adèle’in geleceği nasıl şekillenecek, bunu henüz Kechiche de bilmiyor. Truffaut’nun Antoine Doinel serisi benzeri, öykünün devamı bir sonraki filminde, üçüncü ve dördüncü bölümlerde belki.
‘Mavi En Sıcak Renktir’ kolay rastlanmayacak güzellikte filmlerden. Gençliğe, aşka, cinsel özgürlüğe adanmış, sınıfsal kodlar, sanat ve iktidar ilişkileri üzerine çok katmanlı okumaya açık sarsıcı bir başyapıt. Beyazperdede izlemeyi ihmâl etmeyin.
(07 Kasım 2013)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com