“Köprüdekiler”deki karakterler: Beyinleri, sadece, dürüst-namuslu bir şekilde çalışmaya programlı olduğu için geçim sıkıntısı çeken, genç karı – koca… Meslektaşıyla bekâr evini paylaşan, yakında Doğu’daki hizmetine gitmek üzere burayı terk etmeden önce, karşı cinsten biriyle güzel gidecek bir ilişkiye başlamak isteyen trafik polisi… Buralı oldukları halde, eğitim görememiş ve doğru dürüst bir iş bulamamış ‘en diptekiler’den genç insanlar!
Tümü, İstanbul’un iki kıtayı ve en koyu yoksullukla, tahmin bile edilemeyecek büyüklükte zenginliği birleştiren ‘köprü’lerinden birinde, her gün birbirlerinin sıkıntılarından habersiz, birbirlerini teğet geçiyor… Fakat bu topraklarda ‘her anlamda adaletsizlik’, ‘tuzu kurular’ dışında kimseyi teğet geçmiyor… Aslı Özge, gerçeklikle kurguyu birleştirdiği, hemen hemen tümü ‘kendini oynayan’ kent kahramanlarını istikrarla yönettiği için başarılı (bazı acemilikleri görmesek de olur). İtirazım, öykülerin akışı içinde zaten epey ‘yüklü’ olan filminde, siyasi vurgu da yapmaya çalışırken, seçtiği görüntülerde adil davranmamış olması. Yükselen milliyetçiliğin ne denli önü alınamaz bir tehlike olduğunun bilincinde herkes tabii, zaten yönetmen de köklerinin nasıl beslendiğine dair epey veri sunuyor. Sunmadığı, bunu tetikleyen acılar. Anımsatalım Aslı Hanım’a: Televizyonlar, “ateşin düştüğü yerler”den, annelerin ağıtlarından da görüntüler sunuyor. Sizin o görüntüleri seçmeme hakkınız fakat bizim de sizin seçmemenize itiraz hakkımız var.
“Özel Kuvvetler”, savaşların, ruhi güçlere sahip askerlerce, düşmana ‘zararsız zararlar’ verilerek yapılabileceği fikrinden ve bu konuda Amerikan Ordusu tarafından yürütülen ‘inanamayacağımız kadar gerçek’ olaylardan yola çıkarak, gerçekten komik, o denli de farklı olaylar dizisini ‘geriye dönüş’lere sıkça başvurarak anlatmakta. Irak işgâlinde geçen hikâye, hâlâ devam eden bu trajik işgâldeki insan hakları ihlâllerine de kocaman bir ‘s.ktir’ çekerek, tavizsiz bir savaş karşıtı filme dönüşüyor. George Clooney, Ewan McGregor, Jeff Bridges, Kevin Spacey gibi, bir araya geldiklerinde dağları devirebilen kadro da, keyif kattıkları rolleriyle, saldırgan militarizmle güzelce dalga geçiyorlar. En ciddi olayları keskince eleştirmenin yolunun zeki mizahtan geçtiğine dair ‘haşarı’ bir örnek.
“Sevgili John”da, askerden izinli gelmiş erkek kızla tanışır, severler birbirlerini, türlerinin bu iki güzel örneği iki hafta birlikte olur ve sonra ayrılık gelir, genç adam yurt dışı görevine geri döner; mektuplarla süren ilişki 11 / 9 günü ilk darbeyi alır… Vatanperverlik baskın çıkar, askerliğini gönüllü olarak uzatan erkeğe olan hasreti, kız için dayanılmazdır artık… Ve devreye başka insanların girmesiyle hikâye evrilir, hüzünlere gark olur, yalnızlık, acımak, fedakârlık mutlu sonu engeller… Vicdan aşkın önüne geçer. Yıllar sonraki karşılaşmalarında muhasebe yaparlarken gözyaşları yanaklarından süzülür: Onların ve siz seyircilerin! Yetişkinlerin izleyip unutacağı, yeni yetmelerin ise oğlan ve kızla empati kurup biraz daha ‘takılacakları’, formülü belli -fakat hakkını yemeyelim- tastamam bir seyirlik olan bu 25 milyon dolar maliyetli aşk öyküsünü sevmeniz ihtimal dahilinde.
(19 Mart 2010)
Ali Ulvi Uyanık
aliuyanik@superonline.com