Adalet ve Önyargı

Roman Polanski’nin geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali’nden Büyük Jüri Ödülü ile dönmüş olan son çalışması ‘J’accuse / Suçluyorum’ bizde İngilizce yakıştırılmış isminin çevirisi olan ‘Subay ve Casus’ adıyla gösterime girmiş bulunuyor. Salgın nedeniyle vizyonu gecikmiş olan film, 19. yüzyıl sonlarında Fransa’da yaşanmış gerçek bir olayı konu ediniyor. Daha önce sinema ve tiyatroda defalarca ele alınmış olan ve Dreyfus vak’ası olarak bilinen gelişmeler, 1894 yılında Alman istihbaratı için casuslukla suçlanan yüzbaşı Alfred Dreyfus’un tam 12 yıl süren haksız mahkumiyeti çerçevesinde, dünya hukuk literatüründe yanlış adalet uygulamasının görkemli örneği olarak bilinir.

Fransa’da önemli hukuki tartışmalara neden olan Dreyfus davası, Paris’teki Alman Elçiliğinde hizmetçi olarak çalışan ve Fransız gizli servisi ile işbirliği yapan bir kadının çöp sepetinde bulduğu imzasız bir mektubu merkeze göndermesiyle başlar. Alman askeri ataşesine yazılmış olan mektupta Fransız Deniz Kuvvetleri’ne ilişkin gizli bilgilerin verilmesi vaad edilmektedir. Dreyfus’un el yazısının mektuptaki yazıya benzemesi şüpheleri genç yüzbaşının üzerine çeker. Zengin bir ailenin çocuğudur Dreyfus. Üstelik, Fransa’da içten içe kaynayan Yahudi düşmanlığına rağmen askeri okula kabul edilmiş ve üstün başarı sağlamış tek Yahudi subaydır.

1977 yılında Los Angeles’ta 13 yaşındaki bir kız çocuğuna uyuşturucu vererek tecavüz ettiği suçlamasıyla tüm dünyanın gündemine oturan ve Avrupa’ya kaçarak mahkûm olmaktan kurtulmuş olan Polanski, Dreyfus olayı ile neden ilgilendiğini filmin basın kitinde açıkça belirtmiş. Kendisinin de haksız yere suçlandığını ve Yahudi olduğu için hedef gösterildiğini bir kez daha vurgulamış. Polanski davasının hukuki kanıtlarını değerlendirmeyi yine hukukçulara bırakarak, filme dönecek olursak..

Başlangıç jeneriğinde, hikâyede tasvir edilmiş tüm kişiler ve gelişmelerin gerçek olduğu özellikle vurgulanmış. Açılış sahnesinin puslu kış gününde, tüm garnizonun önünde rütbesinin söküldüğü, silahlarının alındığı seremonide, 14. Topçu Alayı’nın bir zamanlar muteber yüzbaşısı, aşağılayıcı vatan hainliği suçlamasıyla mahkûm ediliyor, cezasını çekmesi için ıssız Şeytan Adası’na sürgün ediliyor.

İngiliz gazeteci Robert Harris’in aynı adlı romanından, Polanski ile birlikte kaleme aldığı sağlam bir metne dayanıyor film. Tarihi ayrıntılar, kişiler, devlet adamları ve özellikle tarihi dokuyu kaybetmemiş mekanlar ustalıklı bir biçimde filmin hizmetine sunulmuş. Davanın pusu açılış sahnesine benzer bir biçimde tüm filmin ruhuna sinmiş. Yanıltıcı belgeler arasında yol almaya çalışan ise Fransız istihbaratının başına yeni atanmış olan albay Georges Picquart.

Dreyfus’un harp okulundan hocası da olan Picquart, davayı soruşturan ana karakter olarak ön planda yer alıyor. İdealist bir kahraman olarak çizilmemiş Picquart. Ancak, istihbarat memurlarının, muhbirlerin, polislerin yuvalandığı bakımsız merkezi adam etmek ve ahlak çöküntüsü içinde olduğu dile getirilen dönemin Fransız ordu ve adalet sistemini kurcalamak niyetindedir. 18 yaşından beri içinde olduğu ve herşeyi olduğunu ileri sürdüğü ordu içinde skandal yaratmak değildir niyeti. Lakin, Dreyfus hakkında üst makamlara kadar uzanan düzmece belgeleri ortaya çıkardığında, onun da hayatı didik didik edilecek ve başı derde girecektir.

Özgün adını usta yazar Emile Zola’nın dava ile ilgili olarak Devlet Başkanı’na yazmış olduğu, çürümüş bir sistemi topa tutan, L’Aurore gazetesinde yayınlanmış ünlü mektubu ‘J’accuse / Suçluyorum’dan alan yapım, Polanski’nin elinde tıkır tıkır işleyen bir dedektif ve casusluk deneyimine dönüşmüş. Açılış sahnesinin pusunun izinde, yarı aydınlık bürolarda, koridorlarda yol alan filmde, belki de metaforik olarak o dönemin Fransa’sı ve adalet mekanizmasının üzerine çökmüş olan sis pus vurgulanmak istenmiş. Polanski’nin ‘Piyanist’ten beri birlikte çalıştığı Polonya asıllı yoldaşı, görüntü yönetmeni Pawel Edelman ve de Belle Epoque Paris’ini kusursuz bir biçimde yeniden yaratmış olan, özellikle müzikhol sahnesinde Lautrec ve Manet’nin dünyasına selam gönderen set tasarımcısı Jean Rabasse’ın özenli çalışmaları takdire değer.

Filmin oyuncu kadrosu da Fransız sinemasının önde gelen oyuncularından oluşmuş. Albay Picquart’da Jean Dujardin, Dreyfus’ta gözlüğü ve bıyığıyla hayli zor tanınan Louis Garrel, Picquart’ın uzatmalı sevgilisinde (Polanski’nin müstakbel eşi) Emmanuelle Seigner’e, kısa rollerinde Mathieu Amalric, Melvil Poupaud ile La Comédie Française’in saygın oyuncuları eşlik etmiş.

‘Subay ve Casus’ çok özenle çalışılmış, 87 yaşındaki Polanski’nin kişisel davasına atıfta bulunduğu bir vasiyet filmi. Önemli eksiği ise, gerçek olaylar ve kişilerden yola çıkarak dönem panoramasını kusursuz bir biçimde yaratırken, karakterler üzerine çok fazla derinleşememesi, akademik başarının ötesinde sinema sanatı açısından güçlü bir heyecan yaratamaması olmuş.

(03 Eylül 2020)

Ferhan Baran

[email protected]