‘Kadim efsaneye göre müzik yeteneği ile doğanlar, yaşamla ölüm arasındaki ince tülü delip geçerek geçmişin ve geleceğin müzisyenlerinin ruhlarını çağırabilirmiş. Ancak bu eşsiz yetenek topluluklara şifa kaynağı olduğu ve onları özgürleştirdiği gibi, şeytani ruhları da cezbedermiş.’ Halen gösterimi devam eden Ryan Coogler imzalı ‘Günahkârlar / Sinners’ bu sözlerle açılıyor. 1932 yılının sonbaharında Mississippi deltasındaki küçük kasabanın vaizi sabah ayinini yönetirken oğlu Sammie (Miles Caton) elinde telleri kopuk gitarıyla yüzü gözü kan içinde ibadet mekânına daldığında kasaba halkı dehşet içindedir. Olan biteni anlamak için bir gün evveline döndüğümüzde hikâye başlar.
Smoke ve Stack adlarıyla anılan Elijah ve Elias kardeşlerin (ikiz kardeşleri Michael B. Jordan canlandırıyor) 1932 yılının sonbaharında tam 7 yıl aradan sonra kendi topraklarına dönüş yaptığı gündür bu gün. Bu süreçte suçlar beldesi Chicago’da feleğin çemberinden geçmiştir ikiz biraderler. Irkçı Jim Crow yasalarının olmadığı bir alemde Al Capone için çalışmışlar, biriktirdikleri (ya da yürüttükleri) parayla siyahilerin ağırlıklı olarak yaşadığı çok kültürlü baba ocağına geri dönmüşlerdir. Zenci düşmanı klan artığından satın aldıkları eski kereste fabrikasında, gün boyu pamuk tarlalarında hışırı çıkan ırgatlara içkinin su gibi aktığı müzik ve dansın uçtuğu bir eğlence sunma hazırlığına girişirler. Yörenin en iyi blues müzisyeni Delta Slim ile (Delroy Lindo) ile anlaşırlar önce. Smoke’un eski sevdalısı ve ölmüş bebeğinin annesi Hoodoo büyücüsü Annie (Wunmi Mosaku), kasaba bakkalını işleten Uzakdoğu göçmeni Grace ve Bo Chow çifti (Li Jun Li ve Yao) yemek ve içki servisini organize edeceklerdir.
Güneş batmadan önce harika bir gece yaşanır. Kıstırılmış insanların birkaç saatliğine de olsa özgürlüğün tadını çıkardıkları blues gecesi olağanüstü bir müzik ve dans ayinine dönüşür. Lakin kötücül ruhlar, tutku alevinin etrafı tutuşturduğu bu aleme kayıtsız kalmayacak, gece yarısı barışçıl beyaz adamlar pozundaki vampirler (evet yanlış okumadınız, sarımsak marifetiyle bertaraf edilen, kalplerine birer kazık çakılarak öldürülebilen vampirler!) güzel ve büyülü olandan pay almak üzere harekete geçeceklerdir.
İlgiye değer filmografisiyle çağımızın en yetenekli siyahi yönetmenlerinden biri olan Coogler, radarımıza girdiği 2013 yapımı ‘Son Durak / Fruitvale Station’den başlayarak siyahi ırkın ABD toplumu içerisindeki uzun yıllara dayanan özgürlük ve adalet mücadelesini anlatır. Michael B. Jordan henüz 26 yaşındayken başlayan yönetmen – oyuncu birlikteliği, Coogler’ın ırkının köklerini araştırma çabası ‘Black Panther’ serisi ile devam etti. Yönetmen kölelikten özgür vatandaşlığa geçişin çileli serüveninden bir sayfayı tarihi bir araştırma ile desteklenen iyi kotarılmış bir dönem filmiyle sürdürüyor.
‘Blues bize din gibi dağıtılmadı, onu evden getirdik’ diyor siyahi halk. Yılların ezilmişliğini müzik ve danslarıyla aşmaya ve özgürleşmeye çabalıyorlar. Coogler bu hissiyatı filmin tam ortalarına denk gelen müthiş bir kendinden geçiş ayini ile perdeye aktarıyor. Sinema antolojilerine geçecek bu bölümde müziğin, aşkın, özgürlük çığlığının ateşi göğe yükseliyor. Bunun cazibesi, baştaki dış sesin uyarısı doğrultusunda şeytani güçleri cezbediyor. Cümbüş alanına ulaşan, kardeşlik ve sevgi pıtırcığı sözleriyle parıltının içine avlanmaya dalan vampirleri, ‘blues seven ama onu icra edenleri sevmeyen’ soluk benizlilerin metaforu olarak kullanmış Coogler. Böylece tarihsel gerçekçilik zemininde açılan hikâye, ikinci bölümde Quentin Tarantino imzalı ‘Günbatımından Şafağa / From Dusk Till Down’ esinli bir siyahi avına evriliyor.
‘Günahkârlar’, İstanbul Film Festivali’nin heyecanlı koşturmacası içinde gözlerden kaçmayı hak etmeyen, yılın önemli yapımlarından biri. Coogler bir kez daha sadık ekibi ile göz kamaştırıcı bir iş çıkarmış. Başta B. Jordan olmak üzere oyuncu kadrosu mükemmel. Avustralyalı Adam Arkapow’un Filipin asıllı eşi Autumn Durald Arkapaw’ın görüntüleri, blues tarzını çok iyi etüd etmiş Ludwig Göransson’un müzik çalışması gayet başarılı.
Coogler’ın filmi ilginç bir finalle 90’lı yıllar Illinois, Chicago’suna bağlanırken klasik blues’un efsanelerinden Buddy Guy sürpriz bir kimlikle karşımıza çıkıyor. Son jeneriğin bitmesini bekleyenler ise Sammie’nin ya da çağımızın yetenekli R&B müzisyenlerinden Miles Caton’ın solo doğaçlaması ile ayrılıyor salondan.
(25 Nisan 2025)
Ferhan Baran