Çağımızın tuhaflıklarını kendine özgü absürd kara mizahıyla yorumlayan Romen auteur Radu Jude, Locarno’dan ödülle dönen son çalışması ‘Dünyanın Sonundan Çok Da Bir Şey Beklemeyin / Ni Aştepta Prea Mult de la Sfarşitul Lumii’, İstanbul Film Festivali’nin en ilgiye değer işlerinden biriydi. Film yaygın gösterime girmedi ama İstanbul Modern’in yılın ses getiren 5 filmine ayırdığı sezonun son seçkisinde sinema perdesinde izlenebiliyor.
Oyunbaz sinemacının yenilikçi denemelerinin sonuncusunda, bir reklam firmasında prodüksiyon asistanı olarak çalışan deli dolu Angela Raducanu (Ilinca Manolache) ile birlikte şehit şehir Bükreş’i ve bakımsız civar otobanları arşınlıyoruz. Angela gün boyu araba kullanıyor, konukları karşılıyor, onlarla sohbet ediyor, çekim yerlerine gidiyor. Arabada seks yapmaktan gocunmuyor, yapay zeka marifeti ile erkek kılığına bürünerek rezil erilliği sergilediği videolarında feminist manifestoya girişiyor.
Çavusesku’nun devrilişinin üzerinden 33 sene geçmesine rağmen yenilenmemiş şehirde dolaşırken birçok şeyi eleştiriyor Jude. Yabancı müşterilerin memnuniyeti için yollarda geçirdiği zamanın günde 15 – 16 saati, bazen 20’yi bulduğunu söyleyen alter egosu Angela örneği üzerinden uluslararası kapitalizmin mazlum ülkeleri –Türkiye’de buna dahil kuşkusuz- nasıl sömürdüğünü dile getiriyor. ‘Köle gibiyiz. Bize hayvan muamelesi yapıyorlar.’ diyor Angela. Otelinden aldığı Avusturyalı patronlardan Doris Geothe’ye (muhteşem Nina Hoss) mobilya fabrikası şirketin kereste için Romanya ormanlarını yok ettiğinin doğru olup olmadığını soruyor. Sonra da ‘Buraya gelip ormanlarımızı yağmalıyor, biz de hiçbir şey yapmadan onların reklam videolarını çekiyoruz.’ diyerek hayıflanıyor.
Romanyalı yönetmen Angela’nın siyah – beyaz görüntüleri üzerine Lucian Bratu imzalı 1981 yapımı ‘Angela Moves On / Angela Merge Mai Departe’nin nostaljik renk paletini bindiriyor, böylece 40 küsur yıl öncesinin Bükreş manzaraları kurmaca filme belgesel işlev yüklüyor. 1981 yapımı Angela’nın (Dorina Lazar) Çavuşesku’nun –bugün parlamento binası olarak kullanılan- devasa sarayını yaptırmak için yıktırdığı Uranüs mahallesine müşteri götürdüğü sahnede kurmacanın belgeselliğini öne çıkaran önemli sahnelerden. Sokakların, yolların komünist dönem sonrasında yenilenmediği, bakım görmediği üzerinde duruluyor. Buzau adlı yerleşim bölgesine giden otoban üzerinde trafik kazasında hayatını yitirmiş insanlar için dikilen haçların katedilen mesafenin iki mislinden fazla olduğunu acılı alaycı bir dille aktarıyor Angela. Tek şeritli olan ve emniyet şeridinin de dar olduğu otobandaki haç resmi geçidinin tam 4 dakika süre ile perdeye taşındığı, söze gerek kalmadan çok etkileyici olabilen bir bölüm bu.
Yabancı işveren için işçilerin kazalardan korunma prosedürleri üzerine film çeken reklam çalışanları, oğulları bir iş kazasında sakat kalmış kurmaca filmin yaşlanmış Angela’sı ve Macar asıllı kocası ile söyleşirken belgesel ile kurmacanın muhteşem evliliği bir kez daha taçlanıyor. Bu bölümde ayrımcılık meselesinin üzerine gitme fırsatı buluyor Jude. Yaşlı Angela ülkedeki Roman azınlığa karşı ırkçı laflar sarfediyor. Faşist Orban yönetimi lehine konuşan Macar kocasına gelirsek, o da yıllar boyunca Rumenlerin Transilvanya’da yaşayan Macar halklarının haklarını umursamadığından yakınarak, Orban hükümetine oy verdiğini söylüyor.
Derken filmin tek plandan oluşan 40 dakika süreli vurucu final bölümü geliyor. Reklam ekibinin iyice bir ücret karşılığı çekimler için ziyarete gittikleri yaşlı Angela’nın oğlu mobilya fabrikası işçisi Ovidiu Pirsan (kendini canlandırıyor) hayatını mahveden olayı şöyle anlatıyor: Noel yaklaşırken yabancı müşterilere mal yetiştirmek için 17 saat aralıksız çalıştıktan sonra gecenin zifiri karanlığında işi bırakmış, arabanın teki boyanmamış derme çatma otopark bariyerine bindirince paslı demir çubuk kafasında patlamıştır. Aydınlatmanın komünist dönemden beri iyileştirilmediği fabrika çıkışında geliyorum diye bağıran felâketin ardından bir yıldan fazla süreyle komada kalan ve belden aşağısı tutmayan genç adamın tekerlekli iskemlesinde yana yakıla olayı naklediş biçimi işveren çıkarı açısından sakıncalı bulununca yerli reklamcılar sakat işçinin laflarını ağzına gömüp filmi diledikleri gibi kurgulama yoluna gidiyor. Yabancı şirketlerin Avrupa’nın dört bir yanından çöpe boğduğu, Avrupa Birliği topluluğunun en yoksul ülkesinin başına gelenlerde halkın sorumluluk payını düşünmeden edemiyor reklamcı Angela. Bu minvalde bizler de toplumsal yozlaşmanın tavan yaptığı ülkemiz insanları için aynı soruyu sormaktan kendimizi alamıyoruz.
Jude filmlerine upuzun isimler vermeyi seviyor. Son yapıtının adını da Polonyalı komünist Yahudi yazar Stanislaw Jerzy Lec’e ait bir aforizmadan almış. Final jeneriğini Edo döneminde yaşamış Japon şair ve Budist rahip Kobayashi Issa’nın çok sevdiği ‘haiku’larından biriyle tamamlarken ‘Cehennemin çatısında yürürken aşağıdaki çiçeklere bakıyoruz’ ifadesine yer veriyor. Filmin başka bir bölümünde Goethe’nin büyük büyük torunu olan şirket yetkilisi de büyük atasının ölüm döşeğinde rivayet edildiği gibi ‘daha çok ışık / mehr Licht)’ değil ‘daha çok hiçlik / mehr Nichts’ diye mırıldandığını iletiyor Angela’ya.
Modern çağda sömürü, dijital yalnızlık, tepetaklak bir çöküşe doğru hızla yol alan dünyanın bitik halini hınzır bir mizah ve edepsiz şarkılarla perdeye taşıyan Romanya’nın Oscar adayı bu benzersiz filmi İstanbul Modern sinema salonunda 13 Haziran Perşembe saat 17:15’te izleyebilirsiniz.
(08 Haziran 2024)
Ferhan Baran